26 Mayıs 2018’de Yale Üniversitesi’nden Prof. Jason Stanley, Berlin’de özgürlük temalı konferansta ‘’Almanya geçmişinin yeniden değerlendirilememesi’’ üzerine konuştu. Prof. Stanley, birçok farklı açıklamalara rağmen, Almanya’da çok iyi bilinen Soykırımın yeniden değerlendirilmesi tezini sorguladı. Soykırımın yeniden değerlendirilmesinin artık bir klişe halini aldığını vurguladı.
Jason Stanley gerek ailesinin Nazi terörü yüzünden Almanya’dan kaçması gerekse de kendisinin bazı deneyimleri vesilesiyle Almanya tarihiyle yakın bir ilişki içinde. Onun vurgulamak istediği iki nokta, neoliberallerin gözünde Almanya, komünizmin, 1968 kuşağının gözünde ise kapitalizmin kurbanı olarak ileri sürülmesidir.
Stanley’e göre, faşizm ve kapitalizm toplumsal Darwinizm’e dayanır. Neoliberalizmden faşizme geçiş, Almanyalıların “üst kültür” ve “etnik ideoloji”den bağımsız tasavvur edilemez. Etik çalışma olarak da ortaya çıkan “Alman üstünlüğü,” sözümona “dürüst çalışan” (Değer üreten) insanların “tembel” insanlar (Değer üretmeyen) tarafından sömürülmesi varsayımına yol açar.
Stanley, faşist saldırıların hedefi olan Yahudi kimliğinin başka kimliklere geçtiğini, yani bir değişimin yaşandığını, bu değişiminde kendi içinde bir Holokost hesaplaşması yapılmadan gerçekleştiğini belirtiyor.
Son yıllarda belirli kesimler bu iddialar nedeniyle yeniden saldırıya uğradı. Önceleri “Almanlardan faydalananlar (onları sömürenler) ‘tembel’ Yunanlılar”ken, şimdi ise “’dürüst’ çalışan Almanların ‘sırtından geçinen’ mülteciler” hedef oldu.
Stanley tezlerinin sonuç kısmında haklı. Eğer bir Alman efsanesi olan, kendilerini kurban görme miti yıkılmış olsaydı ve buradan yola çıkarak Almanya’daki toplumun çok etnikli yapısı gerçekliğini tanımış olurlardı. Böylesi bir tanıma, Holokost, Ermeni Soykırımı ya da Herero ve Nama soykırımları gibi soykırım araştırmaları ayrıca olası soykırımlara engel olması anlamına gelir.
"Lakin görüyoruz ki bu soykırım araştırması, Almanya için Alternatif Partisi (Alternative für Deutschland, AfD) gibi ırkçı bir hareket ve son olarak Chemnitz* şehrinde çıkan ırkçı-faşist olaylarda henüz apaçık şekilde sonuca ulaşamadı.
Tartışmanın derinleştirmesinin zorunluluğu!
Stanley’in vardığı sonucu doğru bulup onunla hemfikir olsam dahi, tartışmanın yoğunlaşması için iki nokta var: Kapitalizm ve faşizm arasındaki ilişki kadar mülteci krizi ve Alman hususiyeti. İlk olarak şunu sorabiliriz: 1968 Alman hareketinde faşizm ve kapitalizm eşit mi tutuldu? Kanımca, Horkheimer’in “Kapitalizm hakkında konuşmayanlar faşizm hakkında sussunlar.” sözleri kapitalizmi faşizm eşitliğine hizmet etmediğinden ziyade bu, kuşkusuz Almanya’da yüzeysel faşizm eleştirisine kalkışmaktır. Bu faşizmin ne rastlantısal bir şey ne de kült bir lider tarafından yaratılmış tarihsel hata olmadığına vurgudur.
