“İstersek seni burada öldürürüz, olaylarda öldürüldüğünü beyan ederiz. Kimse de bunu ispat edemez.”
Gazeteci Nedim Türfent bundan 18 ay önce Van’da gözaltına alındığında kolluk kuvvetleri tarafından bu sözlerle tehdit edildi.
Dicle Haber Ajansı (DİHA) Yüksekova (Gever) muhabiri ve ajansın İngilizce haber editörü Türfent’in davasında, tanıkların neredeyse tamamı (son duruşma itibariyle 20 tanığın 19’u) polisten işkence gördüğünü itiraf etti.
Hakkari 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 17 Kasım’da görülen 4. duruşmada ise Türfent, heyete, gözaltına alındığında kolluk kuvvetleri tarafından açıkça tehdit edildiğini anlattı.
Nedim Türfent
Türfent’in mahkemeye verdiği savunmasına göre polisler ölüm tehdidiyle de kalmayıp, “Merak etme, en az 20 yıl içeride kalacak şekilde senin üzerinde dosya hazırlarız. Kolay kolay çıkamazsın” diye gözdağı verdi. Bu tehditlerin, “örgüte üye olmak” ve “örgüt propagandası” suçlarından 22,5 yıla kadar hapis cezasıyla yargılandığı ancak çürütülen tanık ifadeleri dışında herhangi bir delilin sunulmadığı iddianameye daha da fazla gölge düşürmesi gerekirken, savcının mütalaasını dinleyenlerin adalete olan güvenleri bir kez daha sarsıldı. Savcı, sanki tanıklar mahkeme önünde işkence gördüklerini beyan etmemiş gibi, polisin hazırladığı beyanları esas alarak Türfent’in 18 aydır süren tutukluluğunun devamını istedi. Bunun üzerine heyet başkanı, daha önce uzun tutukluluk konusundaki hassasiyetini belirtmiş olmasına rağmen, Türfent’in 15 Aralık’ta görülecek 5. duruşmasına kadar tutukluluğunun devam etmesine karar verildiğini açıkladı.
Savcılık makamının adeta kolluk gibi hareket ettiğini söyleyen Türfent’in avukatı Harika Karataş, işkence altında toplanan beyanların da bölgede yaygın bir uygulama olduğunu anlatıyor:
“Şunun altını çizmek gerekiyor: Tanıklardan hiçbiri işkence altında ifade vermiyor, işkence altında kağıtlar imzalatılıyor. Bu kişiler neyi imzaladıklarını da bilmiyorlar aslında. Yani Nedim ile ilgili söyledikleri bir şey yok. Nedim ile ilgili duruşma salonunda söyledikleri tek bir şey var, o da şudur: Evet, Nedim’i gazeteci olarak tanırız.”
Türfent’in ailesi ve Özgür Gazeteciler Cemiyeti Eş Başkanı Hakkı Boltan, 17 Kasım 2017'de Hakkari Adliyesi'nde görülen 4. duruşmayı izledi.
Boltan: “Avukattan önce Nedim’i ararlardı”
Savcının mütalaasında dikkat çekici bir unsur daha vardı: İddianamede böyle bir ifade yer almamasına rağmen, iki kez DİHA’dan “örgütün yayın organı” diye söz etti. Bu da bölgedeki muhalif Kürt basınının tüm faaliyetlerinin kriminalize edilmesinin yetkililerin iki dudağı arasında olduğunu göstermeye yetiyor.
Diyarbakır merkezli Özgür Gazeteciler Cemiyeti adına duruşmayı izleyen derneğin eşbaşkanı Hakkı Boltan da bu yargılamalarının kendileri için gazetecilik mesleği boyutunun ötesinde bir anlam taşıdığını vurguluyor: “Gazetecileri, eğer Nedim’i destekliyorsan, sen de onlar gibisin, teröristsin demeye getiriyorlar. Gazeteciliği savunmak bizim için özgürlüğü savunmaktır. İstanbul’da savunulan özgürlüğün anlamı buradakiyle kıyaslanamayacak kadar küçük kalıyor.”
Türkiye’de medya üzerindeki yoğun baskı tüm dünyada geniş bir şekilde yer aldı. Ancak, bu baskı bir “kelebek etkisi” de yarattı. Batıda, kamuoyu tarafından tanınan gazetecilerin yargılanıp tutuklanırken, bu durumun ülkenin doğusundaki gazeteciler açısından etkisi kat kat daha fazla. Kürt gazeteciler 90’lı yılların karanlık günlerinde yaşanan o tanıdıkları baskılarla adeta yeniden karşılaşıyor: Gözdağı, ölüm tehditleri, gözaltılar ve kötü muamele. Batıda gazetecilerin özgürlük alanı daralırken, ülkenin doğusundaki gazeteciler, bazen rutin bir haber için bile mesleklerini kendi güvenlikleri pahasına sürdürmek zorunda. Boltan’a göre 18 aydır tutuklu olan Gazeteci Nedim Türfent’in davası da bu durumunun en çarpıcı örneği. “Nedim Türfent davasının neden ve sonuçlarının bilinci, gazetecilerin özgürlüğünün zorunluluğunun bilincidir” diyor Boltan.
