17 Mayıs 2011 tarihinde Beşiktaş 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde (ACM) görülen duruşmamızda savcılık benim de içinde bulunduğum 10 kişi hakkında tahliye talebinde bulundu.
Duruşmada çıkan gerilim ve arbede nedeniyle, savcının altı kişiye sormak istediği sorular, duruşmaya devam edilmediği için 13 Ekim'de görülecek bir sonraki duruşmaya bırakıldı.
Bu nedenle, mahkeme heyeti benimle birlikte altı kişinin tutukluluğunun devamına karar verirken; İbrahim Çiçek, Ziya Ulusoy, A. Hıdır Polat ve Uğur Kayacı tahliye edildi.
Mayıs duruşmasının üzerinden birkaç hafta geçmişti ki 10. ACM Savcısı Kasım İlmioğlu Küçükçekmece Adliyesine atandı, kısa bir süre sonra da 10. ACM heyeti değiştirildi.
Oysa 17 Mayıs 2011'deki duruşmanın öngününde başlayacak olan Balyoz Davası'na da 10. ACM'nin bakacağı gerekçesiyle savcıyla birlikte heyette değişiklik yapıldığı kamuoyuna duyuruldu.
Bir duruşma sonra heyetin yeniden ve tümüyle değiştirilmesi, alenen yargıya müdahaleydi!
Ve bu durum, aynı zaman da beşinci yılını dolduran yargılandığım bu davada, bir çeşit başa dönmekti.
Nitekim bunun hakikaten böyle olduğuna, 13 Ekim 2011'de görülen duruşmada avukatlarımızla birlikte fiilen tanık olduk.
Her şey bir yana 17 Mayıs 2011'deki duruşmada savcı Kasım İlmioğlu bizlerin tutukluluk durumumuzla ilgili:
"...Tutuklu sanıklardan Ali Hıdır Polat, Arif Çelebi, Sedat Şenoğlu, Ziya Ulusoy, Adem Sarkan Gündoğdu, Bayram Namaz, İbrahim Çiçek, Füsun Erdoğan, Sultan Ulusoy ve Uğur Kayacı'nın üzerlerine atılı suçların nitelik ve içeriği, mevcut delil durumu eylemlerinin hukuki niteliğinin değişme olasılığı, sanılardan Uğur Kayacı hariç 12/09/2006 gününden itibaren tutuklu bulunmaları, tutuklanma için suç işlendiğine ilişkin kuvvetli suç şüphesini doğuran olguların mevcudiyetinin gerekli ve ön koşullu olmasına rağmen, özellikle tutukluk halinin devamında gerektirecek serbest bırakılma halinde kaçma delilleri karartma ve yeniden suç işleme tehlikesini doğuracak somut delillerin bulunması gerektiği, bu sanıklar yönünden deliller toplanmış olup karartılma olasılığının bulunmadığı gibi kaçma ve yeniden suç işleme risklerine ilişkin somut olguların bulunmadığı... göz önünde bulundurularak;
"Anayasamızın 13. Maddesinde ifade olunan ölçülülük ilkesi uyarınca sanıklar hakkında hafif koruma önlemli olan CMK'nun 109/3 maddesinde belirtilen adli kontrol hükümleri uygulanarak başka suçtan tutuklu ya da hükümlü değillerse tahliyeleri talep olunur" dedi.
Ortada hakikaten İstanbul Terörle Mücadele Şubesi'nde hazırlanarak uygulamaya konulmuş ve Beşiktaş 10. ACM'nin elinde kalan bir mevta vardı!
Ve bu mevtaya rağmen tahliye taleplerimiz o güne kadar dikkate alınmamıştı.
Beş yıl boyunca savcı aleyhim(iz)de tek bir maddi kanıt dosyaya eklemediği gibi; en başından itibaren de iddianamede, dava dosyasında hakkımda hiçbir maddi kanıt yoktu.
Ve en başından İbrahim'le (Çiçek) birlikte İstanbul TMŞ'nin yönetiminde gerçekleştirilen "Gaye" adlı operasyona monte edilmiştik!
