Sağ olsun geçenlerde konuşurken Mete Göktuğ hatırlattı “Çinli Bilge Mimar Wu”yu. Hayatta mıdır, hakkında neler var internette diye bakındım. Çin’in mimarlık ve şehircilik alanındaki bu ünlü akademisyeni Profesör Wu Liangyong 98 yaşında, yaşamını sürdürmekteymiş.
Bilgeliği nereden geliyor? Uluslararası Mimarlar Birliği UİA’nın 1999’da Pekin’de yapılan kongre ve genel kuruluna kalabalık bir grupla gitmiştik. Profesör Wu, Kongrenin Bilim Kurulu Başkanıydı. Kapsamlı bir çalışma olan “1999 UİA Pekin Bildirgesi”ni o kaleme almış ve kongreye sunmuştu. Bildirge tam 21. yüzyılın arifesinde, İkinci Binyıl’a girerken kentlerin, yapılı çevrenin sorunlarını irdeliyor; mimarlığın, mimarların konumunu ve onları bekleyen görevleri anlatıyordu.
Bazı arkadaşlarımız bildirgeden söz ederken, “Çinli Bilge Mimar Wu diyor ki” diye söze başlıyordu. Gerçekten de kongrenin yapıldığı ortama, Wu’nun deneyimine ve dinleyenler üzerinde bıraktığı izlenime uygun bir tanımlamaydı. “Çinli Bilge”, içinde yetiştiği Marksist kültürün yol göstericiliğinde, alışılmış sloganvari terminolojiyi kullanmadan derinlemesine analizler yapıyor ve hedefler belirliyordu. Bildirge, alkışlarla ve oybirliğiyle kabul edilmişti.
Bu arada Wu’nun sunduğu 1999 UİA Pekin Bildirgesi ile benim kongre ve genel kurulu anlatan genişçe bir yazımın, Mimarlık dergisinde aynı sayfalarda yan yana verildiğini gördüm, hatırladım. Bunun benim tercihim olmadığını söyleyeyim. Anlaşılan, dergiyi düzenleyen arkadaşlar öyle uygun görmüşler. Bildirgenin geniş kapsamlı yaklaşımının yanında benim yazdıklarım biraz magazin tarafı da olan örgütsel raporlama düzeyinde kalıyor.
Kapitalizme açılan Çin’in başkenti… Pekin 1999
Mimarlık dergisinin söz konusu sayısında yer alan bir başka yazı, Oktay Ekinci’nin “Pekin Notları” başlıklı yazısı, Pekin Bildirgesinin, Çin’de yaşanan gerçekliğin tam bir eleştirisi anlamını da taşıdığını ortaya koyuyor. Çin Komünist Partisi yönetiminde “komünizmden kapitalizme geçiş” aşamasını yaşıyordu ülke. Bir biçimde ideolojik yorumlara dayandırılan bu ikili yapıyı ve bunun kente yansımasını gözlerimizle görmek son derece öğreticiydi. Ekinci özetle şunları yazmış:
“Pekin akıl almaz genişlikte ve bir o kadar da yoğun olarak gökdelenler ve otoyollardan oluşan yeni bir kent dokusu kazanmış… Kentin eski dokusu, sivil mimarisi, özgün semtleri, iç avlulu evlerden oluşan halk mahalleleri tümüyle yıkılarak hemen hemen hiç bırakılmamış.
“Son on yıl içinde Pekin’de 55 ‘Mc Donalds’, 30’a yakın ‘Kentucky Fried Chicken’ açılmış. ABD’nin bu fast food kültürüyle birlikte, artık onların bile terk ettiği o vahşi gökdelenleşme kültürü tam bir egemenlik kurmuş durumda…
“Tiananmen Meydanı’nda dalgalanan kızıl bayraklar ve Yasak Kent’in girişindeki Mao resmi, Anti-Amerikan duygulara sesleniyormuş gibi dursalar bile örneğin yol tamiratı yapan işçilerin üzerinde ‘USA’ yazılı tişörtler ile hemen arkalarında yükselen gökdelenlerin üzerindeki ABD kökenli firma isimleri, olan biteni anlatmaya yetiyor.”
Aslında İstanbullu mimarların “Çinli Bilge Mimar Wu” ile tanışmaları biraz daha eskilere gidiyor. Ocak 1990’da İstanbul’da yapılan UİA Konsey toplantısına katılanlar arasında Profesör Wu da vardır. Profesör Wu, UİA yönetiminin etkin isimlerindendir, başkan yardımcılığı görevini yürütmektedir. Konsey toplantısına katılanlar İstanbul’un kentsel gelişim sorunları ile yakından ilgilenirler, kentin kritik bölgelerini dolaşırlar. Profesör Wu gördüklerini yalın çizgilerle defterine yaptığı eskizlere aktarır.
