Cezayir, 1529 – 1830 yılları arasında Osmanlı egemenliği altında 301 yıl yaşadı. Genel anlamda sömürge statüsü olmamasına rağmen tam bir sömürge gibi yönetildi ve bu süreç içerisinde bir milyondan fazla Cezayirli açlık, sefalet ve uygulamalar nedeniyle hayatını kaybetti.
O dönemler 3 milyon civarında olan nüfusa göre bakıldığında hayatını kaybedenlerin sayısının çok büyük olduğu rahatlıkla görülebilir.
1830’dan sonra Fransa egemenliği ve işgali altına giren Cezayir oldukça uzun zaman daha acı çekti.
Fransa, 1945’te Setif, Blida, Oran, Guelma şehirleri başta olmak üzere pek çok yerde katliam yaptı. "Setif Katliamı" olarak bilinen bu katliamlarda on binin üzerinde Cezayirli katledildi.
1954 ve sonrası Fransa sömürgeciliğine karşı yapılan direniş ve mücadele içerisinde 12 binden fazla Cezayirli katledildi.
O dönemlerde gerek Fransa gerek Türkiye gazetelerinde Cezayir direnişi, "tedhiş (şiddet) hareketleri", "çapulculuk", "eşkıyalık", "isyan", "ayaklanma" olarak nitelendiriliyordu.
Türkiye’deki gazetelere göre konu Fransa'nın "içişi" idi ve Türkiye, Birleşmiş Milletler toplantılarında Cezayir’in bağımsızlığı konularında sürekli ret oyu kullandı.
1956’da Fransa güçlerince, özellikle sömürgeciliğe karşı mücadele eden Cezayirlilerin henüz bağımsızlıklarına kavuşmuş olan Fas ve Tunus’tan yardım almaması ve ilişki kurmaması için Cezayir’in etrafı dikenli telle çevrildi.
1957 sonrası ABD’nin Cezayir’in bağımsızlığı yönünde politikalar izlemesi nedeniyle Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’deki oyu “çekimser” olmaya başladı.
1958’de Birleşmiş Milletler’de Cezayir’in bağımsızlığının acilen tanınması konusunda yapılan oylamada Türkiye yine çekimser oy kullandı ve bu çekimser oy sayesinde bir oy farkla bağımsızlığın tanınması kabul edildi.
Bu yıllarda Fransalıların Cezayirlilere yaptığı sistematik işkenceleri, dünya kamuoyu yine bir Fransalıdan, Fransa'nın Cezayir politikasını eleştirdiği için kendisi de bu işkencelerden nasibini alan gazeteci Henry Alleg'in ‘’Le Question’’ (Sorgu) adlı kitabından öğrenmişti.
Fransa baskılarını arttırarak devam etti ve göçmenlerden oluşturduğu Gizli Ordu Örgütü (Organisation Armée Secrète, OAS) ile sivil halka yönelik acımasız şiddet eylemlerine devam etti.
Gerek şiddetlenen sömürgeciliğe karşı hareketler, direniş ve mücadele, uluslararası kamuoyunda oluşan şiddetli tepkiler, gerekse de Birleşmiş Milletler’in artık gözünü, kulağını kapayamaz oluşu nedeniyle aldığı Cezayir yanlısı kararlar sonucunda Cezayir Cumhuriyeti Geçici Hükümeti ile Fransa arasında 18 Mart 1962 de anlaşmaya varıldı.
Bu anlaşma sonrası 1 Temmuz 1962’de yapılan halk oylamasında bağımsızlık isteyenlerin kullandığı oy sayısı 6 milyon, karşı çıkanların oy sayısı ise 18 bin oldu.
Bağımsızlık ilanı öncesi son sekiz yılda süren savaşta 2 milyon köylü toprağını terk etmek zorunda kalırken, 250 bin Cezayirli yaşamını yitirdi.
Cezayir’de uygulananlar bir soykırımdı.
Cezayir’in 430 yıl süren sömürge statüsü altında verilen anti sömürgeci bağımsızlık mücadelesi içerisinde bir isim var ki unutulması mümkün olmayan, unutulmaması gereken bir isimdir.
