Türkiye'de her gün yeniden onlarca cenazenin gelmeye başladığı bir dönemde, "bu Cezayir savaşı da nereden çıktı?" dediğinizi duyar gibiyim. Hemen şunu söylemekte fayda var: Bu yazının amacı size yeniden Cezayir Savaşı'nı anlatıp çok bilmişlik taslamak değildir.
Tam tersine, 1954-1962 yılları arasında yaşanan Cezayir Savaşı'nın bitmesi için Fransız solu ve aydınlarının olaya nasıl yaklaştığını ve nasıl tavır aldıklarını gösterip, Türkiye'yle olan benzerliğini ortaya koymak, çözümün neden gerçekleşemediğini ve/veya nasıl gerçekleşebileceğini göstermeye çalışmaktır.
Olaylar, farklı mekan ve zamanda gercekleşse de, Cezayir'de olup bitenler, Fransız aydınları ve devrimcilerinin buna bakış açısı, tavırları, ülkemiz aydınları ve solcuları için dikkatle incelenmesi ve dersler çikarılması gerekilen önemli bir tecrübedir.
Cezayir'e dair kısa bir hatırlatma...
Cezayir 1830'da Fransız ordusu tarafından işgal edilir ve bu tarihten itibaren tam 132 yıl boyunca Fransa'nın kolonilerinden biri olarak kalır. İşgal edildiği andan itibaren, Cezayirliler onlarca kez Fransızlara karşı ayaklanmalarına rağmen bir türlü bağımsızlıklarını elde edemezler.
İkinci Dünya Savaşı'nda Fransızlarla birlikte faşizme karşı mücadele eden Cezayirlilerin savaştan sonra bağımsızlık umutları iyice artarken, Kuzey Afrika Yıldızı adlı örgütün kurucusu ve Cezayir milli mücadelesinde, 1930'lardan itibaren, çok önemli roller oynayan Messali Hac'ın tutuklanması, 8 Kasım 1945'deki Setif ve Guelma katliamlarından sonra (20 000'den fazla ölü olduğu tahmin ediliyor), Cezayirliler bağımsızlığa dair bütün umutlarını kaybederler.
1950'li senelere kadar, peşpeşe alınan yenilgilerden sonra, Cezayir ulusal kurtuluş mücadelesi çok dağınık ve kendi aralarındaki çatışmalardan dolayı halk bağımsızlık mücadelesine olan güvenini her geçen gün daha fazla kaybeder.
Bu anlaşmazlıklara son vermek için, bir an önce bütün gurupları ulusal dava etrafında birleştirip kolonializm karşıtı bir ulusal cephe oluşturulması ihtiyacı kendisini dayatır. Bu ihtiyaçtan haraketle, Birlik ve Eylem İçin Devrimci Komite (CRUA) kurulur.
Belli bir hazırlık döneminden sonra, CRAU'nun üyeleri 1954'de FLN'i, yani Ulusal Kurtuluş Cephesi'ni kurar ve liderliğini yapmaya başlarlar.
1954: FLN silahlı mücadeleyi başlatıyor!
Hiç kimsenin beklemediği bir anda, 1 Kasım 1954'de, sabaha doğru, Cezayir'in birçok bölgesinde, aynı anda otuzdan fazla bomba patlar ve Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) ve silahlı kolu Ulusal Kurtuluş Ordusu (ALN)'nin kuruluşları ilan edilir.
Bu eylemler,aynı zamanda FLN'in ilk eylemleri olarak tarihe geçer. Bağımsızlığın silahlı mücadele ile kazanılacağına inanan FLN hem şehirlerde, hem de kırsal alanlarda gerilla mücadelesi vermeye başlayarak halk arasında çabucak kök salmaya başlar. Artık Cezayir'in ve özelikle Fransa'nın tek gündemi vardı: Cezayir'in bağımsızlığı ve FLN.
Savaş toplumda ciddi ayrışmalar yaratıyor!
FLN'in eylemleri bütün ülkeye yayılıp Cezayirliler üzerinde iyice etkisini artırırken, buna paralel olarak da, Fransız ordusu, " terörle " mücadeleyi temel hedef olarak önüne koyuyor ve zamanın Cezayir yöneticisi Jacques Soustelle en büyük görevinin barışı sağlamak olduğunu, bunun içinde "FLN'in kökünün kazınılması gerektiğini" belirtiyordu.
