Latin Amerika'da kıtasal bir devrimin ilk adımını atmak üzere gittiği Bolivya dağlarında 9 Ekim 1967'de öldürülüşünün 40. yılında, Ernesto Che Guevara'yı Ariel Dorfman'ın onun yaşamı ve ölümünün günümüz gençliği için taşıdığı anlamı çözümleyen makalesiyle (*)anıyoruz.
Che diye bildiğimiz Ernesto Guevara, Ekim 1967'de Bolivya ormanlarında katledildiğinde yalnızca Latin Amerika'da değil bütün dünyada da benim kuşağım için zaten bir efsaneydi.
Efsane...
İşini ve ülkesini yeryüzünün yoksullarının kurtuluşu için terkeden bu meçhul Arjantinli doktorun öyküsü de birçok destan gibi bir yolculukla başlamıştı. 1956'da Fidel Castro ve bir avuç savaşçısıyla birlikte, çılgınca bir planla Küba'ya çıkartma yapıp diktatör Fulgencio Batista'yı devirmek üzere dökük Granma yatı üzerinde Karayip Denizi'ni aşmıştı. Karaya ayak bastıklarında geçit vermez bir bataklığa düşüp müfrezedekilerin çoğunu kayıp veren savaşçılardan sağ kalabilenler çatışa çatışa Sierra Maestra'ya tırmanmayı başardı. İki yıldan biraz fazla süren, Guevara'nın gözünü budaktan sakınmadığı cesareti ve maharetiyle parlayıp komutan unvanını aldığı gerilla harekatının ardından isyancılar Havana'ya girdiler ve Kuzey ve Güney Amerika'nın ilk ve tek muzaffer sosyalist devrimini başlattılar. Che'nin imgesi devasaydı: Yeryüzünün egemen gücü Yankiler'e meydan okuyan mitolojik dev Che. Bencillikten arınmış ve başkalarını tutkuyla seven Yeni İnsan'ın eskinin yıkıntıları içinden, güç kullanılarak yaratılmasını savunan ahlak timsali Che. Astım hastası olmasına karşın, baskı ve zulme karşı mücadeleyi sürdürmek için Küba devrimini bırakarak sırra kadem basan romantik Che.
39 yaşında Vallegrande'de kurşuna dizilmesi Che'nin efsanevi yüceliğine sadece yücelik katmış oldu. O ölüm döşeğinde neredeyse açılacakmış gibi duran kısık gözlerle yatan İsavari beden; ona yakıştırılmış mıydı ondan nakledilmiş miydi tam olarak bilemediğimiz o korkusuz son sözler -"Ateş et korkak, yalnızca bir insan vuracaksın"; katillerinin onun ölüsünden dirisinden daha çok korktuklarını ele veren o bilinmeyen mezar ve o kesilmiş elleri: Bunların tümü o dikbaşlı zamanların zihnine ve belleğine kazındı. O dirilecek, diye bağırıyordu 60'lar sonu gençliği; bunu Şili'nin başkenti Santiago sokaklarında avazım çıktığı kadar haykırırken bütün Latin Amerika'yı da benzer andların kat etmiş olduğu bugün gibi hatırımda: "No lo vamos a olvidar"! Onu unutturmayacağız!
Tanrısallaşan imge
Otuzu aşkın yıl geçti ve hakikaten de ölü kahraman kolektif belleğimizdeki yerini korudu ama çoğumuzun tam olmasını beklediği şekilde değil. Che şimdi her yerde ve her zaman hazır ve nazır: Kahve fincanları ve posterlerden bize bakıyor, anahtarlık ve takıların ucunda sallanıyor; rock parçalarının ve resim-heykel sergilerinin orasından burasından çıkıyor. Efsanenin yuttuğu gerçek kişinin ortadan kayboluşu, imgesinin böylesine tanrısallaşmasına eşlik ediyor. Beresi yıldızlı isyancı gerillayı idolleştirenlerin çoğu onun aramızdan ayrılışından çok sonra dünyaya geldiler ve yaşamı ile amaçları hakkında sadece kabataslak birşeyler biliyorlar. Düşman askerlerinin yarasını saran şefkatli ve cömert Che yok artık; daha sıkı bir muharip olmasını önlüyor diye yaşam sevgisini törpülemeye çabalayan yılmaz savaşçı yok artık; Küba hapisanelerindeki tutsakları adil bir yargılama olmadan kurşuna dizme emirlerine imza atan daha bulanık ve karışık Che de yok.
