"Biliyorsun, Delgadina, şöhret çok şişman bir hanımdır, hiçbirimizle yatmaz, ama uyandığımızda hep yatağın karşısından bize bakmaktadır."
Gabrİel Garcıa Marquez, Benim Hüzünlü Orospularım
Cihangir alem yerdir. Orada bir sürü ünlü kafasıyla karşılaşırsınız. Bazılarını hatırlarsınız, bazılarını gözünüz bir yerden ısırır. Misal arkadaşınızla kahve içeceksiniz. Yanınızdan bir iki ünlü geçer. Gözünüz kayar.
Aksi gibi arkadaşınız sorularına yanıt, anlattıklarına tepki beklemektedir. Gözünüz kayıyor bir taraftan.
Yahu televizyondaki kafa capcanlı, dipdiri karşında. Gel de "televizyondaki kendisine benziyor mu acaba" merakıyla dönüp bakma. Bu bir tarafıyla doğal davranış saçmalığının ayıbı yoktur diyebilirim. Çünkü ünlüler de bilir izlendiklerini, mekâna girer girmez birçok göz tarafından markaja alındıklarını. Kibar kibar yemeklerini yerler, çaylarını düşüne düşüne içerler, birayı, rakıyı zihin açma niyetine ufak ufak diklerler.
Cihangir, beş bilemedin on dakikalığına ünlü olmak isteyenlerin, ünlü kalmakta direnmek isteyenlerin, melankolik ünlülerin dibe düşmeye yakın "iki cihangir turuyla dört bakış topla, eder sana bugünlük ego dozu" almaya bağımlı aşina olduğumuz yüzlerin güzide semtidir. Cihangir, popüler kültürün dimağlara ünlü olmayı zerk ettiği yalan dünyanın en hasından şekle gelmiş, cisimleşmiş biçimidir, insan insan, mekan mekan.
Bu güzide semtte en gözlenilesi zümre sinema çevresidir. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'e hedef göstermek gibi olmasın ama bu zümrenin buluşma yeri Firuz Ağa Camii'nin arka bahçesidir.
Zeki Demirkubuz, Şener Şen, Sırrı Süreyya Önder (milletvekili olmadan önce) ve daha pek çok isim bu bahçede nezaket kuralları çerçevesinde ve semtin adının Cihangir olması sebebiyle en elitist bakışlarla göz ucuyla seyredilirler.
Senaryoya aktarmayı düşündükleri sinopsislerini (hikâyenin özeti) anlatmak üzere yönetmen adayları, "her rolü oynarım abi" diyen oyuncular fırsat bulduğu an bu muhteremlere ulaşmak için pusuda beklerler.
(Cihangir yazarları üzerine de gözlemlerimi paylaşmak isterdim ama o çok tapılası yazarlara ilişmeye cesaretim yok. Hatta böyle bir yazının sonunu Orhan Pamuk ile Karolin Fişekçi münasebetinin, münasebetsiz hale getirilişine bağlar, Fatih Altaylı'nın kadın versiyonu olarak "Abla nasihati" ile bitirebilirdim. Yazının başındaki alıntımı Karolin'e ithaf eder, Orhan Pamuk'a da "Öküz öldü, ortaklık bozuldu" deyimini hatırlatırdım ki yazmış da bulundum zaten.)
Sosyal kompozisyonunu kısaca anlatmaya çalıştığım Cihangir, Gülse Birsel'in senaryosunu yazdığı "Yalan Dünya" ile şimdi evimizin içerisinde.
Birsel'in her bir karakter üzerinde etraflıca düşündüğü besbelli. Hangi birinden bahsedeyim emin değilim ama ilk aklıma gelen Bartu Küçükçağlayan oynadığı Orçun karakteri.
Orçun, bunalım edebiyatının verdiği aldırışsızlıkla herkesi doğru okuyan, lamacımı yapmadan "Sevişelim mi?" diye soran, ilgiye de ilgisizliği de aynı sığlıkta tepki koyan bir karakter. Onun için hayat yaşanmaya değer, bir bakıma yaşanmamaya da değer. (!)
Açılay karakteri, bahsettiğim sinema zümresinin Cihangir semtine takılan en tipik oyuncu prototipi. Oynadığı, oynayacağı rollerin çalışmaları ile yatıp kalkan, uyanır uyanmaz diyafram egzersizleri yapan, yeteneğinin bir gün onu Nuri Bilge Ceylan'a götüreceğine inanan Açılay karakteri,
Nihal Yalçın'ın eşsiz oyunculuğuyla hayatlarımıza girdi bile.
Bir diğer eşsiz oyuncumuz İrem Sak. Konsomatrislik yapan Tülay karakteri hiç de öyle zihinlerde kodlanan "kötü kadın" imajına karşılık gelmiyor. İyi niyetli, herkesi de kendi gibi bilen, hasbelkader yaşamak için bir adama tutunmak zorunda kalmış, dünyalar tatlısı bir kadın.
Olgun Şimşek'in oynağı iki karakterden biri olan Ahmet ise güzel yüzlü, boylu poslu delikanlıların geçilmediği artistler furyasında fark edilemeyen yetenekleri temsil ediyor. Şöhret hangi birine yetişsin hem. Bunca bakılası hoş yüz, magazinsel olmaya elverişli hayat tercihlerinin yanında Ahmet'in yeteneğinin esamisi okunur mu?
Hepimizin sosyolojik vaka olduğu postmodern çağımızda "Yalan Dünya", Cihangir sakinleri kökenli sosyolojik vakalara el atıyor. Bunla da kalmayıp gülme ile düşünme arasında seksek oynatıyor. Bize de "Amaaan her ikisi de yalan" deyip, gülmeyi tercih etmek düşüyor. (FG/HK)
Not: Televizyon işlerinin ziyadesiyle fani olduğunu bu yüzden de ilgili yazıların suya yazıldığını düşünürüm fakat bu diziyi es geçemedim. İlk olarak Gülse Birsel sonra da tüm ekip üzerinde konuşulmayı hak ediyor.