*Fotoğraf: AA
Türkiye bir çılgınlık tehlikesi ile karşı karşıya. Burada söz konusu olan, çılgın proje diye adlandırılan Kanal İstanbul değil. Zira çılgın ve proje kavramlarının bir arada kullanılması, sadece bir cehaleti sergilemekten ibarettir. Proje, başlanacak olan işin bir çılgınlık olmaması için yapılan hazırlığın adıdır. Aklına bir şeyler gelmesini proje zanneden insanlara bunu anlatmak zor.
Türkiye bugünlerde bir projesi olmadığı için çılgınlık tehlikesi ile karşı karşıya. Ülkenin başında, her şey kötü giderken kitleleri etkileyici bir şeyler yapmak zorunda olduğunu hisseden bir yönetim var. Bütün numaralarını bitirmiş, bütün hileleri yapmış, fakat artık seyircilerin alkışlamadığını gören bir sihirbaz gibi. Şapkadan yeni bir şey çıkarması gerektiğinin farkında.
Ne büyüme ne paylaşma
İktidarın ekonomi konusunda yapabileceği neredeyse hiçbir şey kalmadı. İşsizlik yoksulluk gibi insanları doğrudan ilgilendiren sorunlardan söz etmiyorum. O konularda adım atmaya niyetleri olmadığı için, yoksulları “Siz aslında yoksul değilsiniz”, işsizleri de “Siz aslında nitelikli değilsiniz” diye ikna etmeyi deniyorlar. Belli ki çok da umurlarında değil.
Fakat ekonominin genel göstergelerinin de görülmemiş ölçüde kötü olması onlar için de önemli. Bu veriler sadece yoksul işsiz insanları değil, iktidarın dayandığı kesimleri, şirketleri, iş insanlarını da doğrudan ilgilendiriyor.
Uluslararası Para Fonu (IMF) bu ay içinde Dünya Ekonomik Görünüm Raporunu yeniledi. IMF küresel ekonomiye iyimserlik saçmayı görev addeden kurumların başında geldiğini bu raporda da gösterdi. Bu yıl küresel ekonominin yüzde 6, gelişmekte olan ülkelerin yüzde 6,7 büyüyeceğini tahmin ediyorlar.
Aynı iyimser bakış Türkiye ekonomisi için de geçerli. 2019 yılında yüzde 0,5, 2020 yılında yüzde 1,8 büyüyen ekonominin 2021 yılında da yüzde 6 oranında büyüyeceği tahmin edilmiş. 2022 yılında da yüzde 3,5’lik bir büyüme uygun görülmüş.
Başlı başına bu iyimser tahminler bile Türkiye’nin en azından önümüzdeki iki yılı ekonomik sorunlarını çözemeden geçireceğinin göstergesidir. Türkiye ekonomisi 2013'te 940 milyar dolar dolaylarına yükseldikten sonra devamlı küçülme yolunda. 2017’de 859, 2018’de 778, 2019’da 761, 2020 yılında 717 milyar dolara kadar küçüldü (bu hale negatif büyüme demeyi tercih ediyorlar).
Eğer IMF’nin büyüme tahminleri doğru çıkarsa Türkiye ekonomisinin bu yıl 760 milyar dolar, 2022’de de 786 milyar dolar düzeyine ulaşması beklenir. Yani işler yolunda giderse bu yıl 2019, seneye de 2018 düzeyini tutturabiliriz. Beterin beteri var, Hazine ve Maliye Bakanlığının Eylül 2020’de hazırladığı "Yeni Ekonomi Programı"nda 2021 hedefi 735 milyar dolardı.
Bu kadar küçülen bir ekonomide yatırım yapmanın anlamı yok. Sadece ülkeye güvenmeyip kaçan yabancı yatırımcılar için değil, yatırımcının her türü için geçerli. Toplam talebi artmayan, tam tersine sürekli azalan, mevcut tesislerin üretim düzeyini düşürmek zorunda kaldığı bir ekonomiye kim neden yatırım yapsın?
Küresel sorunlar
İktidar da çaresizliğinin farkında ki, iç talebi yükseltecek anlamlı politikalar uygulamıyor, yoksulluğun sürdürülmesine imkan verecek yardım politikalarıyla yetiniyor. İçeride gelir dağılımında adaleti sağlayamayan her hükümet gibi, umudunu dış talebe bağlamış.