Savaş geliştikçe, toplumdaki bölünmeler de derinleşiyor halk arasında ciddi kamplaşmalar yaşanıyordu. Cezayir'de yaşayan bir milyon civarında ki Avrupalı ile Cezayirliler arasında çıkan çatışmalarda yüzlerce insan hayatını kabediyordu.
Diğer yandan, Fransızlar, tıpkı bizdeki Köy Koruculuğu'na benzer bir sistem geliştirip, Cezayirlilerin bir kısmını silahlandırıyor ve onları FLN militanlarına karşı kulanmaya başlıyorlardı.
Sayıları binlerle ifade edilen ve Harkiler olarak tarihe geçen bu Cezayirliler, savaş bittikten sonra, bazıları kendi kaderine terk edilecek, "vatanlarına ihanet ettikleri" için FLN'in ve halkın hedefi haline gelip öldürülecek, bazıları ise Fransa'ya getirilip orda açlık ve yoksullukla başbaşa bırakılacaktı.
Savaş yayılıp FLN güçlendikçe, Fransa çıkmaza giriyor ve hükümeti yenileme ihtiyacı hisediyordu. Sağcı hükümetin bastıramadığı ayaklanmaları bundan böyle solcu hükümet bastırmaya çalışacaktı.
Fransa'da sol iktidara geliyor!
1956'da yapılan seçimlerde Guy Mollet'in başını çektigi sosyalistler, komünistlerinde desteğiyle, iktidara gelir ve yeni hükümeti oluşturmak üzere görevlendirilirler.
Böylece Guy Mollet, başbakan olurken, François Mitterand (1980'den sonra Fransa Cumhurbaşkanlığı yaptı) İçişleri Bakanı ve Robert Lacoste Cezayir yöneticisi olur. İlk başlarda Cezayirlilerle görüşmelerden yana olan Guy Mollet, daha sonra bu fikrinden vazgeçerek, hükümetin en büyük görevinin FLN'in bitirilmesi olduğunu söyler ve sınıra 400 bin asker göndererek Cezayir'i adeta abluka altına alarak büyük operasyonlar gerçekleştirir.
Toplumun sempatisini kazanmak içinse, tibbî yardimlar yapan ve okuma yazma öğreten askerler görevlendirilir ve medya vasıtasıyla bu imajlar özelikle Fransa'da olmak üzere, çok geniş kitlelere ulaştırılarak yaşanmakta olan savaşın amacının "insani" amaçlı olduğunun propagandası yapılır.
Bununla, bir yandan halk kazanılmaya çalışılırken diğer yandan ayyuka çıkan işkence haberleri ve katliamlar yüzünden, ordu insani yardım adı altında imajını düzeltmeye çalışır.
Cumhuriyetçiler koalisyonu olarak bilinen sosyalist hükümet de problemi askeri olarak çözmeye çalısırken, FLN halk arasında giderek güçlenir ve büyük şehirlerde de fransız ordusuna karşı çok etkili bir silahlı mücadele geliştirir.
FLN'in şehirlerde de giderek güçlendiğini gören fransız ordusu, Cezayır'e General Massu komutasındaki paraşütçüler olarak bilinen hava birliklerini gönderir.
Daha önce birçok savaşa katılmıs, bu tecrübeli askerler, FLN'e ulaşıp onu çökertmek için sıradan binlerce insan gözaltına alınır ve çok ağır işkencelerden geçirilir. İşkence idiaları ve Fransız ordusu tarafından kulanılan yöntemler, Fransa'da da çok tartışılır ve çok tepki görür.
Özelikle solcu aydınlar, troçkistler ve anarşistler yaptıkları dayanışma eylemleriyle, işkenceleri halka duyurmaya çalışır, savaş karşıtı ve anti militarist kampanyalar düzenlenir ve yavaş yavaş yaşanan "kirli savaşa" karşı pasifist bir cephe oluşturulur.
Bu cephe açık bir şekilde Fransa'yı eleştiriyor ve derhal Cezayir'den çekilmesini ve Cezayirlilerin kendi kaderlerini tayyin etme hakkına saygı duyulmasını istiyordu.
Fransız Komünist Partisi'nin tavrı...