Pekin ve İstanbul
İstanbul Mimarlar Odasından Nadire ve Mete Göktuğ İstanbul gezisinde Profesör Wu’ya eşlik ederler. Onu ve eşini evlerinde ağırlarlar. “Aramızda sıcak, dürüst ve insancıl bir dostluk oluştu” diyor Mete ve onu “mimarlık ve kent planlamasına ilişkin eğitim, uygulama ve yönetim alanlarında yoğun çalışmaları olan bir meslek insanı” olarak tanımlıyor.
1990 yılı özellikle İstanbullu mimarlar ve Göktuğlar için yoğun uluslararası ilişkilerin yaşandığı bir yıl olmuş. Mayıs 1990’da Kanada’nın Montreal kentinde yapılan UIA’nın 17. Kongresinin ana teması “Kültür ve Teknoloji”dir. Bu kongrede alınan bir kararla aynı yılın Ağustos ayında Pekin’de “Tarihi Kentlerin Korunması ve Modernleştirilmesi” konulu uluslararası bir sempozyum düzenlenir. Profesör Wu’nun düzenleyicileri arasında bulunduğu sempozyuma Türkiye’den Nadire ve Mete Göktuğ katılırlar.
Nadire ve Mete, sempozyuma “Tarihi Kentlerin Geleceği Ne Olacak” sorusuna yanıt arayan ve öneriler getiren bir bildiriyi ve Yücel Gürsel’in hazırladığı “İstanbul Deneyimi ve Evrensel Önemi” başlıklı bildiriyi sunarlar. Hilmi Etikan’ın yönettiği ve o yıllarda İstanbul Tarlabaşı’nda girişilen kentsel yıkımı belgeleyen “Tarlabaşı, Tarlabaşı” adlı film de sempozyumda gösterilir, yoğun ilgi toplar.
Göktuğların, dönüşlerinde Mimarlar Odasına ilettikleri sempozyuma ilişkin raporda anlattıklarından, Pekin’i saran gökdelenleşme dalgasının daha 1990 öncesinde başladığını görüyoruz. Çinli akademisyenlerin, hatta Pekin Belediye Başkanının endişelerinin, eleştirilerinin bu gidişatı önleyemediğini anlıyoruz. İnşaat işçiliğinden gelme ve Parti içinde önemli bir yeri olan Belediye Başkanı Zhang Baifa özetle şöyle konuşmuş:
“Oldukça endişeliyim. Yapılan yeni inşaatların artışına paralel olarak kentin tarihi dokusu da aynı hızda yok oluyor. Tarihi merkez çevresindeki yolun genişletilmesi söz konusu. Eğer bu yapılırsa buradaki kentsel doku, ağaçlar, bazı sokaklar ortadan kalkacak. Ulaşım, korumaya uymalı. Tarihi kentin çoğu yerindeki iskân alanları mümkün olduğunca korunmalı. Yeni otellerin ve iş-ticaret merkezlerinin yapımı sınırlandırılmalı. Tarihi kent içinde otoyolların, alt-üst geçitlerin yapılmasının getireceği sorunlar tartışılmalı. Kentimizde tarihe gereksinim var. Var olmak ya da yok olmak; işte sorun burada.”
Pekin’de gökdelenleşme ve “beton ormanı”
Göktuğlar 1990 yılı izlenimlerinde “Pekin kenti sanki rastgele gelişmiş bir kent görünümünde. Birbirine uzak ve yakın gökdelenler orada burada yükseliyor” diyor. Pekin’de yayınlanan China Daily gazetesinin kendileriyle yaptığı söyleşide bu izlenimlerini vurguluyor, tarihi kent merkezinin bir “beton ormanı” içinde yutulduğunu anlatıyorlar.
Pekin Sempozyumunda konuşan diğer Çinli mimar ve uzmanlar da kentteki olumsuz gelişmelerden en az belediye başkanı kadar endişeli. Pekin Kent Planlama ve Tasarım Enstitüsü Başkanı Ke Huan Zhang, 1990 öncesi son birkaç yıl içinde tarihi merkezin yakın çevresinde 200’den fazla gökdelen inşa edildiğini söylüyor. Getirilen bu aşırı yoğunluğun, yaşamsal çevreyi bozduğunu, kentin yüzyıllar boyu koruduğu o yatay zenginlikten oluşan kimliğin yok olduğunu anlatıyor. “Pekin, Pekin olmaktan çıkıyor; bir New York, Tokyo, Hong Kong oluyor” diyor.