Fakat güncel veriler dış talep konusunda da umutlu olmaya imkan vermiyor. Türkiye 2019 yılında 180 milyar dolar ihracat yaparken, 2020’de yüzde 5’ten fazla azalarak 170 milyar dolarlık mal ihraç etti. Aynı dönemde ithalat 210 milyar dolardan 220 milyar dolara yükseldi. Türkiye’nin dış pazarlarının önümüzdeki yıllarda da büyümeyeceği IMF verilerinden anlaşılıyor. Bu verilere göre Avrupa Birliği, ABD ve Britanya 2019 düzeyine ancak 2022 yılında ulaşacaklar.
Dış ticaretten söz konusuyken turizmden söz etmemek olmaz. Türkiye’nin turizm gelirleri 2019 yılında 34,5 milyar dolardı. 2020 yılında yüzde 65 oranında azalarak 12 milyar dolara düştü. Almanya’dan Rusya’dan yapılan açıklamalara bakılırsa bu yıl daha da düşecek gibi.
Bu verilere yenilerini eklemek mümkün fakat gerek yok. Bu kadarı da önümüzdeki dönemin ağır sorunlarla yüklü olduğunu göstermeye yeter. Aslında Türkiye ekonomisi geçmişte de benzer sorunları defalarca yaşadı. Bunların zaman zaman ağır sonuçları oldu ama hepsi de bir şekilde atlatıldı.
Ekonomide bunalım dönemleri sonsuza kadar devam etmez. Bazıları çok uzun sürse de hepsi biter. Çoğu zaman bitene kadar toplumsal yapıda önemli değişiklikler oluşur. İş yapma tarzından toplumun kültürüne kadar bir dizi alan etkilenir. Fakat en çok değişim de siyasi yapıda yaşanır. Çoğunlukla iktidarlar hatta bazen muhalefetler de değişir. Hayat, kaldığı yerden olmasa bile, bir şekilde devam eder.
İktidarı kaybetme korkusu
Ancak bu kez öncekilerden farklı bir durum söz konusu. Yaklaşık 20 yıldır ülkenin tüm kurumlarına ve kaynaklarına hakim olan bir iktidardan söz ediyoruz. Öyle bir iktidar ki, iktidar olmadığı bir dönemi hatırlaması bile çok zor. 20 yıla sığdırılan işlerin ve ilişkilerin alabildiğine büyüttüğü bir iktidar bloku var. Kaybedecek çok şeyi olan bir iktidar bloku. İktidara yakın bazı belediyelerin insan kaçakçılığı organizasyonu yapacak kadar gözünü kararttığı bir bloktan söz ediyoruz.
Böyle bir durumla karşılaşan yöneticilerin ilk yapacağı iş, eldeki bütün imkanları kullanarak kitleleri iktidara bağlayacak ölçüde gelirleri artırmaktır. Son yıllarda uygulanan politikalarla Türkiye gelirini yeterli düzeyde artırma şansını kaybetti. Aynı politikaların sonucu olarak, nüfusun yüzde 1’inin tüm gelirlerin dörtte birine yakınına (yüzde 23,4) sahip olması nedeniyle, gelirleri adil şekilde geniş kitlelere aktarma olanağı da kalmadı.
Tarih bize ekonomide çözüm bulamayan ve kaybedeceği çok şeyi olan yöneticilerin siyasal maceralara girmeye çok yatkın olduklarını öğretiyor. Türkiye’nin önündeki tehlike budur.
Türkiye yurtdışında, yüz yıl önceki Enver Paşa kumarbazlığını çağrıştıracak şekilde maceralara giriyor. Hamasi nutuklardan başı dönmüş, gözü karalığı marifet bellemiş, gücünü, yeteneklerini ölçüp biçmeyi beceremeyen bir hali var. Bu yüzden son yıllarda saymakla bitmeyecek dış politika ataklarının hiçbirinin bir proje niteliği yok. Hepsi çılgınlıktan ibaret. Nitekim projesi hazırlanmamış her girişim gibi hepsi de başarısız oldu. Montrö Sözleşmesi'nin tartışmaya açılmasında da görüldüğü gibi, başarısız olan her deneme, daha riskli olan bir başkasına yol açıyor. Çılgınlık eğilimi inşaat sektörünü pompalayacak bir kanal inşaatından ibaret değil.
(BD/NÖ)