Bu vurgunun Almanya’daki suçun genel bir yapısallık olan kapitalizme yükleyerek, aslında atılması gereken adımları engellemeye çalışılması dikkate alınması gerekilen bir söylem. Faşizm askeri müdahale şeklinde alt edilip öylece bırakılmıştır. Savaş sonrası dönem devlet aygıtının birçok mevkisi Nazi döneminde yer almış insanlar tarafından tutulmuştur. Örneğin Eichmann’ın Arjantin’de İsrail ajanları tarafından, bizzat dönemin savcısı tarafından Alman gizli servisi ve devletine güveni olmadığından, yakalanıp, yargılanması gibi…
Tabi ki Hitler faşizmin ideolojisi de yenilgiye uğratılmıştı. Hitler döneminin faşistleri koyu muhafazakarlara dönüşmüş ve geçmişin hesaplaşmasını her türlü yöntemlerle engellemeye çalışmışlardı. Heidegger bu kesimleri sembolize ediyor. Herkes yanıldığı için, kimse aslında faşizmden sorumlu değildi düşüncesi hakimdir burada. Bir noktada Almanlar kendilerini Hitler’in kurbanı olarak görürler, daha evvellerinde Yahudilerin kurbanı olarak kendilerini görürlerdi. İşte bir kendini kurban görme mantığın gündelik yaşama sızışını burada görebiliyoruz.
Nicos Poulantzas Horkheimer’in cümlesini başka bir noktadan eleştiriyor, faşizm sadece emperyalist ülkelerde ortaya çıkabilir. ‘Emperyalizm hakkında konuşmayanlar faşizm hakkında sussunlar’ onun vecizesidir. O faşizm, bonapartizm ve askeri diktatörlüklerin arasındaki farklara antisemitizmin öznelliğine vurgu yapmadan değinir.
Foygonfobi – Mülteci düşmanlığı
Mülteciler negatif bir noktadan ‘Gastarbeiterlerin’ (Türkler, Yunanlılar, İtalyanlar vs.) yerine geçtiler. Muhakkak olarak mülteci haklarına bir saldırı var, mülteciler kriminalize edilmekte ve damgalanmaktadırlar. Chemnitz şu Almanya’da orada bir Almanın iki Alman olmayan tarafından öldürülmesinden sonra binlerce ırkçının sokaklarda yabancılara saldırmasından dolayı bir güncel konu.
Mülteci haklarına saldırıdan mülteci ve Alman olmayanlara saldırıya bir geçiş olduğunu söyleyebiliriz. Mülteci haklarının kısıtlanması hükümetin icra ettiği bir siyaset, bu esnada sokak saldırıları ise faşist çetelerce hal edilmektedir. Her ne kadar bu iki güç özdeş olmasa bile, toplumsal ilişkiler içinde birbirine doğru hareket ediyorlar.
Siyasal olarak AfD’nin faşist güçlerle kaynaşmasının derecesine bakmak önem arz ediyor. AfD içerisinde cenah çatışmaları daha açıktan görülür bir duruma geçecektir, böylesi bir kaynaşmayı hazırlamak için. AfD’nin ırkçıları faşist çetelerin itimatlığını sınamak istiyor, ki şimdiye kadar ki kazanılan burjuva ırkçı oylarını kaybetmesin.
Lakin bu bir salt Almanya sorunu değil. Seyla Benhabib Mülteci tartışmasını bir semptomatik ve sembolik bir tartışma olarak değerlendiriyor. ‘Avrupa’da 508 milyonluk bir nüfus var. 3 Milyonda Mülteci.’ Almanya’da yaşanılanlar dünyanın genelinde yaşanıyor. Mültecilere karşı nefret otarşik ve kendi başına özelleşmiş duruma gelmiştir, bunun sebebiyle şimdiye kullanılan Ksenofobi (zenofobi) yani yabancılara karşı duyulan düşmanlık ve korku yaşanılanı çok geniş genellik karakterinden dolayı doğru bir şekilde anlatıyor.
