Bayramda gazetelerde öne çıkarılan birkaç temadan biri, daha önce Türkiye’de pek bilinmeyen bir “lüks” çikolata markasını ve üreticisi şirketi, Türkiye’de gayet iyi bilinen bir şirketin almasıydı. Her nedense, bir büyük şirketin bir diğer büyük şirketi büyük paralara alması, sanki komşu sürpriz niyetine kocaman bir tepsi dolusu baklava getirmiş denli sevinçlere neden oldu. Bu sevinç, başsayfalara, hatta manşetlere yansıyan, çikolata kıvamında bir furyaya dönüştü.
Başlıklar pek heyecanlıydı: “Dünya devini aldı.”, “Bir günde 80 ülkeye girdi.”, “Beş kıtaya yayılıyor.” Haberi veren gazete ne kadar sağdaysa veya milliyetçiyse, haber o kadar “biz” içerikli oldu: “Gıdada ilk kez bir dünya markasını satın aldık.” Ürünleri para ile satın alınan, yani tüketici ilişkisi kurulan bu büyük şirketin neresinde “biz” olabilir ki?
Bu çok heyecanlı haberi veren kimi yazı işleri yetkilileri bir de “fark atma” söylemi kullanınca, başlıklar daha da şaşırtıcı oldu: “Dünya devlerine çalım.”, “Dünyayı salladı.” Bu “fark atma” söylemini, milliyetçilerin pek sevdiği sürekli “dışarıdan tehdit var”, “bize olumsuz bakıyorlar” ve “bize hep haksızlık yapıyorlar” söylemi ile bulamaç yapan bir diğer gazetede manşet şöyleydi: “Bu Türkler de çok oluyor.”
Bu tarihi anı saptamak isteyen bir diğer yazı işleri, “Türk tarihinin en büyük dış alımını yaptı” başlığını atıverdi. Bütün bunlar bir araya gelince, kimi gazetecilerin kafasında son yıllarda futbolda yaşanan milli takım veya diğer takımların “zafer” durumlarına benzer bir hissiyat uyarılmış oldu.
Bu hissiyatı anlamak için bir köşe yazarına kulak verelim. Yazar, “... Yarattığı Heyecan” diye bir altbaşlık açmış ve şöyle demiş: “Öyle ya, yerli bir firma, dünyada söz sahibi bir markayı almış ve Türk ekonomisine dahil etmiş. Bu hamle, bana göre ancak bir gol ile özdeşleştirilebilirdi. Türkiye adına bir gol.”
Yazı şöyle bitiyor: “Ben bu dünya markasını ülkemin bir şirketi tarafından alınmasından büyük heyecan duydum. Dedim ya, gerçekten güzel bir gol. (Posta, 26.12.2007, s.19; vurgular ve cümle düşüklüğü değiştirilmeden verilmiştir.)
“Büyük şirketlerin ticari başarılarına bunca sevinenler, belki de bu başarılı şirketlere yakın olmayı da isteyebilirler” diye tahminler yürütürken, bir gazetenin başlığından bu tahminin doğru olduğu ortaya çıktı. Meğer “Keşke Godiva’yı alsa” diye köşesinden akıl veren bir gazete yazarını, imzalar atıldıktan sonra şirket yöneticileri “Godiva’yı aldık hocam” diye telefonla aramışlar. Sonra da hep birlikte New York’ta bayram yemeği yemişler. Aman ne güzel, afiyetler olsun.
Şirketin ilanlarına bakınca
Gazeteleri böyle sevince sürükleyen ve dikkatleri üzerine çeken büyük şirketin, bu Kurban Bayramı’nda gazetelere verdiği ilanları incelemeyi akıl edenler herhalde olmuştur. Bayramda çıkan gazeteler incelendiğinde, şirketin, büyük başarısına alkış tutan birçok gazeteye kocaman ilanlarından vermediği görülebilir. Tam tersine, bu büyük şirket büyük başarısına hiç de ilgi göstermeyen ve fanatizmin en sağlam kalelerinden bir gazeteye, hani şu pompalı tüfek ilanları ile bilinen gazeteye, ilan vermiş. Bu akıllara zarar gazeteye böyle büyük ilan veren başka bir tek şirketin olmadığını da eklemek gerek. Şaşırtıcı değil mi?
Bir de diğer yandan bakınca
Godiva’dan söz edilince, çıplak kadına hep özel ilgisi gösteren gazeteler alkış ve “hurra” başlıklarının yanında, “acaba atıyla çıplak gezen Leydi Godiva giydirilecek mi?” diye sormaktan da geri kalmamışlar.
Oysa adı çikolataya verilen ve ata çıplak binen kadının önemli bir öyküsü var. Bir direniş öyküsü. Leydi Godiva, halka ağır vergiler koyan derebeyi kocasını durdurmak ister. Derebeyi işi yokuşa sürer ve vergilerden ancak Leydi Godiva ortalıkta çıplak gezerse vazgeçeceğini söyler. Leydi Godiva bu koşulu kabul eder ve soyunup atına biner. Bu şekilde halkı ağır vergilerden kurtarır ve kocasına bir ders verir.
Tarihi adım, devlere çalım ve hatta gol benzetmelerine yer veren gazeteler elbette bu direniş öyküsüne yer vermediler. Öyküye bayramdan sonra soldan bir gazete yer verdi. Leydi Godiva’nın direnişine 2006’da bir gazetenin pazar ekinde de yer verilmişti.
Kocaman başlıklarla dev şirkete alkışlar tutan gazeteler, bu dev şirketin fabrikalarında çikolata, bisküvi vb. üreten işçiler hakkında da herhangi bir şey yazmadılar. Bu yazılar da bayram sonrasında sol gazetelerde yer aldı. Bu gazetelerde çıkan haberler, dev şirketin dünya devi olmaya ilerlerken kendi işçilerine Leydi Godiva’nın kocası gibi davrandığını gösteriyordu.
Çikolatanın kıvamı
Dev şirkete alkışlar tutan gazetelerden birinde, Godiva’nın kilosunun 140 dolar ettiği belirtilmiş. Bilmiyorum merak ettiniz mi; acaba yeni asgari ücretten hesap yapsak, bir kilo Godiva için kaç hafta çalışmak gerekiyor?
Özetle, bir büyük şirketin bir diğer büyük şirketi büyük paralara alması, manşetlere dek yansıyan, çikolata kıvamında bir sevinç furyası yarattı. Çikolata kıvamında, çünkü yakından incelenince ve ellenince, tıpkı cepte unutulup üzerine oturulan bir tutam çikolata gibi yapış yapış, itici ve nasıl temizleneceği belirsiz bir şey haline geliyor.
Madem konu sürekli reklamlarla çocuklara pazarlanan çikolata, bir tekerleme ile bitirmeli: Çikolatanın kıvamı; yoktur dev şirketlerin ‘biz’ halka yararı. (SD/TK)