Birinci nesil web'de internet sitesi ziyaretçileri sadece okuyucu ve site içeriğini tüketenler durumundaydılar. Yeni nesil web ise bizzat kullanıcılar tarafından yaratılıyor. Artık web dünyasından ne kadar faydalanıldığı, ona kimin ne kattığı önemli hale geliyor. Kullanıcıların yaratıcı taraf olduğu blog, forum, dosya paylaşımı ve kişiselleştirilebilir web uygulamalarının tümü bu bakımdan Web 2.0 kapsamında değerlendiriliyor.
Bu anlamda, Web 2.0 kavramı, internette kullanıcıların etkin konuma geçtiği yepyeni bir dönemi, daha da önemlisi radikal anlamda bir paradigma değişimine işaret ediyor. Kendisi de bir bakıma bir Web 2.0 uygulaması olan Ekşisözlük'te bir yazar, biraz da tereddüt içerisinde ama vurucu ve ilginç bir üslupla bu kavram hakkında şunları yazmış:
"Web demokrasidir. şu anda yaşadığımız anlamda demokrasi. Orada bir şeyler vardır ve biz onlara ulaşabildiğimiz için özgürüz sayarız kendimizi. Web 2.0 da demokrasidir. Olması gerektiği anlamda demokrasi. Ora yoktur. Her şey her yerdedir. İstediğimizi değiştirebilir, en azından değiştirmeye çalışabiliriz. Değiştiremediğimize antitez yaratabiliriz. Yarattığımızı karşı olduğumuz şey kadar kişiye ulaştırabiliriz".
Özetle diyor ki, Web 2.0 katılımcı demokrasidir ama katılımcının "kral" olduğu bir demokrasi... Eksisi ve artısıyla...
Yeni iletişim platformunda kim nerede duruyor?
Bu bakımdan hayat, iletişim sürecinin bugüne kadar etkin tarafında yer almaya çalışanlar cephesinde radikal bir biçimde değişiyor, hızla farklı biçimlere doğru evriliyor.
Örneğin kitle iletişim araçları. Bu konuda, zamanında the Associated Press'in (AP) CEO'su olan Tom Curley 'in yaptığı önemli bir konuşmada dikkat çektiği hususlar dikkate değer:
Curley internetin, medya kuruluşları tarafından üretilen haberler için herhangi bir dağıtımı kanalı değil artık bilfiil bu kuruluşların yeni iş ortamı haline geldiğini belirterek üç noktanın altını çiziyor:
* Önümüzdeki dönemde içerik, onun taşıyıcısından çok daha önemli olacaktır. Biz onu ne kadar bir yere bağlamaya çalışırsak çalışalım yeni teknojiler (RSS vs.) bu kiliti açacaklardır.
* Bundan böyle haber tüketicisi içeriğin bulunduğu mecraya gitmeyecek, içerik onun ayağına gelecek. İçeriğin muhtelif parçaları -hikaye, resimler, video klipler- bizi onu hangi sunumun içerisinde birleştirmiş olursak olalım, hepsi kategorize edilmiş ve markalanmış biçimde parçalara ayrılıp, masaüstü bilgisayarlarda, mobil cihazlarda talep üzerine tüketimi amaçlı olarak tekrar biraraya getirilecekler.
* Bir "okuma" öznesi olarak haberler, yerine bir sohbet olarak haberlere bırakacaklar.
Bu süreç özünde, geleneksel medyada, gazeteci ile okuyucusu arasındaki yerleşik güç ilişkisinin altüst olması anlamına geliyor. Mecranın fiilen önemi azalırken, içeriğin ve onu hazır hale getirenin değeri ve bu haberin müşterileri olan okuyucuları ile kurabildiği sohbetin sahiciliği öne çıkıyor.
Benzer bir dönüşüm süreci şirketler, başta olmak üzere kurum ve kuruluşlar için de yaşanıyor. 90'lı yılların ilk yarısında ilk ortaya çıktıklarında kurumsal web siteleri daha çok bir kurumsal broşür havasındaydılar. Kısa zamanda bunun geçerli ve yeterli olmadığı anlaşıldı. Bir adım ötesi olabildiğince gerçek hayatı taklid eden siteler kurmak oldu; tüketiciler, kullanıcılar kendilerini evlerinde gibi hissetmeliydiler. Dahası kişiler, kurumun temsil ettiği değerler dünyası içerisine çekilmeliydiler.
Bu dönem web siteleri için, en sık kullanılan metaforlar alışveriş merkezi, şehir, eviniz, odanız... Aynı şekilde web sitelerinin genel işleyiş mantığının bir "yayıncılık" anlayışı üzerine kurulu olduğu bir dönem. Dolayısıyla internet kullanıcıları da birer "izleyici".
Neyse ki en azından Batı'da zamanla şirketler tarafından internetin bir televizyon olmadığı, gerçek hayatı taklidin de bir işe yaramadığı, internetin kendine has kuralları olan farklı bir mecra olduğu anlaşıldı.