Çalıştığı Dicle Haber Ajansı ve şimdiki adıyla Mezopotamya Ajansı’ndaki meslektaşları için Türfent’in böylesine hedef alınmasının nedeni basit: Yaptığı başarılı haberler. Özellikle, ana akım medyaya da yansıyan, bir Özel Harekat Komutanı’nın Yüksekova’da gözaltına alınan yere yatırılmış ters kelepçeli bir grup insana “Türk’ün gücünü göreceksiniz” diye bağırdığı görüntülerin ardından Türfent’in üzerindeki baskılar arttığını söylüyorlar. Haberin ardından Türfent adeta köy köy aranıyormuş ve hatta, çeşitli sosyal medya hesaplarından ölüm tehditleri almaya başlamış. Oysa haberde Başbakanlık dahi bir gerçeklik payı görmüş olacak ki soruşturma açıldığını duyurmuştu.
“Nedim Türfent sokağa çıkma yasaklarında, Yüksekova’da o devlet baskısını dile getirdiği için, fotoğrafını çektiği ve kamerasını kullandığı için şu anda hedef olarak cezaevinde ve cezalandırılıyor” diyor Mezopotamya Ajansı’nın Van muhabiri Nimet Ölmez. Nedim’e yapılanların diğer Kürt gazetecilere yönelik bir mesaj olduğunu da belirtiyor ve ekliyor: “Nedim’in elinde silahı, sopası taşı yoktu. Kamerasından bahsediyoruz, kaleminden bahsediyoruz. Çok da güçlü bir kalemden bahsediyoruz.”
Yaklaşık bir senedir Yüksekova’da çalışan Mezopotamya Ajansı muhabiri Fethi Balaman ise Türfent’in özellikle sokağa çıkma yasağı döneminde yaptığı haberlerle ilçede yaşayanların güvenini kazandığını anlatıyor. “Ben birçok yerde çalıştım, gittiğim her yerde baskılar, gözaltılar, tutuklamalar oluyordu. Öyle bir süreç gelişmişti ki artık her şey, gazeteciye attığın mesaj bile suç unsuru olarak sayılmıştı,” diyor Balaman. “Buna rağmen Nedim konusunda, herkes bilgi, görüntü ve fotoğraf atıyordu. Müthiş bir haber ağı vardı. Avukattan, insan hakları derneğinden, herkesten önce Nedim’i ararlardı. Bir ilçe düşün, sen işkenceye uğruyorsun, sığındığın tek şey özgür basın oluyor.”
Tüfent’in Yüksekova’da yaptığı habercilik, yoğun bir baskı döneminde gazeteciliğin ne denli etkili bir karşı güç olabileceğini de ortaya koyuyor. Balaman, ilçedeki kolluk kuvvetlerinin ne zaman bir yerde bir baskın veya saldırı olsa, Türfent’in bundan haberi olacağını bildiklerini söylüyor: “Gever’de en ufak bir şeyde Nedim’in haberinin olması onları korkuttu tabii ki. Ondan sonraki adım ise Nedim’i alarak istediklerini yapmaktır.”
Yüksekova'nın bazı mahallelerinde sokağa çıkma yasaklarının üzerinden 1,5 yıl geçmesine rağmen yıkımların izi hala görülebiliyor.
200’ün üzerinde dava var
Ancak, her ne kadar dikkat çekici olsa da, Türfent’in davası, bölgede Kürt gazetecilere açılan davalardan sadece biri.
Cezaevinden sorularımızı avukat Deniz Yıldız aracılığıyla yanıtlayan Türfent de sadece kendisinin değil, bölgede çalışan tüm gazetecilerin benzer baskılara maruz kaldığını belirtiyor - ki bu baskılar cezaevinde de devam ediyor: “Bölgede çalışan gazeteciler olarak dışarıdayken devletin soğuk yüzüyle her an karşılaşıyoruz. Bu, birebir keskin uygulamalar cezaevine de yansıyor.”
