Çetin Altan’a dair düşüncelerim, hislerim hayli yoğun.
Yaşım itibariyle onu üniversite öğrencisi olduğum yıllarda tanıma fırsatı buldum. İsmen biliyor, fakat hakkında pek bir şey bilmiyordum açıkçası. Edebiyata olan ilgim nedeniyle oğlu Ahmet Altan hakkında daha çok fikir sahibiydim.
Üniversite birinci sınıfta öğrenciyken, bol bol okumam gerektiğine inanıyordum. Her sabah erkenden kalkar kütüphanenin yolunu tutardım. Bunun yanı sıra da her gün düzenli olarak gazete okumaya çalışırdım. Belirlediğim birkaç yazar vardı, özellikle onları takip etmeye çalışıyordum. İyi bir yazar olmak istiyordum çünkü. Milliyet gazetesinde de Çetin Altan’ı okuyordum. ‘’Şeytanın Gör Dediği’’ köşesinin zamanla müptelası oldum. Her yazısını birkaç defa okur, satırlarının altını çizer, bazı yazılarını keser arşivler, belli bir süre sonra tekrar çıkarır okurdum. Daha sonra katıldığı TV programlarını izlemeye başladım. Eserleri, köşe yazıları, röportajları hep ilgimi çekti.
Kitaplarını özellikle sahaflardan alır, ilk baskılarını edinmeye çalışırdım. Kadıköy’de, Ortaköy’de sahafları arşınlardım. Sıhhiye Zafer Çarşısı’ndan birçok kitabını aldım. Bundan birkaç yıl önce Bursa kitap fuarından birkaç kitabının ilk baskısını aldım. “Büyük Gözaltı”, “Bir Avuç Gökyüzü”, “Viski”, “Küçük Bahçe” gibi romanlarını okuyunca kelimenin tam anlamıyla çarpılmıştım. Onun varlığını bilmek bile beni yazı yazmaktan alıkoyuyordu, çünkü yazıyı en güzel haliyle ‘’yazıya layık olarak’’ o yazıyordu.
Siyasi mücadelesi, zikzakları, feylesofluğuyla, özellikle son zamanlarında bir hayat gustosu, bir yaşam estetisyeni gibiydi.
Büyük çoğunluğumuzdan farklıydı, olaylara bakış açısı, yorumlayışı hiçbir zaman tekdüze değildi. Onunla sıradan insanlarla konuşabileceğiniz konuları çok zor konuşurdunuz, konuşsa bile muhakkak sizi çarpan bir düşünce ve fikir ile karşılaşırdınız. Ülkenin sığ siyasetini sorsanız, ‘’sen onu bırak, Arşimet’i anlat’’, derdi.
Hayatı boyunca yazıya layık olmak için çabaladı ve hayatı hak etmek için yaşadı. Bu kavramları duymak beni sarsardı. Önemli olmak yerine değerli olmalı insan, derdi. Hamasi nutuk atan siyasetçileri yerle bir ederdi. “Goethe mi daha kalıcı olacak yoksa ABD başkanları mı”, derdi. “Benim yazar olduğuma tarih karar verecek”, derdi. “Şehirli olmak için aynı evde 150 yıl yaşanması gerekir”, derdi. Zorluklar karşısında enseyi karartmamayı bize o öğretti.
Her sözü ayrı bir ders kitabıydı. Renkli, bilgili bir dünya vatandaşıydı.
Bence Türkçenin en büyük ismiydi. Her zaman keşke daha çok roman yazsaydı derdim.
Toplum olarak sığlığa, vasata ve herkesin aynı olmasına o kadar alıştırıldık ki Çetin Altan gibi isimlerin ne varlıklarına ne de yokluklarına gerektiği kadar önem gösteremedik. Belki de onları hak etmedik.
İçimde kalan bir uhdeyle ustayı uğurladık. Kütüphanemdeki kitaplarını bir gün kendisine imzalatmayı arzu ederdim her zaman. Ya İstanbul’a gidecek ya da Köyceğiz’de yakalayacaktım onu. Olmadı.
Ondan çok şey öğrendim. Fikir dünyamı alt üst ederdi her seferinde. İtiraf etmeliyim ki beni ideolojilerin tutsaklığından kurtaran insandır Çetin Altan. İyi bir yazar olamadım belki ama onun sayesinde ‘’yazıya layık olmaya’’ ve ‘’hayatı hak etmeye’’ çalışıyorum. ‘’Enseyi karartmadan’’… (EÖ/HK)