Liu Xiaoshi deneyimli bir mimar ve kent plancısı, akademisyen, yönetici. 1990’da Pekin İmar Dairesi Başkanı, aynı zamanda Mimarlar ve Mühendisler Birliğinin de başkanlığını yürütüyor. Sempozyumdaki konuşmasında özellikle 1962 - 1967 yılları arasında yaşanan “Kültür Devrimi”nin kente getirdiği yıkım üzerinde duruyor.
Liu Xiaoshi “Çok hatalar yaptık ve acı dersler aldık. Onarılmaz zararlara neden olan kasıtlı büyük yıkımlar oldu. ‘Kültür Devrimi’ sırasında kentin tarihi surları yıkıldı, yerine bir metro hattı ve çevresine otoyol inşa edildi” diyor, koruma ile modernleşme arasındaki dengesizliği vurguluyor.
Sorun denge sağlamada
Göktuğlar 1990 Pekin raporlarında “kentsel koruma” ile “kentsel yenileme” arasındaki denge sorunu üzerinde durarak UİA Başkanı Rod Hackney’in o yıl Ocak ayında İstanbul için söylediklerini hatırlatıyorlar. Hackney özetle şöyle demiş:
“İşin püf noktası dengedir. İstanbul’u dünyaca ünlü yapan ‘tarihi miras’ üzerine, bu mirası koruyarak inşa edilecek yeni yapılar ile bu kentin insanlarına çağdaş bir yaşam kalitesi sunma arasında kurulması gereken dengedir. Kent üzerinde karar verici durumda olan politikacıların ‘yeni bir çevre için eskiyi yıkmak gerekir’ diyen baskıcı tutumlarını dengelemenin çok güç olacağını da bilelim.”
Nadire ve Mete Göktuğ, 30 yıl önce kaleme aldıkları 1990 Pekin Raporunun sonunda “serbest piyasa ekonomisi” rüzgârlarının esmeye başladığı Çin’de, konut ve ulaşım sektörlerinin özelleştirilmesinin gündemde olduğuna değiniyorlar. Bu iki sektörde yapılacak sözde “reform”ların, başlatılacak “Ev sahibi ol” ve “Bisikleti at - Otomobil al” kampanyalarının sonucunda Pekin’in ne duruma geleceğini kestirmenin hiç de zor olmadığını anlatıyorlar. Raporun sonunda özetle şu görüşlere yer vermişler:
“Tarihi kentlerin geleceği ne olacak?... Dünyamıza kimlik veren kentler yok mu olacak?... Hızlı ilerleyen modernleştirme, bu tarih ve kültür odaklarını çölleştirmekte. Dünya tarihi tehdit altında! Tarihi silinmiş bir dünya, insanlara verilecek en büyük ceza ve yapılacak en ağır işkencedir.
“Tarihi kentlerin geleceği, insanlığın önümüzdeki yıllarda alacağı önlem ve kararlara bağlıdır. Pekin'deki toplantıda bizleri avutan önemli nokta, tarihi kaybetme endişesinin her şeye rağmen insanın içinde devam ettiğini görmemiz oldu. Pekin Belediye Başkanı'nın dediği gibi, ‘Tarihe gereksinimimiz var, tarih özümüzdür. Var olmak ya da olmamak işte sorun burada.’''
Gelelim günümüze…
1990’lardan günümüze kadar geçen süre içinde Çin’de ve bizim kentlerimizde neler yaşandı diye baktığımızda, 30 yıl önce dile getirilen endişelerin ne yazık ki giderek haklılık kazandığını görüyoruz. Çin’de, yapılı çevrede “gökdelenleşme”, “beton ormanları” alabildiğine artmış. Bizdeki “İnşaat ya Resulullah!” furyasının çok daha büyük ölçeklisini becermiş Çinliler.
Çin deyince akla iki şey geliyor; akıl almaz ölçek büyüklüğü ve üstün taklit yeteneği. Kentler, kentleşme, yapı üretimi alanında da bu yeteneklerini “konuşturmuşlar” son 30-40 yılda. Bu konuda Hikmet Adal’ın geçen yıl bianet’te yayınlanan “Çin’in Hayalet Şehirleri ve Türkiye” başlıklı yazısı Çin’de yaşananları, Türkiye ile paralellikler de kurarak çok iyi anlatıyor.
