Türk ordusunun Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik kara harekatı sekiz gün sürdü. Genelkurmay’ın verdiği rakamlara göre, 240 PKK’li ile üçü korucu 27 güvenlik görevlisi yaşamını kaybetti. Genelkurmay, hedeflenen "kısa ve dar çerçeveli" amaca ulaşıldığını bildirdi.
Bu, sekiz gün süren harekatın insan boyutunu ilgilendiren bilançosuydu. Yaşanan savaşta sayılar, heyecanlı bir beyzbol müsabakasının sürekli değişen skoru gibi beyinlerimize nakşedilirken ekran ve sayfalarda, gözden kaçırdığımız daha vahim bir durum söz konusu. Savaşta doğanın gördüğü zarar!
Yıllardır savaş bölgesinde yapılan operasyonlarda, atılan bombalar ve benzeri faaliyetlerden ötürü sayısız canlı türü adeta yok oldu, doğa tahrip edildi. Çevre örgütleri hâlâ sessiz.
Ateşli silahlar ekolojik dengeyi nasıl etkiledi bilmiyoruz...
Çeyrek yüzyıldır Doğu ve Güneydoğu’da, bu süre zarfında bazı aralıklarla da Kuzey Irak’ta devam eden bir "savaş" var. Bu "savaş"ta şimdiye kadar her iki taraftan tam olarak ne kadar insanın hayatını kaybettiğini bilmiyoruz. Rakam 40-100 bin arasında bir yerlerde. 1990’lı yıllarda çatışmaların yaşandığı bölgelerde güvenlik adına boşaltılan köyler ve göçe zorlanan Kürtler ile savaştan doğrudan etkilenen sayının ise 5 milyonu bulduğu tahmin ediliyor.
Bilindiği gibi 1990-1996 arasında yaklaşık üç bin köy boşaltılmış, üç milyona yakın Kürt göçe zorlanmıştı. Savaşın ekonomik boyutu ise boşa akıp giden milyarlarca doları buluyor. Bütün bunların yanında bu savaşta, doğanın tam olarak nasıl ve ne kadar bir tahribata uğradığını bilmiyoruz.
Tarafların kullandığı ateşli silahlar, bombalar, barut, dinamit, mayın ve benzeri patlayıcılar ile zaman zaman dile getirilen kimyasal silahların kullanımı iddiası sonucu doğanın ekolojik dengesini nasıl etkilediğini bilmememiz, çevreciler ve çevre örgütleri açısından utanç verici olmalı.
Çevre bir bütündür
1984’ten beri devam eden savaşta televizyonlara ve gazetelere yansıyan haberlerde operasyon adı altında çalılıkların bile kurşunlandığı, ormanların yakıldığı, mağaraların gelişi güzel bombalandığını izlemiş ve okumuştuk. Bu süreç halen devam ediyor ve muhtemelen önümüzdeki baharla birlikte yaza doğru artan çatışmalar ve haliyle askeri operasyonlar alıp başını gidecek.
Yine dağlar bombalanacak, yine ormanlar yakılacak, yine çalılıklar kurşunlanacak, yine kuşların, sürüngenlerin, yerüstünde ve altında yaşayan diğer canlıların doğal ortamına müdahaleler olacak. Doğa yine tahrip edilecek. Mayınlar döşenecek, operasyon ve çatışma bölgelerinde bombalar yine doğaya kan kusturacak.
Peki, bütün bunlar olurken, Ege’deki orman yangınlarında ayaklanan çevreciler ve çevre örgütleri ne yapacak? 24 yıldır devam eden "savaş"ta bölgede doğanın gördüğü zararı neden bilmiyoruz?
Türkiye’deki çevre örgütlerinden, çatışmaların bu boyutu bile düşünüldüğünde karşı çıkması beklenirken, bu örgütlerin çatışmalara karşı sessizliği pek düşündürücü. Dağları yıllarca bombalanmış, ağaçları taranmış, ormanları yakılmış ülkenin çevre örgütlerinin bu uygulamalara karşı çıkmaması, öte yanda GSM operatörleri, gazeteler ve dergiler ile televizyonları kullanarak daha yeşil bir Türkiye için kampanyalar düzenlemesi çevre hassasiyeti konusunda ne kadar samimi olduklarını gösteren basit bir mantık.
Peki ya Şırnak'ta yanan ormanlar?
Telli Çiçek’in 8 Ağustos 2006'ta bianet’te yayınlanan "Tutarlı Bir Çevre Hareketi Yaratmak" başlıklı yazısında da dile getirdi gibi:
"Lübnan'ı, Filistin'i görebilen fakat yanı başındaki savaşı görmeyen, Dersim'de, Bingöl'de, Şırnak'ta yanan ormanları görmeyip Akkuyu'da şenlik yapan bir çevre hareketini de ne Bakan, ne de uğruna mücadele ettiği o yörenin halkı ciddiye almıyor işte.
"Bu yüzden artık politik söylemlerden kaçmak adına Türkiye'deki temel sorunları birbirinden ayrıştıran, yanı başındaki çevre felaketini görmezden gelen bir çevre hareketi kendi etrafında dönüp dolaşıyor. Maalesef Akkuyu halkı şenlikleri sadece bir düğünü seyreder gibi uzaktan seyretmeyi tercih ediyor. Çevre bir bütündür. Çevrenin içinde Akkuyu olduğu gibi Çernobil de var, Dersim de var, Bingöl de var, Şırnak da var.”
Çok açık bir gerçek bu. Çevre örgütleri, bir yanda sanatçıları ve popüler kültürün tüm imkanlarını seferber ederek Türkiye’yi ağaçlandırma yarışına girerken, meşe kampanyaları düzenlerken, öte yanda "ülkenin bölünmez bütünlüğü" söz konusu diye bu uygulamalara göz yummak başlı başına bir çevre ayrımcılığı.
Unutulmamalı ki, "ülkenin bölünmez bütünlüğü" tehlikesi atlatılabilir ancak tahrip gören, dengesi bozulan bir çevrenin tehlikesi yüzlerce hatta binlerce yıl sürebilir. Hiroşima ve Nagasaki’de atom bombasının atıldığı bölgelerde hala bir tek çiçeğin bile yeşermemesi, bırakın çevrecileri kendisine insanım diyen herkes için ibret olmalı. (FA/GG)