Christa Wolf. Artık olmayan bir ülkede, Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nde yaşamış, sosyalist, feminist, edebiyat eleştirmeni, deneme ve roman yazarı. Kitapları otuzdan fazla dile çevrildi, pek çok edebiyat ödülünün sahibi. 2011 yılında 82 yaşında aramızdan ayrıldı. Ölmeden önce yazdığı son kitabı 'Melekler Şehri ya da Dr. Freud'un paltosu' Kırmızı Kedi etiketi, İlknur Özdemir çevirisiyle kitapçı raflarında.
Christa Wolf bizim topraklarda pek tanınmıyor, bilinmiyor. Belki de 'kadın yazar' olmasından kaynaklanan bir durum. Çünkü iktidar talebinden uzak duran ve gündelik sıradan halleri önemseyen biri. Gerçek bir entelektüel. Doğu Almanya'da kalmayı ve orada mücadele etmeyi seçen Wolf, Berlin Duvarı yıkılmadan önce iki Almanya'nın da ortak yazarı olmayı başaran ender isimlerden.
Wolf, Alman Filolojisi okurken Almanya Sosyalist Birlik Partisi’ne (SED) üye olmuş, 2. Dünya Savaşı sonrası, yaşadığı kent Gammelin/Mecklenburg’da belediye başkanı sekreterliği yapmıştı.
1952 yılında üniversiteden bir arkadaşı ile evlenerek , “Hans Fallada’nın Yapıtındaki Realizm Sorunları” teziyle eğitimini tamamladı. Alman Yazarlar Birliği’nde bilimsel asistanlık yapmaya başladı. 50’li yıllarda çeşitli dergi ve yayın evlerinde redaktör olarak çalıştı. Tanınmasını sağlayan ilk eseri “Bölünmüş Gökyüzü” 1963’te yayımlandı. Doğu Alman rejimi altında muhalif tavrını sürdürmüş olmasına rağmen 1990’daki yeniden birleşmeden sonra, duyarsız ve günün siyasi eğilimlerinden beslenen tartışmaların kurbanı olmaktan kurtulamadı.
Wolf'un 1979'da yazdığı 'Was bleibt' (Geriye Kalan) adlı yapıtını bazı kaygılar nedeniyle çekmecesinde bekletmesi ve 89'da duvar yıkıldıktan sonra yayımlamasıyla suçlamalar ayyuka çıktı. Kimileri bu duruma “utanç verici” dedi, kimileri “anlamsız”, “gülünç'” buldu. Oysa kitabını birleşmeden sonra yayınlaması bir bakıma kendisiyle de hesaplaşmaydı, entelektüel cesaretinin ve açıklığının yansımasıydı. Yıllarca çekmecede bekleyen kitapta ben anlatıcının bir gün boyunca polis tarafından gözetlenmesi ve bu yüzden yaşadığı, kaygı, korku, çaresizlikle birlikte, rejimi ayakta tutan aygıtın analizini ve içsel direniş odaklarını yansıtıyordu.
Doğu Alman rejiminin devlet güvenlik kurumu Stasi’nin arşivlerinde isminin “gayri resmi istihbarat elemanı” olarak görünmesi üzerine, tartışmalar acımasız bir kampanyaya dönüştü. Ona “muhbir” dediler. 1959 senesine ait bu bağlantıda (birleşmeden 40 yıl önce ve C. Wolf’un ilk ses getiren eserinden dört yıl önce) Stasi’nin “istihbarat kaynağı” olarak onu “işe yaramaz” bularak üç yıl içinde listesinden çıkarmış olduğu bilgisi de cadı avına meraklıları engellemedi.
Christa Wolf, bu acımasız kampanyaya cevap olarak Stasi’deki dosyasını ve bu konuda basında çıkan yorum ve eleştirileri “Christa Wolf Arşiv Belgeleri, Çarpıtma ve Diyalog” isimli kitapta toplayarak yayımladı. Yaşadıklarını reddetmiyor, suçlu olduğunu da düşünmüyordu. Almanya dışından olup biteni izleyenler ise genelde Wolf'a sahip çıktı. “Batı Alman eleştirmenlerin doğu Alman komünist yazar avına çıktığı” söylendi.
Wolf'u kıyasıya eleştirenler, o dönemde bütün sanatçıların parti içinde görevlendirildiklerinden habersizmiş gibi kalem oynattılar. Stasi'ye doğru dürüst bilgi vermediği halde Wolf'un edebi ödüllerini geri almaktan, adını Alman edebiyatının önemli yazarları arasından silmekten bahsettiler. Oysa kendi de takip edilen, fişlenen yazar 'Üçüncü yol' diye bilinen sosyalizmin reformize edilebilirliğini savunan Stefan Hym, Volker Braun, Christoph Hein gibi sol görüşlü aydınlar arasındaydı. Christa Wolf hakkında doğru dürüst araştırma yapmadan yazanların hala aynı şablonları kullanması, çamur atmayı sürdürmesi rahatsız edici. İnsanın içini acıtıyor.
Hani bizim kültürümüzde tanışmadığınız halde yakınlık hissettiğiniz, iletişim kurmak istediğiniz kişiye, amca/dayı/teyze diye hitap edilir ya... Christa Wolf da benim için Christa teyze. İlk kitabım 'Kayıp Taşlar'da üçüncü bölüme ondan bir alıntıyla başlamıştım. “Burnunuz o kadar havada ki her şeye ve herkese yukarıdan bakıyorsunuz ve bu yüzden gerçeğin çarpık halini görüyorsunuz, kendinizin gerçek halini ise göremiyorsunuz” diyordu. Haklı.
