İnsanların hayata dair reflekslerini anlatmak için kurbağa hikâyesi vardır. Isıyı, sıcaklığı yavaş yavaş artırdığınızda kurbağa ilk etapta verilen sıcaklığı hissetmez ve sıçramaz, sıcaklık belli bir dereceye geldiğindeyse kurbağa için artık çok geçtir. Bu hikâyeyi hayatın birçok alanındaki sessizliğimizi, tepkisizliğimizi ve en kötüsüne bile nasıl alıştığımızı anlatmak, açıklamak için kullanırız zaman zaman. Yavuz Ekinci Günün Birinde (Doğan Kitap – 2016) romanıyla korkunun insanı nasıl kurbağalaştırıldığından bahsediyor, hem de korkuyu dozunda vererek.
Cesaret, cennete, korku ölüme sürükler, Seneca’nın dediğinin vücut bulmuş halidir bizim Günün Birinde’de okuduğumuz.
Yavuz Ekinci’nin ölümle bir sorunu var! Sırtımdaki Ölüler’den (Doğan Kitap – 2007) Rüyası Bölünenler’e (Doğan Kitap – 2014) oradan da Günün Birinde’ye gelene kadar yazdıklarında, anlattıklarında ölüm, ölüm hazırlığı, ölüm sonrasına dair seremoniler, ritüellerle bezenmiş hikâyeler anlatır. Her toplumun, milletin, kültürün benimsediği ölüm olgusu aslında Yavuz’un da anlattığı gibi anlatmakla bitmez.
Roman oldukça sahici bir doğa tasviriyle başlar, o kadar sahicidir ki Serengeti’de çekilmiş bir doğa belgeselini izlediğinizi düşünebilirsiniz. Kaçışan hayvanların telaşı ki burada da yine korku hâkim, pusuya yatmış olanlar, fırsat kollayanlar, savaş ganimetinden medet umanlar, korkudan tir tir titreyip de olduğu yere çakılıp kalanlar ve bütün bunların tepesinde gölgesiyle bile aşağıdaki hayvanların ödünü patlatmaya yeten kartal. Mitolojideki anlamına göndermede bulunan kartal figürü, anlatılan felaketi göz önünde bulundurursak hem uçağı hem de istilayı, ilhakı ve sömürüyü temsil ediyor dersek abartmış olmayız.
Gerçekle masalın harmanlandığı, bir birini tamamladığı ve desteklediği öykünün gövdesinde çaresizlik hâkim. Ölümü bekleyen Eyüp’ün ve çocuklarının adım adım, göstere göstere gelen ölüme karşı çaresizlikleri. Ellerini kollarını bağlayan, sadece seyretmekle yetindikleri dağ gibi bir korkunun eşiği. Yaklaşan felaketi, talanı, yıkımı, yağmayı getiren barbarların tozu dumana katan siluetleri ile kartalın yere düşen gölgesi arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de ölümü çağırıyor, ikisinde de maruz kalanlar çaresizdir ve korkularını anlattıkça, aktardıkça, gösterdikçe korku büyür kendiliğinden.
Bir kıyamet gününün anlatıldığı romanda “evvel zaman” bölümüyle masal diyarına geçişte Amar ve Sara’nın (Doğan Kitap – 2016) büyülü aşk masalı, romanın geçtiği zamanda Amar ve Süryani kızı Şmuni’nin aşkıyla devam ediyor. Ama günün birinde Amar Dağından biri koşarak köye geliyor, koşarak geliyor, felaketi haber ediyor, geliyorlar diyor, öldürecekler hepimizi diyor. Bunlarla başlayan roman okuyucuya da nelerin olacağını önceden haber veriyor, seni nelerin beklediğini bil diyor. Cevizler vadisi tek saklanacağın yerdir, korunaklı yerler inşa edin, kimsenin bilmediği, kimsenin ve barbarların bilmediği, deşifre olmayan yerler bulun demeye getirse de yazar, en korunaklı yerler çoğaldığımız, korkularımızı birbirimize fısıldarken Dostoyevski’nin, korku, yalan getirir dediği yalan, korktuğumuz şeyin aslında birleşirsek bir yalandan ibaret olduğudur.
Günün birinde romanı Yavuz ekinci okuyucusunu fazlasıyla tatmin eden, şaşırtmayan, günümüze de göndermelerde bulunan masal niyetine de okunabilecek bir roman. (HB/HK)