Resul Güner, Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi tutuklu koğuşunda tedavi görmekteyken yaşamını kaybetti.
Kolon kanseri olan ve hastalığının ilerlemesi nedeni ile tedavisinin sağlanması ve serbest bırakılması için Adalet Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı nezdinde taleplerde bulunmasına, Cumhurbaşkanlığı tarafından Adli Tıp Kurumu'nca rapor verilmesi durumunda af yetkisini kullanılabileceği belirtilmesine rağmen, Adli Tıp Kurumu'na sevk edilmesi engellenerek Resul Güner'in bu "olanağı" kullanmasına da izin verilmedi. Dört duvar arasında ölüme terk edildi.
Yine Adana'nın Pozantı ilçesi M Tipi Kapalı Çocuk Cezaevi'nde tutulan 16 yaşındaki Mardinli bir çocuk dövüldükten sonra boğularak öldürüldü. 2,5 ay önce Mersin'de "uyuşturucu sattığı" iddiasıyla tutuklanarak Pozantı M Tipi Kapalı Çocuk Cezaevi'ne gönderilen Y.A. cezaevinde öldürüldü. Adana Adli Tıp Kurumu'nun verdiği ön otopside Y.A.'nın kaburgalarının kırıldığı ve boğulduğu yazıyor.
Türkiye tarihi cezaevi katliamları ile dolu. 21 Eylül 1995'te İzmir Buca, 24 Eylül 1996'da Amed (Diyarbakır), 6 Ocak 1996 Ümraniye'de, 26 Eylül 1999'da Ankara Ulucanlar ve 19-22 Aralık 2000 tarihleri arasındaysa 21 cezaevine birden yapılan "Hayata dönüş" operasyonuyla birlikte birçok politik tutuklu katledildi.
Son olarak yaşamını yitiren Güner'le birlikte birçok tutuklu ve hükümlü katliamına şahit oluyoruz. Katliam diyorum çünkü tedavi edilmeseler ölecekleri bilinmesine rağmen bilerek ölüme terk ediliyorlar. Yani öldürülüyorlar.
İlerlemiş hastalıkları nedeni ile cezaevlerinde 2009 yılı başından bu yana Mustafa Elelçi, Gurbet Mete, Hasan Kert, Beşir Özer, Recep Çelik, İsmet Ablak ve Resul Güner hayatını kaybetti.
Çok sayıda ciddi hastalığı olan tutuklu ve hükümlü var. Güler Zere, Halil Güneş, A. Samet Çelik, Erol Zavar, Yusuf Kaplan, Hayati Kaytan, Latif Badur, Hüseyin Balar... dört duvar arasında, sevdiklerinden uzak ve gayriinsani koşullarda halen ölümü beklemekteler.
Eşit ve yeterli sağlık hizmeti temel insan haklarından olduğu halde bu hak engelleniyor, ayrımcı uygulamalarla çok sayıda mahpus tedavi edilmeyerek ölüme zorlanıyor. Yaşama hakkını hiçe sayan bu anlayış ve bu anlayışa bağlı uygulamalar devletin adli olsun, siyasi olsun yaklaşımını ortaya koyuyor ve katliamcı zihniyetin hâlâ devam ettiğini gösteriyor.
Türkiye'deki cezaevlerinde yaşanan ihlaller ve bunlarla ilgili idarelerin keyfi tavırları, hak ve özgürlüklerini kullanma konusunda en korumasız insanlar olan tutukluların, hükümlülerin çoğu zaman yaşamlarının son bulmasına neden oluyor.
Cezaevlerindeki kötü muamele ve işkence uygulamaları, yasalarla kazanılmış hakların cezaevi idarelerinin keyfi davranışlarıyla kullandırılmaması, siyasi görüşünden dolayı tutukluların dış dünyadan izole edilmesi, kapasiteleri azlığından dolayı tutukluların yerlerde yatırılması gibi sorunlarla karşı karşıya kalınıyor.
Söz konusu askerler olunca
Cezaevlerinde ağır hasta olan ve ölümle pençeleşen siyasi tutuklu ve hükümlülere karşı devlet duyarsızlığı had safhada iken, İbrahim Şahin, Necmettin Erbakan, Arif Doğan, "Ergenekon" tutuklusu subaylar gibi kişiler için tahliye kararları rahatlıkla veriliyor.
Söz konusu askerler olunca, yasalar lastik gibi esnerken, yetersiz olan yasalar bile siyasi tutuklu ve hükümlüler için hayata geçmiyor. Bu çifte standart, yargının, devletin, askerin ve hükümetin zihniyetini de ortaya koyuyor.