O, haksızlığa boyun eğmeyen bir kişiliğe sahipti. 1965'te SED’nin 11. genel kurulunda, politikacıların sanat yapıtlarına doğrudan müdahale eden ve sansür uygulamasını meşrulaştıran kararlara, toplantıda hazır bulunanlardan Christa Wolf söz alarak açıkça karşı çıkmış, özgürlüğü savunmuştu. 1976'da müzisyen ve ozan Wolf Biermann'ın yurttaşlıktan çıkarılması üzerine Christa Wolf'un başı çektiği bir grup sanatçı, yazar bu durumu protesto eden bir bildiri yayımladı. 1979 yılında Alman Yazarlar Birliğinden dokuz yazarın atılması tartışmasında da muhalif cephedeydi.
Kasım 1989'daki olaylar sırasında, özellikle 14 Kasım'da Alexander Meydanı'nda beşyüz bin kişinin katıldığı Doğu Alman tarihinin en büyük gösterisinde (duvarın yıkılmasından beş gün önce), konuşmuş "burada kalın, birlikte gerçekten demokratik bir toplum kuralım" çağrısı yapmıştı. Wolf, duvarın yıkılmasına yol açan direniş hareketinin bir parçasıydı. Kitaplarında, kendini öteki veya yabancı hisseden, erkeklerin yönettiği bir dünyaya uyum sağlayamayan kadınlar odak noktasıydı. Medeia, Kassandra gibi...
Christa Wolf'la yıllar önce, Turgay Kurultay sayesinde tanışmıştım. “Medeia, sesler”i Turgay Kurultay çevirmiş, Telos basmıştı. Uzun süre elimden bırakamadım. Kaç defa okuduğumu hatırlamıyorum. Wolf'un Türkçede 'Kassandra' ve 'Kesinti' adlı kitapları da yayımlandı, ancak kitapçılarda yok. Tekrar basılması gerekiyor.
Wolf, Demokratik Alman Cumhuriyeti döneminde devlet yönetimini açıkça eleştirmiş, Marksizmin temel öğretilerine bağlı kalmış ve iki Alman cumhuriyetinin birleşmesine karşı çıkmıştı. Doğu Almanya'nın ortaya çıkışı ve kayboluşunda yaşanan travmalar en iyi onun kitaplarından anlaşılabilir.
Kassandra'da “İnsanların silahlarının hep aynı kalması ne tuhaf” diye yazar. Başına gelecekleri bilirmiş gibi... “Eskiden” büyülü bir sözcüktür onun için. Olmayan bir ülkenin efsane yazarı antik tragedyaları günümüzü taşır, muhalifliğin, kadınlığın ara sokaklarına dalar, her satırıyla insanı sarsar.
Medeia, Seneca'dan “Bugüne kadar ne yaptımsa Sevda işiydi derim hepsine...” alıntısıyla başlar.
Christa Wolf, hayatta ne yaptıysa, ne yazdıysa sevdası için yapar. Son kitabında da bence bunu anlatıyor ve sevdasının yollarında dolaşırken bizi de şahitliğe çağırıyor. Kitaptaki ilk başlık “Tam bir hayal kırıklığı yaşamak”.
Kaçımız bu sevda yollarında hayal kırıklığı yaşamadı ki... Elli yaşın üzerinde, sol, feminist mücadele içinden geçmiş bütün kadınların kendilerinden bir parça bulacakları bir kitap “Melekler Şehri ya da Dr. Freud'un Paltosu”.
İlknur Özdemir'in çevirisini Almanca bilmediğim için değerlendirecek yetkinliğe sahip değilim, çeviri hakkında yorum yapamam; ancak kitabı okurken zaman zaman, o tanıdığım, bildiğim sesi duymakta zorlandım. Sonuçta çeviri ürünün nasıl olacağını, çeviri ortamının koşulları, ihtiyaçlar ve talepler belirliyor.
Kitapla ilgili naçizane düşüncelerime gelirsek... 90'ların başında Los Angeles'a giden yazar, yakın bir arkadaşının ölümünden sonra ona kalan ve sadece adının baş harfini bildiği bir Alman mülteci kadının izini sürüyor. Bu dönemde yaşadıklarını, duygu ve düşüncelerini paylaştığı “Melekler Şehri ya da Dr. Freud'un Paltosu” çeşitli katlardan oluşuyor. Unutma ve hatırlama dehlizlerinden geçip katlar arasında dolaşırken yazarın pişman olmadığını öğreniyoruz. Derisi yüzülmüş, içinden bir canavar çıkarmaya çalışmışlar. Umutsuzluğa düştüğü anları, rüyalarını yazmış. Okurunu Amerikalı göçmenlerle, sonra o toprağın gerçek sahibi yerlilerle tanıştırıyor. Kapitalizmi ve Irak savaşını yerden yere vuruyor. Eski dostları, kader arkadaşları tek tek karşımıza çıkıyor: Brecht, Thomas Mann.
Kitap boyunca 'ben'le 'sen' arasında gidip gelirken çeşitli evler ziyaret ediliyor. Virginia Woolf'un kendine ait bir odasından kendine ait bir ev arayışına geçiliyor sanki. Bedenine söz geçiremese de insanın insana kötülük etmeyeceği bir gelecek hayalini sürdürüyor Christa Teyze.
Yazarken bana yol gösterenlerden biri. Hakikate sadık kalarak yazmayı ilke edinmiş, kişisel deneyimlerini, gündelik hayatı kitaplarına yansıtmış bir yazar. Her zaman yalın ve net. Kendinden başka kimsesi de yok. Hiç kimseye, hiçbir yere bütünüyle ait değil. (AB/HK)