Seks psikoloğu Hongli Zhen'i kadınlara cinsellik hakkında cesaretlendirici brifingler verirken izliyoruz. Ne de olsa erkek egemen bir toplumda seks konusunda da en yüksek bedeli yine kadınlar ödemektedir.
Zhen bilhassa erkek partneri olmayanlara mastürbasyonun faydalarını anlatıyor. "Fiziksel tatmin için erkeklere bağımlı olmak zorunda değiliz… 49 yaşındaki bir kadının cinsel arzu duyması lazım". Teknolojinin ileri safhasındaki mastürbasyon aletleri tanıtılırken dul Xiao'nun yüzündeki şaşkınlık görülmeye değer.
Fallen Flowers Thick Leaves (Dökülmüş Çiçekler Kalın Yapraklar) adlı belgeselde seks hakkında yanlış bilgisi olan Çinli kadınların seksten utandıklarını veya cinselliği erkek için bir fedakârlık gibi gördüklerini öğreniyoruz.
"Ebeveynimizden veya öğretmenlerimizden seks konusunda hiçbir şey öğrenmedik".
Hollanda/Almanya ortak yapımı belgeselde geleneksel Çin toplumunun seks konusunda çok daha açık olduğu, Mao'nun devrimiyle cinselliğe de sekte vurulduğu belirtiliyor. Laetitia Schoofs'in yönettiği 85 dakikalık eğlenceli filmde toplumun evlenmeyen ve çocuk sahibi olmayan kadınlara günümüzde bile hilkat garibesi olarak baktığını da görüyoruz.
Bağımsızlığını kazanmış, güçlü, çekici ve eğitimli kadın da zaten erkeklerin korktuğu bir varlık haline geliyor.
Plastik Çin
Dünyanın en büyük plastik ithalatçısı Çin'e, Avrupa, Amerika ve Asya'dan getirilen plastik, ülkenin 30'a yakın kentinde işleme tabi tutuluyor. Yönetmen Jiu-liang Wang Plastic China (Plastik Çin) adlı belgeselde bizi küçük bir aile işletmesiyle tanıştırıyor olsa da, manzaranın geneli hakkında gayet isabetli gözlemler yapmamızı sağlıyor. Epeyce sağlıksız koşullarda, düşük olduğunu tahmin ettiğimiz ücretlerle çalışanlar yalnız büyükler değil, plastiğin içinde büyüyen, eğitimden de mahrum bırakılmış küçücük çocuklardır.
Dünyanın en geniş belgesel etkinliklerinden Amsterdam'daki IDFA'da Çin'in varlığı her geçen gün daha çok hissedilirken Çin yapımı Plastic China gibi eserlerle ülkenin kendini eleştirmeye başladığını, eskiden baskıyla yıldırmaya çalışılan belgeselcilerin adeta cesaretlendirildiği ve desteklendiği görülüyor.
Plastik işletmesinin sahibi hırslı Kun'un belirli bir refah seviyesine ulaşmasıyla aklına gelen ilk şey mahalleliye fiyaka yapabilmek için araba satın almaktır. Arsız kapitalist sistem tüm çarpıklığıyla Çin toplumunu boyunduruğu altına almıştır.
Çinli Van Gogh'lar
Emek sömürüsünün bir diğer örneği, özellikle Avrupalı ressamlar tarafından yaratılmış klasik eserlerin kopyalarının yapıldığı atölyelerde karşımıza çıkıyor. 2015 yılında resimlerin satışından elde edilen kâr 65 milyon dolarlara varmış olmasına rağmen derme çatma işyerlerinde, ilkel şartlarda, zorlayıcı tempolarla çalıştırılanlar emeklerinin karşılığını pek alamıyorlar.
Hollanda/Çin ortak yapımı, 81 dakikalık belgeselde senaryonun zoruyla Amsterdam'a seyahat ettirilen ressamlardan Xiaoyong Zhao'nun yaşadığı kültür şoku da cabası. Ailesiyle birlikte şimdiye kadar 100 bin civarında Van Gogh kopyası ortaya çıkarmış olan kahramanımız Avrupa'da eserlerinin şık galerilerde teşhir edildiğini sanmaktadır. Oysa gayet düşük ücretlere satın alınan kopyaların birkaç misline satıldığı yerler, turistlere yönelik hediyelik eşyayla dolup taşan kişiliksiz büfelerdir. Yönetmen hanesinde Haibo Yu ve Kiki Tianqi Yu adlarını gördüğümüz China's Van Goghs (Çin'in Van Gogh'ları) adlı belgesel eğlenceli bir seyirlik.
