Türkiye maatteessüf sonu çok da kestirilemeyecek tartışmaları ve sorunları günden güne, artan bir şiddet ile tartışmaya devam ediyor. Bir yandan içeride otoriterlik ve kötüye giden ekonomi boğucu bir hava yayarken, artık iç mesele haline gelen mülteciler krizi ve dış politikada yapılan yanlış tercihler sonucunda ortaya çıkan kapkaranlık tablo dururken, diğer yanda doğu ve güneydoğuda çok taraflı şiddet bölgeyi yaşanmaz hale getiriyor.
Yaşanan kaotik ortam yetmezmiş gibi çoğumuzun kaynağını tahmin ettiği bir felaketi de ülkenin idari kalbinde, Ankara’da yaşadık. Anlaşılan sonu çok da hoş olmayacak, arzunun kanla beslendiği günlere doğru hızla koşuyoruz.
Bütün bunlar ve daha fazlası yaşanırken, sorgulayıcı ve yapıcı olması gereken ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ise adeta farklı bir dünyada yaşıyormuşçasına kendi iç tartışmalarında boğuluyor. Bütün bunlarla beraber bendeniz bu yaşananların hem CHP hem iktidar partisi ve bu bağlamda da Türkiye için yeni bir durum olmadığını düşünüyorum.
Dahası bu diyalektik tekrarın Türkiye’ye çok büyük maliyeti olduğunu ve bu sarmaldan biran önce çıkılması gerektiğinde de ısrarcıyım. Bu ısrarımın gerekçelerini sıralamak ve varsa bir çözüm yolu bulmak için günümüzden başlayarak geriye doğru kısa bir yol yürümenin ve sonunda da başta CHP’nin hangi yanlış noktada durduğunu ve bunun Türkiye’ye maliyetini tartışmak istiyorum.
Geçmişten günümüze alan boşatan CHP
1 Kasım seçimlerinden sonra CHP olağan sürecinde Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun kağıt üzerinde rakipsiz olduğu ve fakat kurmak istediği yönetimin görece arkaik ve toplumsal sorunlara cevap vermeyecek delegasyon müdahaleleri ile tırpanlandığı bir kurultay dönemi geçirdi. Buna karşın kamuoyu ve CHP kurultaydan çıkan Ortodoks anlayışı ve sonrasında oluşan eksik ve yetersiz yönetim yapısını tartışmak yerine, çok bilinmeyenli ama bir o kadar da anlamsız, dedikodu kaynaklı bir mesele olan “Atatürk resmi indirilmesi” konusu ile uğraştı.
Tabiri caiz ise Türkiye kaosa doğru sürüklenirken ve birçok konuda dünya sisteminden kopmaya doğru yol alırken CHP kendi hane halkı meselesiyle meşguldü.
Son günlerde eski Genel Başkan Baykal’ın, neden ve nasıl olduğu tam anlaşılamayan ancak özellikle mevcut iktidar ile hem normatif hem pratik olarak organik bağı olduğu net medya organlarında büyük bir beğeni ile karşılanan açıklamalarıyla uğraşmaya başladı ve anlaşılan daha da devam edecek.
Anlaşılan bu tartışmalar, Türkiye’nin bu denli karışık zamanlardan geçtiği bu günlerde mevcut iktidarın da işine geliyor ve hem partinin en yetkili ağızları hem partiye yakın yorumcular hep bir ağızdan Baykal’ı destekleyerek bir yandan tartışmanın ateşini yükseltiyorlar, bir yandan da gündemde gri alanlar oluşturarak diğer olayları perdelemeye çalışıyorlar. Kuşkusuz CHP’nin kendine has bir gündemi olabilir ve fakat bu gündem geçmişte çıkardığı ağır faturalardan daha da ağırını çıkarmaya doğru yol alıyorsa burada durup düşünmenin de ötesinden bir şeyler yapmak gerektiriyor.
Dediğim gibi CHP bu Türkiye’den farklı davranış kalıbını sergilemem alışkanlığını ilk defa göstermiyor ve bunun için de içinden geçilen süreç olağan olmanın ötesinde kronikleşmiş bir durum. Bu noktada 2002’den bu güne kadar geçen süreci birkaç cümle ile özetlemek mümkün.
2002 yılında AKP iktidarında Türkiye’nin AB üyeliği yönünde kimi reformlarla beraber Türkiye’nin toplumsal yapısında bu güne kadar yansıyan kimi kaotik değişimler yaşanırken CHP problemli laiklik anlayışı ve geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısının ortalarında kalan bir milliyetçilik anlayışı ile hem kendi içerisinde tartışıyor hem gündem dışında kalarak etkisiz eleman oluyordu.
Bunlarla beraber içerideki genel başkanlık yarışlarıyla gündemde kalmaya devam ederken alternatif olabilecek isimler partiden kimi gerekçelerle uzaklaştırılırken içeride kim daha çok laik, kin daha milliyetçi ve ölçmesi hemen hemen imkansız olan bir daha CHP’li tartışmaları sürüp gidiyordu.
Bu bağlamda da CHP yolunu arıyor söylemlerinin yanında AKP tem toplumda hem sistemde yerini daha da sağlamlaştırmaya devam ediyordu. Kısacası kuşkusuz sistemin çoğu zaman arkasından dolanması, popülist uygulamaları ile reel düzelmeden kaçarak siyaseti icra etmesi AKP’nin bugün geldiği hegemonik durumda çok önemli araçlar. Ancak bununla beraber, alanı boşaltan ve içinden geçtiğimiz duruma sebep olan bir CHP’de mevcut.
Ne Yapmalı?
Hiç tartışmasız ne yapmalı sorusu bu noktada kısa bir cevabı hak etmiyor ve bununla beraber CHP’nin adına ve var oluşuna yönelik eleştiriler de çözüm olmuyor. İdeolojik, politika üretme merkezli adımlar ise zaman gerektiren ve dahası kökleşmiş profesyonel kadro isteyen meseleler.
Anlaşılan bu iki ayrı durum partinin üst yapısından bağımsız olarak delegasyon, parti meclisi ve örgüt yapısının dair klikler arasında sıkışmasından ötürü kolay hallolamayacak meseleler. Buna karşın, kısa vadede CHP’nin kendi içerisinden kendisini merkeze koyan ve kendisini önceleyen yaklaşımdan çıkmalı. Zira birkaç adım dışarıdan bakıldığında CHP adeta aynanın karşısında siyaset yapıyor ve aynanın arka tarafında olanları es geçiyor. Bu noktada bu es geçişi CHP ve onun mensupları için önemsemek çok yerinden değil belki de ama mevzu Türkiye ve etkilediği bölge olduğu zaman partinin önündeki aynayı kırması ve kendine bakmaktan vazgeçmesi gerekiyor. (AEÖ/EKN)