Cemile Buhayrat (Djamila Bouhired)
Fransız sömürge mahkemesinde yaralı ve işkence görmüş halde yargılanan ancak asla taviz vermeyen 22 yaşındaki Buhayrat, kendisine verilen giyotin ile idam kararını kahkahalarla karşılamış, mahkeme heyetine karşı, “Bizi öldürmekle Cezayir’in bağımsızlığına kavuşmasını engelleyemeyeceksiniz” sözleriyle tarihe geçmişti.
Henüz 10 yaşındayken 1945 tarihinde, Fransa sömürgeci güçlerinin Setif’te giriştiği katliama şahit olmuştu.
Cezayir halkının bağımsızlık duygularını daha da alevlendirecek olan Setif katliamı sonrası, öğrencilerin çoğunluğunu oluşturduğu Ulusal Kurtuluş Hareketine (FLN) katıldı ve bu hareketin fedailer grubunda yer aldı.
İlkokuldayken her sabah okutulan “Annemiz Fransa” marşını “Annemiz Cezayir” olarak okuduğu için okuldan uzaklaştırılan Buhayrat’ın bağımsızlık mücadelesinin merkezinde “Ömür boyu hapistense idam daha özgürleştirici bir seçenektir” düşüncesi yatmaktaydı.
Fedailer grubunda birçok eyleme katılan Buhayrat, istihbarat dahil bir çok alanda görev üstlenmiş, üstlendiği tüm görevleri başarıyla yerine getirmişti.
“Ülkenin her çocuğunun feryadı benim feryadımdır” diye tarif eden Buhayrat, 1957’de bir Fransa lokantasına bomba yerleştirmek suçlamasıyla yaralı olarak yakalanmış, gördüğü ağır işkencelerde tek kelime etmeden tutuklanmıştı. İşkence sırasında cinsel istismar ve tecavüze de uğramıştı.
Simon De Beauvoir’in Buhayrat’ın hikayesini kaleme aldığı yazısında, “Bir kadının bedeninin savaş aygıtı haline getirilmesinden utanıyorum, Cemile’ye şiş ve copla tecavüz eden askerler beni savunuyor olamazlar” diyordu.
Kadın kahraman yaratmanın tehlikeli olabileceğini düşünen Fransa mahkemesinin, “akıl sağlığı yerinde olmadığı” raporu verilerek serbest bırakılması teklifini geri çevirmişti.
Mahkemede hakim ile aralarında geçen konuşma, Buhayrat’ın kararlılığını da gösteriyordu.
Hakim; Sen bir Fransızsın
Buhayrat; Hayır, ben Cezayirliyim
Hakim; Sen bir suç örgütü üyesisin
Buhayrat; Ben direniş örgütü üyesiyim
Hakim; Sen bir suç işledin
Buhayrat; Hayır, sadece işgalci hainlere haddini bildirdim.
Ulusal ve uluslararası kamuoyu baskısıyla Cemile Buhayrat’a verilen idam cezası müebbet hapse çevrildi.
Cezayir’in 1962 yılında bağımsızlığına kavuşmasının ardından da Fransa tarafından serbest bırakılmak zorunda kaldı.
Unutulmaması gereken tarihsel bir kişilik ve özgürlük savaşçısı olan Cemile Buhayrat, bağımsızlık sonrası ülkesindeki iktidarın uygulamalarını kendisinden ve ideallerinden uzak bulduğu için bir süre aktif siyasetten çekilse de, Filistin başta olmak üzere birçok alanda aktif olarak çalışmalarda bulundu.
“Cezayirli Cemile” adı altında yaşamını konu alan film çekildi.
Cemile Buhayrat, önce bir özgürlük savaşçısı ve aktif siyaset insanı, sonra bir kadın ve anneydi.
Mahkemede kendisini savunan Fransız avukat Jacques Verges ile serbest bırakıldıktan sonra evlenen ve mütevazı bir yaşam süren Cemile Buhayrat’ın ismi Cezayirli çocuklara en çok konulan isim oldu. (NT/EKN)