Victor Serge İçerdekiler isimli kitabında “Dünya yıkılıyor olabilir ama çıldırmış hapishane makinesi, sanki hiçbir şey olmamışçasına öğütmeyi durmaksızın sürdürür” der.
Her geçen gün açıklanan cezaevi raporları ve cezaevinden güç bela ihlallerini bir kısmını olsun dışarı taşıyabilenlerin haberleri basına yansıyor. Bu rapor ve haberlerden de anlaşılacağı üzere cezaevleri OHAL dönemlerinde hak ihlalleri ve işkencelerin merkezi haline geliyor.
Yapılış mantığı modern iktidarın özellikle muhalefettekileri sindirme aracı haline gelen cezaevlerinden hukuka ve adalete uygun politikalar beklemek fazla iyimser bir bakış açısı olur. Ancak dönemsel gelişmelerden ötürü bırakın evrensel insan haklarını, insan onurunun ayaklar altına alındığı yerler haline geldiler. Son zamanlara sessiz bir çığlığa dönüşen cezaevindeki tutsakların çığlıklarına kulak vermek gerekir. Hepsi istisnasız destek olun sesimize ses olun deseler de yoğun gündem arasından kamuoyunda kendilerine pek yer buldukları söylenemez. Biz dışarda olan insanların daha fazla empati yapması gerekirken çoğu kez bu sessiz çığlıklar duvara çarpıyor.
Mart 2016 tarihi itibariyle Türkiye cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 187 bin 647’ydi. Mart ve Temmuz arasındaki tutuklu ve hükümlü sayısında bir bilgimiz yok ancak sadece son darbe sürecinde tutuklanan kişi sayısı, Adalet Bakanlığının son açıkladığı rakamlara göre 16 bin 899, gözaltı işlemi devam eden kişi sayısı 5 bin 171. Cezaevlerinde kapasitenin yetersiz olduğu düşünüldüğünde ve Adalet Bakanlığının yeni cezaevlerini müjdelemesinden anlaşılıyor ki tutuklamalar artacak. Keza yetkililerin yeni operasyon açıklamaları düşünüldüğünde ülkenin dört bir tarafının cezaevleri ile dolup taşacağını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok.
Toplum olarak özellikle insan hakları savunucuları olarak cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin daha fazla yansıtılması ve yansıtılmakla kalınmayıp bunlar karşı hukuk zemininde mücadele edilmesi gerekliliği insan olmanın zorunluluğu. O yüzden basında çıkan cezaevi hak ihlali raporları ve basına yansıyan haberler durumun vahametini gözler önüne seriyor.
Örneğin banyoya kamera konulduğu için yaklaşık 1 aydır banyo yapmayan Antalya L Tipindeki tutsaklar var yine aynı cezaevinde devlet koruması altında olması gereken tutsakların devlet gözetiminde kamu görevlileri tarafından darp edilmesi sonucu açık görüşe sedye ile yaralı bir şekilde çıkan tutsaklar var, bu duruma tepki gösterdikleri için ayda bir kez görebildikleri yakınları ile olan görüşmeleri 15 dakika ile sonlandırılıp kötü muameleye maruz kalan tutsak yakınları var.
Menemen Cezaevinde tek kişilik hücrede tutulan iki kolu olmayan ve 3 kez cezaevinde kalamaz raporu almasına rağmen cinsel saldırı suçundan hükümlü bir şahsın hakaret ve sözlü tacizlerine maruz kalan Ergin Aktaş var. Tüm bunlara karşın bir de kendisine soruşturma açan bir cezaevi idaresi var.
Tekirdağ 1 No’lu F Tipinde cezaevinde kendisine küfür ve tehditlerinden ötürü suç duyurusunda bulunduğu bir adli mahkum tarafından şikayetini geri çekmediği için memur gözetiminde darp edilen engelli Mehmet Başçı var.
Amasya Cezaevinde kafası duvarlara vurulan yüzde 90 görme kaybı olan Hasan Basri Yıldız var.
Menemen R Tipi Cezaevinde Tipinde bağırsakları dışarıda olmasına rağmen halen cezaevinde tutulan hasta tutsak Sibel Çapraz var.
Cezaevinde görüştüğü müvekkili ile tokalaşması dahi engellenen avukatlar var. İşkence sesleri, bağırtı ve inlemelerden ötürü uyuyamayan Silivri Cezaevindeki tutsaklar var.
20 kişi kaldıkları odada haftada 3 kişiden fazla kimsenin revire çıkamadığı Tokat T Tipi Cezaevi var.
Üç günde birer saat suyun verildiği tüm sosyal aktivitelerin iptal edildiği Kırıklar 2 No‘lu F Tipi Cezaevi var.
Gebze Cezaevinde kendi yazdığı kitap sakıncalı denilerek kendisine verilmeyen Rojbin Perişan var.
78 yaşında ağır hasta olup halen sürgün yollarında işkence çeken Mehmet Emin Özkan var.
5 aydır devam eden abluka nedeniyle Şırnak Cezaevindeki yakınları ile görüşemeyen tutsak yakınları var.
Bunların yanı sıra avukat müvekkil görüşmeleri zaman itibariyle keyfi sınırlamalar getirilip, görüşmeler kayda alınıyor, çoğu kez avukat müvekkil görüşmesinde bir infaz koruma memuru bulunuyor. Yetmezmiş gibi avukatın savunma amaçlı tuttuğu notlara el konuluyor incelenmek üzere, çoğu kez el konulan notlar avukata verilmiyor, işi pişkinliğe vurup daha okunaklı yazın diye ikaz eden infaz koruma memurları da oluyor.
Pek çok cezaevinde 12 Eylül dönemindeki cezaevlerinde olduğu gibi sabah akşam askeri tekmil dayatılıyor marş dinletiliyor, ayakta sayıma kalkmadığı için darp edilen tutsaklar oluyor.
Sadece belirli günlerde hastaneye izin verilerek kişinin hastalanacağı günü bile belirleyen bir sağlık anlayışı hakim kılınıyor. Cezaevine kabul esnasında çırılçıplak arama yapılarak “bedeninin her hücresine kadar hakimim” mesajı veriliyor.
Yukarıda sıralananlar yüzbinlerce kişinin kaldıkları cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin basına ve hak ihlali raporlarına yansıma imkanı bulan çok küçük bir kısmı. Ama biliyoruz ihlallerin büyük ve can yıkıcı olanları çoğu kez duyulmayanlar. Türkiye’nin cezaevi tarihi ne yazık ki korkutucu ve dehşet uyandırıcı. Cezaevlerinde yanarak can veren tutsaklar, işkence ile öldürülenler, Buca katliamı, Ulucanlar katliamı, 1996 Diyarbakır cezaevi katliamı yakın tarihten birkaç örnek sadece.
Bu sebepten her zamankinden daha çok hukuk daha çok insan haklarını talep edip yaşama geçirmek gerekir.
Ömrünün büyük bir kısmını cezaevinde geçiren Meral Çiçek’in sözleri ile bitirmek bu yazının özeti olur: "Sonbaharı beklerdik, yapraklar düşecek, rüzgarla savrulanlardan birkaçı da bizim havalandırmaya düşecek. Biz de kurutup mektuplara katacağız. sonbaharı, bir yaprağımız olur diye beklemek ne demektir, yazılmalı, anlatılmalı insanlığa." (ST/AS)