Şahsiyetindeki karmaşıklığın böylesine silinip gitmesi her ikonun kaderi aslında. Ama şimdi Che'ye tapınan insanlığın, onun inandığı herşeye neredeyse tamamen sırt çevirmiş olması çok daha çapraşık bir durum. Ulaşmayı umduğu gelecek, Che'nin ideallerine ve fikirlerine saygılı çıkmadı. 60'larda, onun kendini feda edişinin toplumsal eylemle, ezilenlerin sisteme karşı ayaklanarak -Che'nin kendi sözleriyle- iki, üç, daha fazla Vietnamlar yaratmasıyla selamlanacağını varsayıyorduk. Özellikle Latin Amerika'da pırıl pırıl binlerce genç insan onu örnek alarak çıktıkları dağlarda ya da kentlerin karanlık hücrelerinde, kendi topyekun kurtuluş hayallerinin de Che'ninkiler gibi gerçekleşmeden kalacağını asla bilmeksizin boğazlandılar yada işkencelerde öldürüldüler. Vietnam bugün, sadece isyan ateşiyle pişmiş bir ülkenin küresel piyasayla aktif bütünleşme arayışının örneği olarak taklit ediliyor. Guevara'nın uzlaşma bilmeyen, gerçeklere boyun eğmeyen mücadele tarzı da, ahlaki mutlakçılığı da geçerli değil artık. Arkamızda bıraktığımız çeyrek yüzyılda Latin Amerika, Doğu Asya ve komünist dünyada demokrasiye barışçı geçiş örnekleri bir yana kalsın, dönemin büyük devrimlerinden (Güney Afrika, İran, Filipinler, Nikaragua) de çıka çıka eski hasımlarla pazarlıklar, al gülüm ver gülüm hesapları çıktı. Hiçbirşey Che'nin bıkmadan usanmadan ölüme meydan okuyuşuna bunlar kadar uzak olmazdı. Karizması ve ahlaki tavrıyla bize Che'yi anımsatan Chiapas Maya ayaklanmasının sözcüsü komutan yardımcısı Marcos'un bile kahramanının ekonomik ya da askeri teorileriyle boy ölçüşmesi olanaksız.
Günümüz gençliğinin Che'si
O zaman, Che'nin özellikle hali vakti yerinde gençler arasındaki yaygın popülaritesini nasıl açıklamalı?
Durmaksızın yer değiştiren kimlikler ve ittifaklar çağında, bir kez olsun davasına sadakatten şaşmaksızın bir ülkeden ötekine koşan, hudutlar aşan, sınır tanımayan maceracı fantezisi belki de çağımızın huzursuz gençliğine tutkulu bir ahlaki bağlanışla çağdaş göçebe ruhunun optimal bir bileşimini sunuyordur. Boylu boyunca bir siniklik, çıkar ve çılgın tüketim dünyasına gömülmüş oldukları için asla onun ayak izlerini takip etmeyecek olanların gözünde hiçbir şey Che'nin maddi refaha ve gündelik arzulara sırt çevirişi kadar hoş olamaz. Che'yi bu kadar çekici kılanın, onun bize bu kadar uzak, onun hayatını tekrar etmenin imkansızlığının bu kadar aşikar oluşu olduğunu söyleyebiliriz. Ve Che de hippi saçları ve seyrek devrimci sakalıyla kural tanımaz, isyancı 60'lara, şimdi jestler ve modaya indirgenmiş olan o fırtınalı geçmişe açılan mükemmel bir postmodern kanal değil mi? TIME'ın 20. Yüzyılın en önemli yüz kişisi arasına ancak girebilen iki Latin Amerikalı'dan birinin de kolayca bir isyan simgesine dönüştürülebilir olmasının nedeni acaba onun artık hiç tehlikeli olmayışı olabilir mi?