Hayal İmparatorluğu
Çinliler'in daha çok duygularının sömürüldüğü dinamiklerde de yabancıların payı gayet yüksek!
Memleketteki şehirlerde hava kirliliği zirveden zirveye koşarken tıkanmaya çoktan yüz tutmuş emlak piyasası mallarını satmakta epeyce zorlanmaktadır. Kısa bir süre öncesine kadar yeşil alan veya tarım alanı olan bölgeler beton yığınlarıyla kaplanırken bölge insanlarını ikna etmek, imajlarıyla Çinlileri büyüleyen çoğu Batılı, bazıları Afrikalı, yabancı konu mankenlerine düşer.
Hayalet kentlere dönüşmekte olan, çok katlı ruhsuz apartmanlardan müteşekkil yerleşim merkezlerindeki tanıtım kokteyllerinde ortalıkta dolaşan yabancıların mevzubahis binalarda ikamet edeceği bir ikna stratejisi olarak kullanılıyor.
Çin'de tamamıyla şahsi nedenlerle bulunan sözkonusu yabancılar, özellikle iş dünyasında umduklarını bulamamakla birlikte, kasting ajanslarının favorileri haline gelip geçimlerini gayet güzel sağlayabiliyorlar. Bazı dinamiklerde, çoğu çakma müzisyen, şarkıcı veya dansçı olarak, inandırılması gerekenlerin karşısına çıkarılıyor, vasatın altında performanslar sergileseler de enayi yerine konan Çinli müşteriler için yeterince egzotik bir manzara oluşturuyorlar.
Danimarka yapımı Dream Empire (Hayal İmparatorluğu) adlı 73 dakikalık belgesel Çin'deki çarpık şehirleşmeyi layıkıyla teşhir ediyor. Yönetmen David Borenstein küçük insanlık dramlarıyla bezediği yapımında köksüzleştirilmiş insanlara sunulan zevksiz yerleşim alanlarının insanı yabancılaştırdığını, mutsuzluğun derin çukuruna sürüklediğini de bir kez daha kanıtlıyor.
İntihara Giden Yol
Türkiye'nin öykündüğü ülkelerden Çin'in iktisadi genişlemesiyle gelir dağılımı veya mutluluk oranının bir olduğu söylenemez. Özellikle kırsal kesimden şehirlere göç edip hayallerinin yakınına bile yaklaşamayan birçok insan için geride kalan tek ihtimal intihar gibi gözüküyor.
Etraflarını kuşatan göz kamaştırıcı ürünlere, parıltılı yaşam tarzlarına ulaşmalarının imkânsızlığını fark eden vatandaşların çoğu, çareyi Yangtze Nehrinin üzerindeki köprüye gidip nehrin sularına atlamakta buluyor.
Neyse ki 12 senedir intihar etmeye yeltenenleri gözleyip onları kararlarından vazgeçirmeyi başaran Chen Si köprünün muhtelif köşelerinde, tetikte bekliyor. Bugüne kadar 250’den fazla insanı kurtarmış olan kahramanımızın da aslında yaşamı hiç parlak değildir, tesadüfen bulaştığı bu gönüllü meslek onun sadece hayata tutunmasını sağlayan bir supaptır.
Tabii ki medyanın da gözbebeği olduğu dönemlerde gururu fazlasıyla okşanır, duygu yüklü muhabirler dramatik kurtarışlarını defalarca kendisinden dinleyip emellerine alet ederler.
Almanya yapımı, On the Bridge of Death and Life (Ölüm Kalım Köprüsünde) adlı 98 dakikalık belgesel çözülmekte olan bir topluma ayna tutuyor. Yönetmen Lola Jia Liu vadedilmiş saray kapılarının dar bir kesime açıldığını, geriye kalanların birer atık gibi sistemin dışına püskürtüldüğünü hatırlatıyor. (MT/NV)