Kırsal nüfusu kentlere çekmek üzere yeni kentler inşa etme düşüncesi 1980’lerde dile getirilmeye başlamış Çin’de, uygulamaya konması 2000’leri bulmuş. Böylelikle ekonomik büyümenin hızlandırılması hedeflenmiş. Adal, “Ekonomik büyümeyle, insanların şehirlere yerleşmesi, böylece üretim toplumunda daha fazla insanın yer alması (belki de sömürülmesi) ve insanların tüketim toplumunun bir parçası olması amaçlanıyordu” diyor ve özetle şunları ekliyor:
“Hükümet ve ülke genelinde yerel yönetimler, daha fazla bina inşa ederek ve emlak piyasasını canlandırarak insanları harcama yapmaya teşvik etmeye çalıştı… Çin kağıt üzerinde sektörel büyüme gösterebilmek için boş şehirler inşa etti, etmeye de devam ediyor. Hiç gelmeyen bir nüfus için inşa edilmiş bu gerçeküstü şehirler, ülke genelinde hâlâ ıssız durumda. Ancak yine de inşaatlar devam ediyor.”
Adal yazısında, Çin’de “hayalet kentler”de bulunan boş konut sayısının 64-65 milyon olduğunu söylemiş. Kaba bir hesapla Türkiye nüfusunun 3-4 katını barındıracak kadar boş konut var diyebiliriz. Yazıda Türkiye’deki durumun da taşıdığı benzerlikler üzerinde durulmuş ve bunun “sürdürülebilir” olmadığı belirtiliyor.
Çinliler tarihi çevreyi koruma konusunda da bilinenleri, söylenilenleri aşmış. “Çakma” tarihi kentler üretmeye başlamışlar. Arkitera’da yayınlanan “Bir Gecede 9 Kent Gezme İmkanı” başlıklı yazıda, Şangay’ın yakın çevresinde inşa edilmiş Londra’dan, Paris’ten söz ediliyor. Bu çakma kentler arasında, UNESCO Kültür Mirası Listesinde bulunan Avusturya dağ köyü Hallstatt; hatta kanalları, yeldeğirmenleri ve Deniz Müzesi ile Hollanda da var. Bu kentlerde şimdi oturanlar var mı bilmiyorum ama o tarihlerde kimsenin oturmadığı bu kentlere “hayalet kentler” adını yakıştırıyorlardı.
Bu arada kısa bir eğlenceli bilgi de ekleyeyim. Eğer biraz ölçek farklılığına razıysanız dünyanın her köşesinden 130 tarihsel yapıyı Şenzen’deki “Dünyaya Bakan Pencere” (Window of the World) parkında bulabiliyorsunuz. Taç Mahal’den Vatikan’a, Petersburg’daki Kışlık Saray’dan Atina Akropolü’ne kadar ne ararsanız var. Bizi de ihmal etmemişler, Ayasofya’nın bir replikasını yapmışlar. Burası bir tematik park ve replikalar özgün yapılardan sanırım daha küçültülmüş ölçeklerde. Ama önemli değil, ben Çinlilerin isterlerse o 130 yapıyı da özgün ölçeklerinde ve çevresindekilerle birlikte yeniden inşa edebileceklerine inanıyorum (!).
Arkitera’daki haberde, Çin’de tuhaf binaları yasaklayan, aşırı büyük ve yabancı kültürlere özenen binaları eleştiren yeni bir talimatın yayınlandığı bilgisi de veriliyor. Bu talimatla binaların; ekonomik, işlevsel, estetik ve çevre dostu olmaları koşulu getiriliyormuş. Olan olmuş, furya başlamış bir kere. Pazar ekonomisinin kuralları işliyor. Finansal olanaklar sağlandığı sürece böyle talimatların bir işe yarayacağını sanmıyorum. Yani Çinli mimarların, kent yöneticilerinin 1990’daki endişeleri ne yazık ki gerçeklik kazanmış. Ve Profesör Wu’nun 1999 Pekin Bildirgesinde anlattıkları bugün için de önemini koruyor.
Ne yazık ki Wu’nun sunduğu 1999 Pekin Bildirgesi yeterli ilgiyi görmedi. Örneğin izleyebildiğimiz kadarıyla bizde veya başka ülkelerde akademik bir çalışmaya konu olmadı. Mimarlık ortamında hak ettiği yeri bulmadı. Acaba “Bunlar zaten bildiğimiz şeyler” denilerek önemsenmedi mi? Biz o bildirgede denilenleri çoktan aştık diyebilir miyiz? Bildirgede söylenilenler çok mu bilimsel kaldı? Hayır, bence ortada bir kadir bilmezlik var.