Ben bundan o kadar emin olmazdım. Dünya gençliğinin, posterleri duvarlarından kendilerini selamlayan bu insanın, dünyanın yoksullarının, yerinden yurdundan edilmişlerin, los pobres de la tierra'nın sonsuza kadar kendi kaderlerine terkedildikleri bir dünyaya katlanamadığı için ölmeye hazır bu dünyevi azizin kendileriyle bu denli ilintisiz olamayacağını kavrayacaklarını düşünüyorum.
Yaşamayan kahramanlardan ve onların şahadetlerinin yaşayanların omuzlarına yıktığı büyük yüklerden ne kadar çekinsem de bir kehanette bulunmaksızın edemeyeceğim. Bunu bir uyarı da sayabilirsiniz. Bu gezegende 3 milyarı aşkın insan yaşamlarını sürdürmek için günde 2 doları bile bulamıyor. Ve doğan her günle birlikte 40 bin çocuk -yani her saniyede bir çocuk!- süreğen açlıkla ilintili hastalıklara yakalanıyor. On yıllar önce Che'yi, kendisini Bolivya'da bekleyen mermiye ve o fotoğrafa götüren yolculuğa çıkartan dehşetengiz adaletsizlik ve eşitsizlik hep orada, olduğu yerde durmaya devam ediyor.
Dünyanın kudret sahipleri akıllarından çıkartmasalar iyi olur: Che Guevara'nın sabırsız gözleri onu içine tıkmaya çabaladığımız tişörtün bağrından alev alev bakmaya devam ediyor. (EK/NZ)
_______________
* Ariel Dorfman bu makaleyi ABD'de yayımlanan haftalık haber dergisi TIME'ın 20. yüzyılın yüz önemli insanı arasında yer verdiği Che Guevara anısına 14 Haziran 1999'da kaleme almıştı. Makaleyi Ertuğrul Kürkçü İngilizce'den çevirdi.
Bugün 65 yaşında olan Dorfman Arjantin-Şili kökenli bir yazar, romancı, oyun yazarı, öğretim üyesi ve insan hakları savunucusu.
Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Arjantin'de dünyaya gelen Dorfman doğumundan kısa süre sonra ailesiyle ABD'ye göç etmiş, 1954'te de Şili'ye geri dönmüştü. Dorfman, Şili Üniversitesi'nde öğrenim gördü, daha sonra bu üniversitede profesör oldu ve 1967'de Şili yurttaşlığına geçti.
Dorfman 1970'ten 1973'e kadar Başkan Salvador Allende yönetiminde kamu görevlisiydi. Augusto Pinochet'yi iktidara getiren askeri darbenin ardından sürgüne gitmek zorunda kaldı.
1985'ten bu yana ABD'de Duke Universitesi'nde öğretim üyesi olan Dorfman halen Walter Hines Page Research'te bölüm başkanı, edebiyat ve Latin Amerika araştırmaları profesörü. Şili'de demokrasiye geçildiği 1990'dan bu yana ABD ile Şili arasında gidip gelerek her iki ülkede de öğretim üyeliği yapıyor.
Dorfman yapıtlarında çoğunlukla diktatörlüğün zulmünü, son dönemlerinde de sürgün sorunlarını işlemişti. En ünlü oyunu Ölüm ve Genç Kız ("Death and the Maiden")1994'te yönetmen Roman Polanski tarafından filme alındı. Son romanı Dadı ve Buzdağı (“The Nanny and the Iceberg”) başlığıyla yayınlandı.