3 haziran 2013’te nazım hikmet ran’ın aramızdan ayrılalı 50 yıl dolacak.
dünya güneşin etrafında 50 kere döndü ve bu elli yılda nazım’ın hayal ettiği ve etmediği pek çok olay oldu, pek çok şey değişti...
onun zamanında olan, bildiği bir çok şey artık yok! büyük bir umutla ‘olacak’ dediklerinin büyük kısmı da hâlâ herkesin “umudu” olmayı sürdürüyor...
birçok kesim bu hafta sonundan başlayarak her yıl olduğu gibi yine nazım hikmet’le ilgili etkinlikler düzenleyecek.
bunlardan birisinin bilgisi de bianet etkinlik rehberinde yer vermemi sağlamak üzere yaklaşık 10 gün önce geldi. iki üniversite öğrencisi, hiçbir örgüt, politik yapı ve platform içinde olmadan, kendiliklerinden bir anma etkinliği düzenleyeceklerini ve etkinliklerine sayfamda yer vermelerini istiyorlardı.
çınar yaprakları, turna kuşları
mesajlarındaki ilgimi çeken bölümlerden birisi şöyleydi:
“vasiyetini yerine getiremesek de onun için çınar yapraklarına şiirlerini yazarak bir ağaç yapacağız.. turna kuşlarıyla süsleyeceğiz.. tüm bunları yüreğimizdeki nazım’ı anlayarak, tanıyarak yapacağız.. nazım’ı selamlayarak,onu bugünde yaşatarak.. isteyen herkes; ister beş dakika uğrayabilir; isterlerse tüm etkinlik boyunca bizimle olabilirler.”
tarzları, yaklaşımları ve benden istedikleri ilginç geldi. eğer istanbul’da olsaydım, onlara katılırdım. ama uzaktan da olsa bir şeyler yapabilirim dedim ve onlarla etkinliklerine ve nazım’la ilgili duygu düşüncelerine dair bir e-söyleşi yapmak istedim. kabul ettiler.
bana yazan iki arkadaştan sevgili ebru keser rahatsızlığı nedeniyle sorularımı yanıtlamayı çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkileri bölümü öğrencisi sevgili bilge soylu’ya bırakmış. aldığım yanıtların içtenliğini siz de verilen yanıtlarda hissedeceksiniz ve eminim yarın (2 haziran, Pazar) 14.00’den itibaren istiklal caddesi büyükparmakkapı sokaktaki “uçanev” kafe’ye giderek onlara bir “merhaba” diyecek ve “nazım”ı onlarla birlikte anacak, düşüneceksiniz.
böyle bir “nazım etkinliği” yapma düşüncesi neden, nasıl ve ne zaman aklınıza geldi?
bir 3 hafta kadar önce kahvaltı yapıyorduk kafede, ‘haziranda ölmek zor’u dinliyorduk. 3 haziran geliyor dedik ve birazcık sustuk. aklımıza bu fikir geldi. aslında daha önce neden önemli kişileri anmıyoruz demiştik. bir şeyler yapalım dedik.
mesela arada bir hatırlamakta değil aslında, yani bence insan yaşıyorsa arkasında bir şey bırakmalı, onu anlatan onu yaşatan ve başkalarını da yaşamış hissettiren. “nazım bunu yaptı. “biz bu etkinliği yapıyoruz bakın hatırlayın siz de değil” aslında, onu yaşıyoruz onun anılarını yaşatıyoruz.
bunu yaşama geçirmek için bu güne kadar neler yaptınız? etkinliğin düzenlenme süreci nasıl geçti?
kısaca şöyle anlatabilirim ki size: ebru ile ben büyük bir heyecan ile düşündük neler yapabilir diye. bir plan çıkardık, vakıflara gittik, basın ile iletişime geçtik, kafe içerisinde pano hazırladık, etkinliği yapacağımız yerde çınar ağacı yapacağız ve turna kuşları yaptık (kız çocuğu şiirin hikayesinden dolayı). yani az zamanımız vardı. ikimizin de okulu olduğu için iş bölümü yaptık ama hep kolektif çalıştık.
içimize sindiğini düşünüyorum, yani güzel bir çalışma yaptığımızı düşünüyorum. ne kadar başarılı olur ve olmuştur bilmiyorum ama en azından alışveriş merkezlerinde gezmektense böyle bir şey ile uğraşmak bana daha mantıklı geliyor.
tek görev ‘ders çalışmak’ değil!
bu etkinliği dışarıda değil de “üniversite içinde yapmak isteseydiniz” neler olurdu?