Cezaevinde kötü muamele, keyfi uygulama, hasta tutuklularının tedavi edilmemesi, koğuşların aşırı yoğunluğu, ölümlere neden oluyor. Yaşamını yitirmeyenlerinse yaşamı işkenceye dönüşüyor. Tutuklu ve hükümlüleri "topluma kazandıracağız" mantığıyla onlara cezaevlerini reva görenler, bu insanlara cezaevlerinde yaşamlarını dar ediyorlar. Cezaevlerinde insani koşullar mevcut değil. Sağlığı yerinde cezaevine girenler cezaevinin insanlık dışı koşullarından dolayı kanser dahil çok ağır hastalıklara yakalanıyor, dışarıya ancak tabutla çıkabiliyor.
Neredeyse her ay cezaevlerinde ölümcül hastalıklara yakalanan tutuklu ve hükümlülerin ölüm haberlerini alıyoruz. Şu anda cezaevlerinde çok ağır hasta olan onlarca kişi var. Ama tüm girişimlere rağmen tahliye edilmedikleri için bir bir yaşamlarını yitiriyorlar. Fakat JİTEM'in kurucusu ve yüzlerce faili belli cinayetin failleri olanların basit sebeplerle tahliyeleri akıllara durgunluk veriyor.
Bugüne kadar "Ergenekon" davasında ikisi general, yedi kişi "sağlık sorunu" gerekçesiyle tahliye edildi. Arif Doğan'ın yanı sıra sağlık sorunları nedeniyle, gazeteci Ayşe Asuman Özdemir, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever, Emekli Orgeneral Şener Eruygur, emekli Orgeneral Hurşit Tolon, Prof. Dr. Erol Manisalı, Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran.
Türkiye'deki cezaevlerinde onlarca siyasi tutuklu ve hükümlü ölüm sınırında tahliye edilmeyi bekliyor. 2008'deki İHD raporuna göre, cezaevlerinde 37 tutuklu ve hükümlü yaşamını yitirdi. Sadece bu yılın başından beri cezaevlerinde Mustafa Elelçi, Gurbet Mete, Hasan Kert, Beşir Özer, Recep Çelik, İsmet Ablak ve son olarak da Resul Güner yaşamını yitirdi.
İnsan hakları savunucuları, uzun zamandan beri ölüm haberleri alınacağını söylüyor. Ve yitirilen bu tutukluların arkasının geleceğini, Güler Zere'nin, Halil Güneş'in, A. Samet Çelik'in, Erol Zavar'ın, Yusuf Kaplan'ın, Hayati Kaytan'ın M. Ali Çelebi'nin ve isimleri ölümle yüz yüze olan onlarca kişinin ölümlerine seyirci kalınmaması gerektiğini, Adli Tıp Kurumu'nun taraflı davrandığını, ölümlerde en büyük sorumluluğun mevcut Adli Tıp idaresinin anlayışında olduğunu belirtiyorlar. Buna rağmen kimseden herhangi bir ses çıkmıyor. Ve insanlar ölüme bilerek terk ediliyor.
Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Başbakan, Adalet Bakanlığı, Cumhuriyet Başsavcılıkları ve cezaevi görevlileri, kaynağını uluslararası insan hakları sözleşmeleri ve Anayasa'dan alan yasal düzenlemelere aykırı işlemler ve uygulamalar yapıyor. Yasal düzenlemelere aykırı işlemler, kişilere ve kurumlara göre değişen, keyfiyete ve hak ihlallerine varan uygulamalara neden oluyor.
Cezaevlerindeki uygulamalarla en temel hak olan yaşam hakkının tutukluların ellerinden alınması hukuk, adalet ve insani değerler adına kabul edilemez. Önlenebilir olmasına rağmen ölümlere zemin hazırlayan ve izin verenlerin, her ölümde sorumluluğu olduğu aşikar. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Başbakan, Adalet Bakanı, Cumhuriyet Savcıları, cezaevinde yaşamını yitiren her bireyle ilgili sorumludur.
Özel "af" yetkisi bulunan Cumhurbaşkanı'nın ve Adalet Bakanı'nın "Ergenekon"da gösterdiği hassasiyeti diğer tutsaklara da göstermesi, yaşanan işkencelere ve ölümlere dur demesi, bu utançtan kendilerini kurtarması gerekiyor. Ölümlere ve işkencelere "dur" demek hepimizin birinci görevi. Ölümlere seyirci kalan anlayış derhal terk edilmeli, cezaevi katliamlarına ölümlerle yenileri eklenmemeli. (VA/TK)