Devamında "web hizmetleri" kavramı etrafında hizmet odaklı bir web mimarisinin adımları atıldı hızla. Bugün artık dünyanın en çok ziyaret edilen kurumsal web siteleri bir "yer" değil, esnek biçimde birbirleri ile bağlantılanmış bir hizmetler toplamı. Bir başka deyişle bu siteler artık sanal yerler değil bir tür sanal aktörler...
Örneğin en başından bu işin öncüsü olarak yer alan Amazon.com 'u ziyaret ettiğiniz zaman artık karşınızda bir sanal kitaplık veya market görmüyorsunuz. Onun yerine, sizin için tasarlanmış bir hizmetler bütün karşınıza çıkıyor. Sizi tanıyor, size önerilerde bulunuyor, son ziyaretinizden bu yana yeniliklerini size gösteriyor, size para kazanma fırsatları sunuyor, sunduğu ürürleri değerlendirmenizi, puanlamanızı istiyor ve daha bir sürü şey. Böylelikle sizin alışveriş yaptığınız bir dükkan olmaktan ziyade, fiilen sizin bir parçanız haline geliyor.
Peki sadece şirketler mi bu dönüşümü yaşayan; tabii ki hayır! Batı ülkelerinde kurumların önemli bir bölümü yaşıyor bunu. Bu dönüşümün uç noktada bir örneğini görmek için bu linki tıklamanızı öneririm:
Evet, Amerika Birleşik Devletleri'nin ordusunun web sitesi... Bakınız ve kıyaslayınız...
Türk medyası ve kurumsal Türkiye nerede?
Türk internet kullanıcılarının geldiği nokta ile kıyaslanacak olursa, son söyleyeceğimizi en baştan söyleyelim, 16 milyon internet kullanıcısının olduğu bir ülkede henüz her iki cephede ağırlıklı geleneksel duruşta.
Daha açık bir biçimde ifade etmek gerekirse, belli gelişmeler olmakla birlikte bunların çoğu henüz yüzeysel düzeyde, henüz ne medya da ne de kurumsal Türkiye (şirketler ve kamu birarada) internetin gerçek anlamda bir sosyal dönüştürücü anlamda Türk toplumunda yol açmakta olduğu sonuçların öngörüsüne sahip değil. Bu alanda dünyanın çok uzağında olmasalar da, fark sanırım konu ile bağlantılı düşünme süreçlerinde...
Bir kıyaslama olarak belirtmek gerekirse, Batı ülkelerinde bu olgu sosyal, politik ve ekonomik sonuçları itibarı ile derinlikli tartışmalara, beraberinde dirençlere ve aynı ölçüde heyecanlı girişimlere yol açarken, biz de daha çok vurdumduymazlık veya istisnalar dışında daha çok uygulamalar düzeyinde bir girişimcilik düzeyinde yaşanıyor.
Bu bakımdan örneğin, medya düzeyinde ele alındığında, kuşkusuz kayda değer örnekler de var. Hürriyet yakın zaman içersinde bu konu da önemli bir hamle yaptı, gazetesinden farklılaşan bir editoryal çizgi, daha çok interaktivite,vs, bunun ilk işaretleri. Ayrıca Sabah da daha yeni görselliği öne çıkaran yeni bir ara yüz ile karşımızda; keza Milliyet bu konuda en ön alan kuruluş olarak bin 700'ü aşan blogcusu ile dikkat çekiyor.
Ancak bu kadar. Daha fazlası yok şimdilik. Buna karşın internetin kendi mecraları gelişiyor. Hem de hızla.
Kurumsal cephede ise, durum biraz daha kötümser. İnternetin Türkiye'de ilk yaygınlaştığı dönemde, herkesten önce, onlar harekete geçmişti ama sanki şimdi, ya gelişim sürecini anlayamadıklarından, ya da alışkanlıkların köreltici etkisi ile, geriden geliyorlar. Bir örnek vermek gerekirse, Türkiye'nin en büyük holdinginin web sitesine göz atacak olursanız, orada holding CEO'sunun en son mesajının 2005 yılı faaliyet raporundan olduğunu görürsünüz... Ne yazık ki biz potansiyel Koç müşterisi olan internet kullanıcıları 2007 yılında yaşıyoruz!!!
Bunda kuşkusuz iletişim profesyonellerinin de hatası var. Ama asıl sorun öyle gözüküyor ki, Türk kurum ve kuruluşlarının (ekonomik aktörlerden bürokrasiye ve siyaset dünyasına kadar) henüz çift yönlü iletişimin beraberinde getirdiği potansiyel sıkıntıları göğüslemeye hazır olmamaları...(ACİ/EÜ)
* A. Cem İlhan, Tribeca İletişim Danışmanlık'ın kurucusu ve Genel Müdürü. Bu yazıyı Cem İlhan'ın şirket sitesinde yayınladığı blogundan alıntıladık. Vurgular bianet'e aittir.