Bölgede çalışan gazetecilere daha fazla kamuoyu desteği talep eden Türfent, “Batıda çalışan meslektaşlarımıza karşı elbette ki uyduruk iddianameler hazırlanmış. Ama batıda olmanın bir avantajı olarak kamuoyu oluşturma imkanları var. Bölgede, özellikle de Yüksekova-Cizre gibi ücra noktalarda mesleki faaliyetlerini sürdürenler ise, zımni de olsa biraz arkaplanda kalıyor. Birçok arkadaşımızın davası iki yıldır açılmamış. Ancak bu arkadaşlarla ilgili en ufak bir haber bile geçilmiyor” diyor.
Hakkı Boltan, bölgede çalışan gazetecilere yönelik şu anda devam etmekte olan 200’ün üzerinde dava olduğunu vurguluyor. Bunlardan birisi 21 Kasım’da ilk duruşmasına çıkacak olan Selman Keleş.
Keleş, kayyum atanan Van Belediyesi’nin binasının çepeçevre beton bloklarla sarılmasının fotoğrafını çekerken gözaltına alınmış ve halen tutuklu.
Temyiz sürecinde olan bir diğeri ise Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde 9 yıl 4 ay hapis cezasına mahkum edilen Mehmet Güleş’in davası. Güleş, sokağa çıkma yasağında memleketi Şırnak’ta yıkımların haberini yapan muhabirlerden biri. Güleş ile daha önce çalışan Nimet Ölmez’e göre iddialar en basit deyimle mantığı aykırı: “Şimdi Mehmet dokuz yıl cezayı nasıl almış olabilir diye düşünüyorsunuz. Toplasanız iki yıl çalışmamıştır. Ne olmuş olabilir ki bu insan dokuz yıl ceza alabilecek kadar suç işlesin? Buna kimseyi inandıramazsınız.”
Bu baskılar, tüm muhabirlerin günlük yaşamlarını da etkiliyor. Fethi Balaman, rutin bir haber için bazen üç kontrolden geçtiğini anlatıyor. Polis ve askerler gördükleri yerde el koydukları için artık yanında fotoğraf makinesi bile taşıyamıyor. “Bir fotoğraf makinesi kullandığımda, kendimden önce onun güvenliğini sağlamak aklıma geliyor,” diyor. Nimet Ölmez ise, sürekli kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya gelmelerinden dolayı güvenlikleri için belirli aralıklar görev yerlerini değiştirmek zorunda kaldıklarını anlatıyor.
Hakikati bilme hakkı
Bölgede çalışan gazetecilere yönelik açılan davalar aynı zamanda basın özgürlüğü konusunda söz sahibi hak savunucuları için de bir samimiyet testi. Bu davalar kamuoyunda yer almadıkça, iktidarın gazeteciliği terörle ilişkilendirmesi sorununu ortadan kaldırmak mümkün olmayacak. “Hani tırnak içerisinde ‘teröristle ve terörle bağlantısı’ deniyor ya… Belki onlar için hiçbir önemi yoktur ama ben iletişim fakültesi mezunuyum,” diyor Nimet Ölmez. “Kendi mesleğimi yapıyorum ve benim gibi yüzlerce arkadaşım var.”
“Ahmet Şık’a gösterilen duyarlılığın Kürt gazetecilere, bu bölgede çalışan gazetecilere de gösterilmesini umut ediyoruz,” diyen Ölmez, Kürt gazeteciler sayesinde Türkiye’nin yakın tarihine kara bir leke olarak yansıyan pek çok olayın da ortaya çıkarıldığını hatırlatıyor: “Şöyle düşünün: İnsanlar bu ülkenin iyi gitmediğini örneklendirdiği zaman bir Roboski’den bahsediyor, bir Cizre bodrumlarından, Yüksekova’dan, Nihat Kazanhan’dan, Ceylan Önkol’dan bahsediyor. Peki tüm bunları size hafıza olarak sunan kim? Kürt gazeteciler. Keşke bu olaylar üzerinden bu kadar prim yapıldığı kadar, bunları dile getiren, bunları ölümüne fotoğraflayan gazeteciler de bu kadar konuşulsaydı ve üzerinde durulsaydı.”
Askeri abluka, sokağa çıkma yasakları ve OHAL boyunca yerel muhabirler onlar olmasa asla kamuoyu tarafından bilinmeyecek ölümleri, yıkımları ve vahşetleri ortaya çıkarmak için baskılara göğüs gerdiler. Bölgede gazeteciliğin karşılaştığı tehlike ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının çok ötesinde; burada esas söz konusu olan hakikati bilme hakkı.
“Ana akımdaki baskıların kaynağı da burada yapılan ihlallerdir,” diyor Hakkı Boltan ve ardından da bir çağrıda bulunuyor: “Bir-iki kişiyi sahiplenmek yeterli değil. Mevcut gazeteciliği özgürleştirmeden Türkiye’deki gazeteciliği özgürleştirmenin imkanı yoktur.” (ÖÖ/AS)