Dönemin en güçlü partilerinden olan ve hükümeti destekleyen Fransız Komünist Partisi ise kolonyalizmle ilgili genelde çok ikircikli ve kolonyalizmi meşru gören tavırlar takınır. 1956'da savaş bütün şiddetiyle sürerken, FKP hâlâ Cezayir'in Fransa'ya bağlı kalmasını savunur ve şiddetle Cezayir'in bağımsızlığına karşı çıkar.
Sadece eleştirmekle de kalmayıp, parlamento da, Turkiye'deki Olağanüstü Hal benzeri bir rejim lehine oy kullanır, kendi içinde FLN'i destekleyen komünistleri ihraç eder, FLN'i silahlı mücadeleyi başlattığı için eleştirir ve mahkum eder.
Sosyalistlerin ve Komünist Partisi'nin ulusların kendi kaderini tayyin hakkı ve enternasyonalizm gibi değerlerinden uzaklaşıp şöven, milliyetçi ve militarist kampa entegre olurken, Jean Paul Sartre, André Breton, Simone de Beauvoir, Francis Jeanson gibi, dönemin en çok tanınan aydınlarınindan aralarında bulundugu 121 aydın Fransa'yı kendi değerlerine ters düşmekle, emperyalist olmakla suçlar ve her gün yüzlerce insanın öldüğü bir savaş ortamında, "reddetmenin" önemini açıklar, Fransız halkını devletlerine karşı itaatsizlik yapmaya ve Cezayirlilerle haklı davalarında dayanışmaya çağırırlar.
121'ler Manifestosu: "Ordunun kapalı ve açık bir şekilde demokratik kurumlara karşı başkaldırdığı, gücünü ırkçı bir egemenlik aracı olarak kulandığı bazı durumlarda reddetmek ve "ihanet" kutsal bir görevdir".
FLN sadece Cezayir toprakları üzerinde mücadele etmekle kalmıyor aynı zamanda Fransa'da bulunan Cezayirliler arasında da örgütleniyor ve silahlı mücadeleyi buralarda da uygulamaya başlıyordu.
Kendi ülkelerini haksız bulan Fransız aydınları, devrimcileri ve anarşistleride FLN militanlarına yardım ederek, savaş ve militarizm karşıtı kampanyalar düzenleyerek, FLN militanlarını evlerinde saklayarak cezayirlilerin yanında mücadeleye katılıyorlardı.
Yapılan bu eylemlerden dolayı, birçok Fansız militan gözaltına alınıyor, işkencelere maruz kalıyor ve tutuklanıyordu. İşte tam bu sırada, 121 Fransız aydın bir araya gelerek "121'ler Manifestosu" adında bir bildirge yayınlayıp FLN militanlarına yardım eden, savaşa karşı çıkıp askere gitmeyen ve savaş karşıtı faaliyetlerinden dolayı işkence gören, tutuklanan militanları desteklediklerini açıklıyorlardı.
Bildiride, ayrıca, Cezayirlilerin gerek savaşarak, gerekse diplomatik yönden haklı bir mücadele verdikleri, bu mücadelenin ulusal bağımsızlık mücadelesi olduğu ve Cezayirlilerin haklı olduğu vurgulanarak, sadece barıştan yana olmanın yetmeyeceğini, aynı zamanda haklı olandan yana tavır almanında aydınlar için etik bir davranış olduğunu gösterirler.
Fransa'nın ise hiçbir güç tarafından işgal veya tehdit edilmediğini dolayısıyla da Fransızların "ulusal savunma" söyleminin hiçbir anlam ifade etmediğini, verilen savaşın, emperyalist ve ırkçı bir savaş olduğunu, gelinen aşamada ordu ve bir avuç zengin dışında kimsenin artık bu savaşın haklılığına inanmadığını deklare ederler.
Ordunun ve varolan rejimin Fransa'nın değerlerine ihanet ettiğini, ordunun kapalı ve açık bir şekilde demokratik kurumlara karşı ayaklandığı, gücünü ırkçı bir egemenlik aracı olarak kullandığı bazı durumlarda, reddetmenin ve ihanetin kutsal bir görev olduğunu savunan Fransız aydınları, halkı Fransız devletine karşı itaatsizlik eylemleri yapmaya çağırırlar.