üniversite içerisinde bu tür etkinlikler maalesef eğer sol ağırlıklı ise okulunuzda yapılamıyor. evrim paneline bile hocalarımız alınmamıştı. genelde kutlu doğu haftası gibi etkinliklere izin veriyorlar.
hocalarımızın sendikalarla ilgili panosunu sökmüşlerdi, geçen yıllarda okulda pano yapıyordum işçilerle ilgili haberleri okulun sevgili ‘reis’i söküyordu, bir de bize yakın davranan muhbirleri vardı. yani insanın çok da politik olması gerekmiyor. ben insanları, öğrencileri anlamıyorum.
sağ görüştekilerin müdahale etmesini anlıyorum ama bir üniversite öğrencisinin bu kadar duyarsız olmasını anlayamıyorum. herkes mezun olunca ‘ceo’ filan olacağını düşünüyor herhalde ve korkuyorlar. bir tarafta insanlar ölüyor başka insanlar yüzünden, kendileri de işsiz kalıyor ama böyle bir şey yaparken ‘hımm iyi’ deyip uzaktan, biz dayak yerken ‘ayy kaçalım’ diyorlar. ilginç!
zaten okul yönetimi tamamen iktidar yanlısı; bir üniversite öğrencisine aydın diyorlar ama tek görev olarak ‘ders çalışmayı’ yüklüyorlar. sus otur okulunu bitir yoksa atılırsın mantığı hakim idari kadroda.
nazım hep aklımızda
nazım’ın yapıtlarıyla ilk karşılaşmanız ne zaman ve nasıl oldu? bugün nazım’ın yaşamınızdaki yeri nedir? ne zaman ya da ne sıklıkla aklınıza gelir, neden ve nasıl gelir?
nazım’ın yapıtlarıyla ilkokul yıllarımda tanıştım, farkında mıydım bilmiyorum ama önem verildiğini anlayabilmiştim. dedem emekli öğretmendir ve nazım’ın tüm kitaplarını okumuştur. altları kırmızı kurşun kalemle çizilmiş ve notlar alınmıştır, benim de dikkatimi çekmişti, kitapları bana verdi ve köyden eve getirdik. ablam benden daha önce tanışmıştı ve okumuştu ben daha sonra okudum aslında okurken anca kısa şiirlerini, aşkı anlatan şiirlerini anlayabiliyordum.
‘bir vatan haini’ni, ‘mehmete şiirler’i ortaokul ve lise yıllarımda anlayabildim. ama çevremdeki ona karşı insanlara rağmen bilinçsizce savunuyordum, çünkü önemliydi biliyordum. kuzenlerim, teyzelerim, arkadaşlarım okuyordu , seviyorlardı. bugün ‘yaşamımda çok büyük yeri var’ diye klişe bir laf etmeyeceğim. aslında yaşamımda büyük bir yer ayırmış olmak da değil mesele, buna ihtiyacı yok çünkü. bu toplumda, bu dönemlerde her gün her dakika aklıma geliyor zaten. savaşlarda çocuklar ölürken ‘kız çocuğu’ şiiri geliyor, ülke satılıyorken ‘….. çek defterlerinizse vatan, evet ben vatan hainiyim’ diyesim geliyor. işçi ölümleri olurken ‘dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle, işçi tulumuyla’ diye bağırasım geliyor. yani hayatımda bu kadar yeri var demek istemem yani, bir annemin, babamın, ablamın, sevgilimin hatta bu etkinliği yapacağımız yer olan işimin bile hayatımda yerlerini belli edebilirim belki de ‘kocaman’ derim, ‘sonsuz’ derim ama nazım için, sabahattin ali için metre kare söyleyemiyorum hayatımdan.
