İlk kez bir Pazar günü gürültülerine uyanıp, tanışmıştım onlarla.
Küçük balkondan yarı belime kadar sarkıp taşıdıkları dövizleri okumaya çalışmış, sloganlarına kulak kabartmıştım.
Sarkozy’den ve bir şeyin canlarına tak etmesinden bahsediyorlardı. İlk kez uyku mahmuru gözlerle eylemlerine tanıklık ettiğim bu güruh, önceleri ayda bir kez, son 6 aydır da neredeyse her hafta sonu seslerini duyurmak üzere yaşadığım mahalleye uğruyor.
Polis pek karışmıyor toplanmalarına, sayıları da çok sayılmaz, cılız bir kalabalık gibi görünseler de uzaktan, sesleri gür ve kararlı.
Resmi kağıdı olmadan, Fransa’da kaçak olarak çalışan göçmenler, kağıt istiyorlar hükümetten.
Fiziksel olarak var oldukları, varlığına katkıda bulundukları bu ülkede hukuken de var olmak, çoğu burada dünyaya gelen çocukları için “resmi” bir gelecek hazırlamak, kendi tabirleriyle “düze çıkmak” talebiyle toplanıyorlar.
Kendi örgütlenmeleri çerçevesinde düzenledikleri eylemlerin yanı sıra tüm toplumsal olayların içinde bir biçimde yer almaya çalışıyorlar.
1 Mayıs’ta en güçlü onlar bağırıyorlar, sendikaların, kadın örgütlerinin seslerini kocaman megafonlarıyla bastırıyorlar.
Onlar, Avrupa, sınırları ve kimliğiyle uğraşırken küreselleşmenin, sınırsızlığın, ulus-öteliliğin canlı damarı olarak engellenen varlıklarını haykırıyorlar.
Bugün de duydum seslerini, Saint Michel bulvarındaki trafiği karıştırmış, keyifli bir öğle tatilinin ardından iş yerlerine dönmeye çalışanlara geçit vermemişlerdi.
Bu kez kaçak göçmenlere yardım elini uzatanların cezalandırılmasını protesto ediyorlardı.
Fransa gibi mülteci kabulünde ve mültecilere yardım örgütlerinin faaliyetleri konusunda geçmişte hatırı sayılır bir konuma sahip bir ülkede “kaçak da olsa” göçmenlere gönüllü kuruluşlar aracılığıyla yardım elinin uzatılmasının suç sayılması kulağa oldukça ironik geliyor.
Söz konusu ironi, Nicolas Sarkozy’nin İç işleri Bakanlığı döneminden beri sürekli olarak katılaşan göçmen politikası sonucunda giderek derinleşen koyu bir gerçeğe dönüşüyor.
Göçmenler kağıtlarını kaybedip sınır dışı ediliyor, ülkelerini geri dönülemeyecek kadar uzakta bırakan kaçak göçmenler uzun senelerdir Fransa ekonomisine katkı sağladıkları halde yasal statüye geçirilemiyorlar.
Yeni gelenlerse bırakın çözüm üretmeleri beklenen sorumluları varlıklarıyla harekete geçirmeyi, kendilerine yardım eli uzatan gönüllülerle birlikte bu koyu gerçeğin kurbanı oluyorlar.
L 622-1 kanununun ilgili maddesine göre, kaçak yollarla ülkeye girmiş bir kimseye her türlü yardım suç olarak kabul ediliyor.
Oysa Fransa’nın Calais (İngiltere’ye geçmek isteyen mültecilerin toplandığı kuzey Fransa’daki liman kenti) gibi birçok sınır kentinde mültecilere yardım amacıyla faaliyet gösteren çok sayıda gönüllü kuruluş var.
Dernekler yasasına göre yasal statüdeki bu kuruluşların kimi gönüllü üyeleri pek de sağlam olmayan gerekçelerle göz altına alınıyorlar. Örneğin Le Monde gazetesindeki bir habere göre, Calais’de mültecilere gönüllü olarak yardım eden 26 yaşındaki Agostina, geçtiğimiz Şubat ayında kar altında hasta olarak rastladığı iki mülteciyi hastaneye götürmeye çalışırken göz altına alınmış.
Agostina’nın durumu yargıya intikal etmemiş olsa da Calais bölgesinde son 6 yılda 9 gönüllü, durumları L 622-1 kanununa dayandırılarak yargılanmış.
Söz konusu yasa, mültecileri Fransa üzerinden kaçak yollarla başta İngiltere olmak üzere başka ülkelere geçiren insan ticareti örgütlerine yönelik çıkarılmış. Ancak son birkaç yılda meydana gelen gelişmeler gösteriyor ki kanun gönüllü avına hizmet eder hale gelmiş durumda.
Ne var ki İstanbul Film Festivali’nin de açılış filmi olan Fransız yönetmen Philippe Loiret’nin son filmi Welcome (Hoşgeldiniz), Fransa parlamentosunda L 622-1 yasasının değiştirilmesini gündeme getirdi.
Film, Kuzey Irak’tan sevdiği kıza ulaşmak üzere yola çıkan Bazda lakaplı genç Bilal’in (Fırat Ayverdi) ve ona yardım elini uzatan yüzme öğretmeni Simon’un (Vincent Lindon) öyküsünü konu alıyor. 17 yaşındaki Bilal, pasaportsuz olarak kara yoluyla Kuzey Irak’tan Fransa’nın Calais kentine ulaşıyor.
Amacı, ailesiyle İngiltere’ye göçmen olarak yerleşmiş sevgilisi Mina’ya kavuşmak. Calais’den bir grup arkadaşıyla beraber bir kamyonun kasasında tehlikeli bir yolculuğa çıkıyor ve yakalanıyor.
Fransız makamları dosyasını şöyle bir inceleyip, kendisine bir mülteci numarası veriyorlar, kendisini bir anda sokakta bulan Bilal, Manş denizini yüzerek geçmeye karar veriyor. Böylece yüzme öğretmeni Simon’la kesişiyor yolu.
Çok geçmeden aralarında bir dostluk kuruluyor ve bu dostluk Simon’u kaçak göçmenlere yardım etmeyi suç sayan yasayla karşı karşıya getiriyor.
Simon’un özgürlüğü kısıtlanırken, Bilal yüzerek özgürlüğe ulaşmaya çalışıyor.
Fransa’daki göçmen ve mülteci sorunlarına başka bir açıdan bakma cesareti gösteren Philippe Loiret’nin filmi sayesinde, çıkmaz bir sokakta hoşgörüsüzlükle mücadele eden mülteciler için çaba gösteren gönüllülere bir umut ışığı doğdu.
Film, konuyla ilgilenen pek çok örgüt için de bir mobilizasyon kaynağına dönüştü, 8 Nisan’da Fransa’nın 70’e yakın kentinde yasa protesto edildi.
Dayanışmayı suç sayan L 622-1 yasasının parlamento tarafından tekrar gözden geçirilmesi, belki de son yıllarda, giderek sertleşen göçmen ve mülteci politikalarının yeniden ele alınması için bir başlangıç teşkil edecektir.
Kim bilir, bir Pazar günü, ilginç sloganlarıyla şaşkın bir halde tanıştığım, sonradan pek çok toplumsal eylemde ön saflarda gördüğüm “kağıtsız eylemciler” için de bir umut olur. (MÖ/EZÖ)