Cezayir halkına karşı silah almayı red etmeyi saygıyla karşılayıp bunu doğru bulduklarını, Fransız halkı adına, ezilen Cezayirlilere yardim etmeyi kendi görevleri olduğunu düsünenlere saygı duyduklarını, bu tarz eylemleri onayladıklarını ve kolonyalist sistemin yıkılmasına kararlı bir şekilde katkıda bulunan Cezayir halkının davasını, bütün özgür insanların davası olduğunu deklare edip Fransa'yı haksız ve kirli bir savaş yürüttüğü için mahkum ederler.
Francis Jeanson: "Ben haklı davaların ve adeletin savunucusuyum"
Genel anlamda, FLN'in silahlı eylemlerine ve zaman zaman sivilllere karşı yaptığı eylemlere rağmen, 121'ler Manifestosu'na imza atan Fransız aydınları, koşulsuz bir şekilde FLN'e yardım eden militanları desteklemekle kalmamış, aynı zamanda Cezayirlilerin vermiş oldukları mücadelenin kolonyalist sistemin yıkılmasına katkıda bulunan haklı bir dava olarak görmüş, ve bütün özgür insanların davası olarak sahiplenmişlerdir.
Bu aydınlar arasında hep Jean Paul Sartre'ın ön plana çıkmasına rağmen, FLN'i, fiili olarak en fazla destekleyen ve hatta bunun için bir grup kuran Sartre ve Camus'nun yakın arkadaşlarından Francis Jeanson'dur.
Fransa Naziler tarafından işgal edildiğinde, Francis Jeanson zorla alıkonularak Almanya'ya kamplarda çalıştırılmaya gönderilirken, faşistlerin elinden kaçar ve Kuzey Afrika'daki antifaşist direnişçilere katılır.
Daha sonra Cezayir'de Jean Paul Sartre ve Albert Camus ile karşılaşır. Komünist bir gazetede muhabirlik yapan Jeanson, Cezayirli devrimcileri ve mücadelelerini yakından tanıma fırsatı bulur ve Fransa'ya, yani kendi ülkesine karşı tavır alarak, FLN'e kurduğu grup aracılığıyla aktif bir şekilde yardım eder.
Grubuyla birlikte, FLN militanlarını saklar, onlara sahte kimlikler bulur, toplanan fonları örgüte ulaştırarak değişik şekilde yardımlarda bulunur; kendisine " vatan haini " diyenlere ise, " asıl Fransa yoksul halklara zulm ederek kendi değerlerine ihanet etmiştir " diye cevaplar.
Francis Jeanson, 1960'da gıyabında yargılanır ve on yıla mahkum olur. Daha sonra çıkan aftan faydalanarak Fransa'ya döner. Savaş bittikten sonra, Jean Paul Sartre ile ilgili birçok kitap yazan Jeanson, hayatının geri kalan zamanını André Malraux ile birlikte kültür üzerine çalışarak geçirir. Kendisini haklı davaların savunucusu olarak gören Francis Jeanson 2009'da hayata veda eder.
Bir yandan FLN'in mücadelesi, diğer yandan Fransiz devrimcileri ve aydınlarının kendi ülkelerine karşı Cezayirlilerin yanında vermiş oldukları mücadele 19 Mart 1962'de ateşkes yapılmasını sağlayacak ve sekiz yıldır süren savaşa son verecekti.
Savaşın bilançosu her iki halk için de çok ağır olur!
19 Mart'da ateşkes yapılmasına rağmen, olaylar ve katliamlar 3 Temmuz'a kadar sürer. FLN savaş boyunca Fransızlarla birlikte kendilerine karşı savaşan Harkilere ve Cezayir'de yaşayan Avrupalılara karşı bazı bombalama eylemlerinde bullunarak birçok sivil öldürür.
Diğer yandan, savaş basladıktan sonra General de Gaulle tarafından oluşturulan OAS (Gizli Ordu Örgütü) ile ateşkes olmasına rağmen eylemlerine devam ederek 3 bine yakın Fransız ve Cezayirliyi öldürür. 1954'te başlayan savaş için iki milyon Fransız genci ve binlerce Harki (Cezayirliler) seferber edilir, bunlardan 30 bini çatışmalarda hayatını kaybeder. Yine Fransa'ya göre, ölen Cezayirli sayısı 300 bin civarındadır. Sekiz sene süren savaş boyunca, 8 bin köy yakılır ve 2 milyondan faza kişi sürgün edilerek değişik toplama kamplarına yerleştirilir.
Cezayir'in bağımsızlığı için referandum yapılır!