şimdiki üniversite öğrencilerinin ne kadarı sizce nazım’ı tanıyor, biliyor, kitaplarını okumuştur, en azından bir şiirinin tamamını ezbere bilir?
bence hepsi biliyordur. yıllar önce çok küçükken dedem bana nazım’ı tanıyor musun demişti bende sevinir, gurur duyar sandım ‘evet’ dedim. soyadı, ne ne iş yapar, nasıldır gibi detaylar sorup cevap veremeyince, ‘sen nazım’ı tanımıyorsun sadece biliyorsun’ demişti.
günümüzde de öyle bence nazım işte, hani ‘ben artık şarkı dinlemek değil söylemek istiyorum’ demiş ya veya karşılıksız aşklar yaşayınca elmanın da beni sevmesi gerekmiyor gibi cümleler kadar tanıyorlardır. hatta çoğu bir siyasi tarafı olmasa bile neden vatan haini denildiğini, neden ülkeden gitmesi gerektiğini bile bilmiyorlardır.
şehirlerde fırsat daha çok
anadolu ile istanbul'da yaşayanlar arasında bir fark olduğunu düşünüyor musun?
anadolu ile istanbul arası, yani anadolu’dan kasıt nedir o önemli. mesela bende anadolu’dan geldim ama dedem sayesinde öğrendim. belki sadece köyde yaşasaydım ve köyde beni aydınlatacak kimse olmasaydı tanıma şansım olmazdı.
istanbul’da olmak hele de şu anda çok daha şanslı olmaktır. yani şehir hayatı olduğu için değil, daha çok kültürel faaliyetler olduğu için. istiklal’de gezse bile biri hiç bilmese bile tünele doğru giderken solda dostlar tiyatrosunun afişini görüp, genco erkal ve nazım’ın bir şiirinin tiyatrosunu görür. aslında bunlar birazcık da kişinin yetişmesi ile ilgili.
hani ‘aşırı atatürkçü’ birine derler ya, ‘peygamber mi ki o olmasaydı başkası da kurtarırdı ülkeyi’ diye, birazcık da öyle bence. yeni nesil de ‘nazım olmasaydı bilemez miydik ki savaşın kötülüğünü’ deyip hatırlamak bile istemeyebilir.
özel çalışma alanı ya da eğitim konusu edebiyat olmayan gençlik, üniversite gençliği ve hocalarınızın genel olarak edebiyatla, özel olarak da nazım’la ilişkisi hakkında neler düşünüyorsunuz?
son zamanlarda tıp gibi sayısal alanlarda okuyanların edebiyata daha düşkün olduklarını fark ettim. neden bilmiyorum, ama yakın çevremin ve hocalarımın nazım’la ilişkisi de sol jargondan gelmektedir. ancak son zamanlarda gençlik yeni çıkan vampir, bilim kurgu gibi kitapları seviyorlar, saygı duyuyorum
hayallerden, aşktan konuşurduk
nazım sağ olsaydı, ya da onun yaşadığı dönemde ve onun olduğu yerlerden birisinde yaşasaydınız, onunla görüşme olanağınız ve bir gününü size ayırsaydı ne yapardınız?
‘keşke böyle bir fırsatım olsaydı’ demiyorum çünkü nazım’ın şiirlerini okurken, filmlerini izlerken yakından tanımış olma hevesi değil sadece anlamaya, neye dair ve nasıl bu kadar güzel bir insan olabildiğine odaklanıyorum.
ama böyle bir fırsatım olsaydı aslında derin bir sohbet etmek isterdim. teorilerden çok hayallerden, gündelik yaşamdan belki de o samimi duygusu ile yemeklerden, aşklardan… veya sadece bir şair ve okuyucu olarak değil de yaşadığı dönemde yaşasaydım belki de böyle bir insandan yardım isterdim, fikirler alırdım, güç alırdım. daha çok politik ve yaşama dair şeyler yaparken, nazım’ın beni daha çok aydınlatacağını bilirdim.
sizce düzenlediğiniz bu etkinliğe kaç kişi gelecek? tepkileri ne olacak? neler umuyorsunuz?
kişi sayısını bilemiyorum. çok kişi beklemiyorum ama gönül ister ki çok kişi gelsin ve bir turna kuşu yapsın, yeter. ama bir kişi bile gelse ve mutlu olsa, anlamlı bulsa, kendini hissetse benim için güzel bir şeydir. (ms/yy)