İstanbul TMŞ'ce yazılan ve uygulamaya konulan bu senaryoya uygun olarak gözaltına alınma tutanakları düzenlendi.
Dosyaya konulan gizlilik kararıyla da neyle itham edildiğimizi bilmediğimiz için savcılıkta da, hakimlikte de ifade vermemiş tutuklanmıştık!
On dört ay sonra ilk duruşmamız yapıldı, polis dosyaların tümünü mahkemeye göndermediği için de; ancak üçüncü duruşmada, tutukluluğumuzun ikinci yılında ilk savunmamızı yapabildik.
Yani hiç sorgusuz, yargısız tam iki yıl boyunca tutuklu kalmıştık!
Tutsaklığımızın beşinci yılında 17 Mayıs 2011'de görülen duruşmamızda savcının tahliye talebi ve dört kişiyi tahliye etmesi üzerine Eylül 2006 yılında uygulamaya koyduğu senaryosunu canlandırmak üzere İstanbul TMŞ harekete geçmekte gecikmedi.
Önce yargıya müdahale etmişti!
Bu müdahalenin somut sonucunu 13 Ekim 2011'de katıldığım duruşmada savcının tahliye ve beraat taleplerimize karşılık verdiği tutukluluğumun (uzun) devamı kararında görmüştüm(k)!
O kararda savcının:
"Tutuklu sanıklar (...) üzerine atılı suçların niteliği, mevut delil durumu, arama ve yakalama, tutanakları, arama sırasında ele geçen belge içerikleri, fiziki takip tutanakları ve tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesi altında yakalamalar sırasında sanıların bir çoğunun sahte olduğu iddia olunan kimlik ve belgelerle yakalanmış olması nedeniyle kaçacakları ve saklanacakları konusunda olgular bulunması ve CMK'nın 100. maddesindeki şartlar dikkate alınarak sanıkların tutukluluk hallerinin devamına..." demesi, iki duruşma arasında geçen beş aya yakın bir zaman diliminde, dosyaya dair savcının bu gerekçesine temel oluşturacak ya da destekleyecek hiçbir gelişme olmadığı halde, bu geçen zamanın bizim lehimize işlediği ayan-beyan ortadayken, savcının bu gerekçesi ve tutukluluğumuzun devamı yönündeki talebi yüz seksen derecelik değişim, oldukça dikkat çekicidir!
Türkiye'de yargı sisteminin bulunduğu noktayı, yargı bağımsızlığının olmayan düzeyini göstermesi bakımından da çok önemli bir örnektir!
Şubat ayında Yeni Şafak Gazetesi'nde yayımlanan bir haber İstanbul TMŞ Polisi'nin yeni bir senaryoyu uygulamaya koyduğunun da habercisiydi.
Haberde İbrahim Çiçek ve aynı dosyada yargılanan A. Hıdır Polat ve Ziya Ulusoy'un tahliye edilmelerinden sonra, MLKP örgütünün toparlamaya çalıştığı v.b içerikli bildik kalıp cümleler yer alıyordu.
İbrahim Çiçek, A. Hıdır Polat ve Ziya Ulusoy oracıkta suçlu ilan edilerek, infaz edilmiş, yeni bir polis komplosunun startı verilmişti!
Ancak 17 Mayıs 2011'de tahliye olan bu üç sosyalistin polisin iddialarına kanıt oluşturacak her hangi bir durumları söz konusu değil.
İbrahim daha hapishanedeyken 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri'nde İstanbul 1. Bölge bağımsız milletvekili adayı gösterildi.
Tahliye olduğunda da hemen ertesi seçim çalışmalarına fiilen katıldı.
Tüm duruşmalarda devrimci, sosyalist bir gazeteci olduğunu, yıllardır Atılım Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmenliği'ni yaptığını açık açık dile getirmiş, kendi şahsında ve gerçekte Atılım Gazetesi'nin yargılandığını belirtmişti!
Dışarı çıktığında da kendisiyle yapılan tüm röportajlarda belirttiği gibi "nerede kalmıştım" diye sormadan sosyalist bir gazeteci, siyasetçi olarak işlerine devam etti, seçim çalışmalarını yürüttü.