Wu’nun yaşamı 1949’da kurulan Çin Halk Cumhuriyeti’nden daha uzun… Savaşları, “Devrim”i ve daha da önemlisi “Kültür Devrimi”ni ve sonunda ideolojik bir yol değişimini yaşamış… Sözde “modernleşme”nin ve “modernleşme sonrası”nın neleri yıkıp geçtiğine tanık olmuş. Çokça sözü edilen “sürdürülebilirlik”, “doğal ve tarihi çevrenin korunması” gibi güncel kaygıları içeren geniş ve köklü bir politik perspektiften yapmış analizlerini ve öyle bir perspektiften öneriler getirmiş 1999 Pekin Bildirgesinde… Yeniden ele alınması, aradan geçen 20 yılda yaşananlar da dikkate alınarak güncellenmesi, son derece yararlı olacaktır.
Profesör Wu hâlâ ayakta… ama gençler?
Tam defteri kapatırken, internette rastladığım, 2014 yılında Wu’nun bir söyleşisini izleyen mimarlık öğrencilerine ilişkin bir haber bana çok çarpıcı geldi. Haber, Pekin’in ünlü Halk Meclisi Salonunda sıraların üzerine kapanmış uyuyan gençleri gösteren bir fotoğrafla birlikte “92 yaşındaki profesörün konuşmasında öğrenciler uyuyakaldı” başlığıyla verilmişti.
“Çinli Bilge Mimar Wu”, 1999 UIA Kongresinin yapıldığı salonda, “Pekin Bildirgesi”ni okuduğu kürsüdeydi yine 15 yıl sonra. Bu kez Profesör Wu 92 yaşındaydı, elinde bastonuyla çıkmıştı kürsüye. Yanında ona yardımcı olanlar, acil bir durumda müdahale edecek sağlık görevlileri vardı. Yarım saatten fazla süren konuşmasını ayakta yapmış, yüzyıllık yaşam deneyimine dayanan görüşlerini anlatmıştı. Belki de bir veda konuşmasıydı yaptığı.
Fotoğrafa bakarak “Eh işte Hoca gençleri uyutmuş” veya “Genç mimar adayları artık o eski endişeleri paylaşmıyor” demek mümkün. Ama bu kolaycı ve haksız bir değerlendirme olacak. Aslında fotoğrafa dikkatli baktığınızda “uyuklayan” gençlerin öyle pek de fazla olmadığını görüyorsunuz. Haber ilginç bir görüntü yakalamış bir muhabirin getirdiği fotoğraf üzerine kurgulanmış gibi görünüyor.
Ne derseniz deyin, haberin önemli bir “uyarı” etkisi olmuş. Habere hemen tepkiler gelmiş, Profesör Wu’nun değeri vurgulanmış, böyle bir görüntüyü hak etmediği anlatılmış. China Daily’de yayınlanan bir yazıda, olayın sorumlusu olarak işgüzar yöneticiler gösteriliyor. Kolay değil 6 bin kişilik salonu doldurmak. Bütün mimarlık öğrencilerini, bu arada okula yeni başlayanları da otobüslere doldurup göndermişler. Gazete, yöneticilerin böyle bir yola başvurmaması gerektiğini, öğrencilerin böylesi zorlayıcı yönlendirmelere tepki gösterdiğini yazmış.
Sonuçta iyimserliğimizi koruyalım. Doğal ve tarihi çevrenin korunmasına yönelik “muhalefet”in hâlâ ayakta olduğunu, canlılığını koruduğunu söyleyelim. Aradan geçen 30 yıla karşın 1999 Pekin Bildirgesinde dile getirilen görüşler bugün için de geçerliliğini koruyor diyelim. Bir de Bildirge, “Çinli Bilge Mimar Wu” ve kentsel yapılaşmada Çin örneği üzerine yeni çalışmalar yapılacağını ümit edelim. (AŞ/AS)
(NOT: Bu yazının yayınlanması bir süre gecikti. Bu süre içinde Mimarlar Odasının Merkez Genel Kurulu yapıldı. Oda'nın Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, genel kurulda yaptığı konuşmasına UIA 1999 Pekin Bildirgesini hatırlatarak ve bildirgenin 21. yüzyıl için önemini vurgulayarak başlamış. Anlaşılan bildirge unutulmamış. Ümit verici bir durum.)