Ateşkes yapıldıktan sonra, General de Gaul'leün çağrısıyla, 8 Kasım 1962'de Fransa bir referandum düzenler ve Fransızların yüzde 90'ı Cezayir'e bağımsızlığın yolunu açan yasaya evet oyu kulanır. 1 Temmuz 1962'de ise Cezayirliler ülkelerinin bağımsızlığı için referandum yaparlar ve Cezayirlilerin yüzde 92'si bağımsızlıktan yana oy kulanır.
Böylece, 3 Temmuz 1962'de Cezayir'in resmi olarak bağımsızlığı ilan edilir ve 4 Temmuz'da ise Ahmet Ben Bella Cumhurbaşkanı olarak başkente yerleşir.
Cezayirlilerin bu haklı mücadelesi, Fransa'nın birçok kolonisini terk etmesini sağlamış, antiemperyalist mücadelelere ilham kaynağı olmuş ve Fransa'da beşinci Cumhuriyet'in kurulmasına yol açmıştır. Cezayir savaşını kaybeden Fransa ise Cezayir'in bağımsızlığını tanımasına rağmen, senelerce yaşanan olaylara savaş demekten kaçınmış ve hep "Cezayir olayları" terimini kulanmayı devam etmisti.
Fransa, resmi olarak, "Cezayir Savaşı" terimini ilk kez 18 Ekim 1999'da kulanarak bir nevi Cezayirlilerin vermiş olduğu mücadeleye aradan seneler geçmesine rağmen nasıl baktığını göstermis oluyordu.
Türkiye'ye barış nasıl gelir?
Türkiye'ye barışın gelmesi için, tıpkı Fransız aydın, devrimci ve anarşistlerinin Cezayir savaşında yaptığı gibi, Kürt halkının senelerden beri inkâr ve asimile edildiğini, katliamlara maruz kaldığını ve PKK'nin de bütün bu baskıcı-katliamcı politikaların ürünü olarak ortaya çıktığını, haklı bir mücadele verdiğini (yöntemlerini yanlış bulmak bu gerçeği değiştirmez), milyonlarca Kürdün PKK'yı kendi politik örgütleri ve temsilcileri olarak gördüğünü kabul etmez ve devlete değil de sadece PKK'ye ateşkes çağrısı yapılırsa Türkiye'de çatışmaların daha uzun yıllar sürecegi aşikârdır.
Haklı oldukları için nasıl ki Filistinlileri desteklerken Hamaslı "dinci", ya da El Fetih'li "milliyetçi" olmuyorsak, Irak'ta savaşa karşı çıkarken Saddam yanlısı olmuyorsak, PKK'nin bu savaşta taraf olduğunu, PKK'yi muhatap almanın bizi ne PKK'li ne de "Kürt milliyetçisi" yapmayacağını, ama bir halkın özgür ve demokratik bir şekilde kendi dilini, kültürünü yaşayacağını, artık insanların ölmeyeceğini, Türkiye'nin daha demokratik bir ülke olmasının önündeki en önemli engellerden birinin kalkacağını ve bunun da sınıflara dayalı bir mücadele veren devrimci hareketlerin de önünü açacağını anlamazsak, bu ülkeye kolay kolay barış gelmez.
Bu anlamda, yapılacak olan eylemlerin ve çağrıların en önemli talebi, devletin operasyonları durdurması ve PKK'nin derhal ateşkes yapması olmalıdır.
Bununla da kalmayıp, Türkiyeli devrimciler ve aydınlar Kürt halkının taleplerini dikkate alıp, Abdullah Öcalan'ın geçenlerde açıkladığı ve sıradan savaşın bitmesini isteyen bir insanın bile kabul edebileceği bu talepler etrafında, Kürtlerle birlikte mücadale edip; özgür, demokratik ve eşit vatandaşlığa dayalı ortak yaşamı birlikte inşa etmeye başlarsak, bu ülkeye en kısa zamanda barışın geleceginden kimsenin kuşkusu olmasın!
Aksi takdirde, Kürt halkının talepleri dikkate alınmamış, devletle birlikte savaşta ısrar etmiş ve daha binlerce Türk ve Kürt gencin ölmesine seyirci kalmış oluruz. (CA/EÖ)
(*) Franche- Comté Üniversitesi Fransa, sosyoloji bölümü doktora öğrencisi