Yani ortada ne bir yanlış, ne de polis komplosuna malzeme olabilecek en küçük bir maddi kanıt vardı; olamazdı da!
Polisler her zamanki gibi Terörle Mücadele Kanunu'ndan (TMK) aldıkları güçle, Türkiye'de hukuksuzluğun ve adaletsizliğin ulaştığı boyut sayesinde böylesine pervasız ve rahat davranıyor, davranabiliyor.
İbrahim, A. Hıdır Polat ve Ziya Ulusoy her hafta ikamet ettikleri semt karakolunda imza atıyorlardı.
İbrahim'in imza günü Perşembeydi.
Aynı gün Kandıra'ya ziyaretime de geliyordu.
Ve bu koşullarda İstanbul TMŞ polisleri iki dosya arkadaşım ve sevgilimle ilgili yeni bir komplo senaryosunu uygulamaya koydu.
Şubat ayında Yeni Şafak Gazetesi'nde yayımlanan haberlerle ilgili İbrahim gazetenin Genel Yayın Yönetmeni'yle görüştü.
O görüşmede haberin bizzat polis tarafından polis muhabirine verilerek yayımlattırıldığı, kendilerinin de dikkatinden kaçtığı İbrahim'e söylemiş ve özür dilenmişti.
Bu durumu telafi etmek için de şayet İbrahim isterse bir tekzip/açıklama yayımlatabileceklerini ya da gazetenin röportaj sayfasında İbrahim'le röportaj yapabileceklerini belirtmiş, bu konuda anlaşmışlar ve randevuyu bildireceklerini söylemiş Genel Yayın Yönetmeni.
Ancak daha sonrasında ne Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni randevuyu bildirmek için aramıştı ne de İbrahim işlerinden zaman ayırıp, bu meseleyi çözmek üzere bir kez daha Yeni Şafak Gazetesi'ne gidebilmişti!
Ve tam böyle bir süreçte 23 Haziran akşamı radyo haberlerini dinlerken İbrahim ve iki dosya arkadaşının gözaltına alındığını öğrendim.
Hapishanede merakla ve kaygıyla haberleri kovalarken, 25 Haziran'da çıkarıldıkları Çağlayan Adliyesi'nde Ziya Ulusoy savcılıktan, İbrahim ve A. Hıdır Polat'ın mahkemeden bırakıldıkları haberiyle rahatladım.
Fakat ertesi gün Atılım Gazetesi ve teknik işlerinin yapıldığı Etkin Ajans'ın TMŞ polislerince basılması İbrahim'lerin sorgu Hâkimliği'nden bırakılmasına karşı bir ataktı.
Ve belliydi ki, İstanbul TMŞ polisleri uygulamaya koydukları komplo senaryosunu hiçbir şekilde boşa çıkarmamakta kararlı olduklarının da bir göstergesiydi, işaretiydi.
Bu tip durumlarda TMŞ polislerinin yargı üzerindeki etkisi sır değil.
İbrahim ve iki dosya arkadaşlarını o hafta içinde gerçekleştirdikleri MLKP operasyonuna monte etmek çabaları tahliyeli sonuçlanınca, 2 Temmuz 2012'de İbrahim ve A. Hıdır Polat için yeniden bir tutuklama kararı çıktı.
Yeni Şafak gazetesinin haberi ''gerçek'' çıkıyordu.
Ve o zaman İbrahim bu komployu, bu ''cinayeti görmüş'' açığa çıkarmaya çalışmıştı!
Bu kez devreye Akit ve Bugün gazeteleri girdi.
Bugün'ün manşeti "Kanlı Örgütten Denetimli Firar" idi.
Bütün bu oyunları teşhir etmek, gerçekleri açığa çıkarmak gerektiğine inanıyorum...
Bu nedenle tüm duyarlı kişi ve kurumları 6 Eylül 2012 Perşembe günü Çağlayan 10. ACM'de sabah 10.00'da görülecek duruşmaya katılmaya benimle, bizimle dayanışmaya çağırıyorum! (FE/BA)
* Füsun Erdoğan, 23 Ağustos 2012, Gebze Kadın Kapalı Hapishane