Antik Yunanca’dan üretilen foygonfobi (φεύγωνφοβία: φεύγων Mülteci- φοβία: Korku) yani mülteci düşmanlığı bu yaşanılan süreç ile nihai olarak tecelli etmiş durumdadır ve mevcut olan mülteci hareketi sebebiyle bir sonraki sürece kadar da böyle kalacaktır. Troçki antisemitizmin enternasyonal bir hal aldığını söylemişti zamanında, şimdi ise mülteci nefreti enternasyonal olmuş durumdadır.
Irkçılığın yükselişine entelektüellerin cevabı
Almanya şu an olanlara karşı birçok noktadan önemi bir tepki olan “Vatan yerine Dayanışma’’ adlı bir ortak metni Almanya’daki duyarlı entelektüeller tarafından yayınlandı. ‘Bizim dayanışmamız parçalanmaz – çünkü iyi bir yaşam isteği ve göç global, sınırsız ve evrenseldir” sonucuna katılmamak mümkün değil.
Bu metin siyaset olarak daha aktifleşme çağrısını da içinde barındırıyor. Entelektüel görev ise dünyayı yorumlamak ve değiştirmek olarak karşımızda duruyor.
Buradaki tezim ise, dünya ekonomik krizine ve ırkçı, bonapartist hareketlerin yükselişine dair sol cevapların genel olarak mevcut olmadığıdır, yani bu durum verilen cevapların yetersizliğinden ya da sınıfsal, toplumsal hegemonya kazanamamasına kadar geniş bir alandaki mevcudiyetsizliği belirtir. Bunun nedenini sol entelektüellerde bir jenerasyon sorunu olduğu nedenine geri götürebiliriz. Sol entelektüellerde ciddi bir şekilde bir iki jenerasyon neredeyse kayıp durumdadır.
İkincisi ise son 30-40 yıllık süreçteki neoliberal hegemonyanın siyaset entelektüellerin bilincini de tıpkı işçi sınıfının ve ezilmiş halklarında olduğu gibi geriye attığıdır. Buradaki istisna kendisini birçok noktada yenilemeyi başaran kadın ve gender hareketidir.
Irkçı yükselişse karşı tavır alan entelektüel hareketin siyasinde siyasetin temel noktaları ise eksiklik mevcuttur. Temelden Alman olanlar ile olmayanlar karasında bir eşitsizlik mevcuttur. Bunun da en çok hissedildiği nokta ise vatandaşlık konusudur.
10 milyondan fazla insan Almanya’da federal seçimlerde oy kullanıyor. Böylesi bir nokta ülke içeresinde başka bir siyaset güç dağılımına denk geldiği için, işsizliğe, evsizliğe karşı getirilecek sosyal talepler, sendikaların, göçmen örgütlerinin, kadın ve LGBT+ aktifleştirilmesiyle bağlantılıdır.
Bu ırkçı hareketin Aşil tendonudur. Çapa merkezleri (yeni sınır dışı kampları) ve sınır dışı siyaseti toplumdaki ırkçı eğilimleri artırıyor; ırkçılar kendilerini onaylanmış görüyorlar, her çıkan sorunda ırkçı metotlar daha fazla meşrulaştırılıyor.
Öte yandan ırkçı metotlarla ırkçılığa karşı mücadele mümkün değil tabii, sadece demokratik yöntemler başarılı olabilir. Bunlar aynı zamanda ilerici entelektüellerin de ayak bastığı temeldir, bunların daha uygulanması ile korunması gereklidir. (HY/HK)
* Yahudi karşıtı sloganlar atan siyah kar maskeli kişiler, 28 Ağustos 2018 günü Almanya'nın Chemnitz kentinde "Şalom" adındaki bir Yahudi restoranına saldırdı. Saldırı, bir Almanın iki göçmenle giriştiği kavga sonu ölmesinin ardından başlayan ırkçı eylemlerden iki gün sonra gerçekleşti.