Sürekli bir şeyler anlatıyoruz gibi. Anlattığımız insanlarda görüyor anlattıklarımızı ama yine de devam ediyoruz anlatmaya. Zaten dinleyenler de anlatıyor bir yandan. Karşılıklı durmadan bir anlatma hali. Bir anlatılacak olay bitmeden diğeri de geldiği için devam ediyor bu böyle. Biraz da çoğunluğun bunları hiç duymadığını, duysa da kavramadığını bildiğimiz için bu haklılık hırsıyla sürekli anlatmalar. Çoğunluğun ses vermesi bekleniliyor. Kötülükte rezillik sınırı olmadığı için bir olay mutlaka dikkatleri çekecektir umudu var. Deniliyor ki “tam da şimdi bu, bu olmadıysa diğeri, diğeri olmadıysa şu olay.” Ama olmuyor.
Yırca Köyü’nün muhtarı Mustafa Akın, “600 yıllık bir köy burası” diye başlıyor konuşmasına. Acele kamulaştırmayla topraklarına, zeytin ağaçlarına el konulmasına, sökülmesine doğal olarak tepkili. Çok bariz bir haksızlığı anlatırken yaşanılan darlanma, tıkanma hissinden soğukkanlı anlatışı bir yerde tıkanıyor. Tutabildiği kadar tutmuş kendini. Zaten gerek de olmamalıydı anlatmasına, yormaya gerek yoktu o insanı. Bu yüzden tutulabildiği kadar tutulmuş gözyaşı, dinleyenin, anlatıcıya yaptığı bir düşüncesizliğin, başka türlü bir zorbalığın alameti gibi de gelir. Bir de biliyoruz, her yeni anlatıcı, bu sürekli anlatan kalabalığa karışıyor. Ana akım medyada, en çok izlenilen bir kanallardan biri olsa dahi bu değişmiyor. Biri kumandasına uzanıp, kanalı değiştirecek ve bitti. Ama başka çare de yok, anlatmaya devam edilecek. O esnada iki en yüksek kademeli hükümet sözcüsü de “Mescid-i Aksa, Mescid-i Aksa, kutsal yerlerimiz” türünden, başka telden ama damardan damardan sözler saçıyor.
Uzaktan seyredildiğinde askeri bir üsmüş ya da ne bileyim zehirli bir şey bulunmuş da halkın o bölgeden, onların iyiliği için, şiddete başvurarak olsa dahi uzaklaştırmaları gerekiyormuş gibi ama böyle şeyler değil. Dikenli tellerle çevrili bir alan. İçinde özel güvenlik görevlileri de var jandarma da. Bölgeye termik santralı kurulacak, zeytin ağaçları da kesilecek ama itirazlar var. İtirazları destekleyen kararlar da var. Manisa İl Tarım Müdürlüğü yapmayın, etmeyin içerikli bir yazı gönderiyor Kaymakamlığa. Kaymakamlık, Bakanlar Kurulu’nun kararı var onu ne yapalım diyor. Sabah altı sularında 6000 ağaç kesiliyor. Yine aynı gün Danıştay’dan karar çıkıyor, durun diyor. Küçüklü büyüklü, ilgili, ilgisiz hiçbir kurumuyla, devlet ciddiyetini bile beceremeyen bir memleket yönetimi yani. Bütün zorba yönetimler gibi, öldürmeseler, süründürmeseler salt izlenebilseler eğlenceliler de.
Haklı kıstaslar oldu hep. Sanki bugünlerde bu kıstaslara girmeye gerek kalmayacak. Bir ülke hudutlarının içinde onlarca başka hudut var. Şirket bura benim diyorsa, orada bir hudut var artık. Oldu da tanımadınız, geçtiniz o çizgiyi diyelim, onlarca görevli başınıza çullanır. Gerekirse silahlar da çekilir. Ülke adları için çekilmiş bir başka hudutta genç bir kadın öldürüldü. Kader Ortakaya. “Genç” olduğunu belirtiyorum nedense. Hani yaşlı olsa tamam olduğundan değil. O kadar alıştık ki bir de gençmiş diye belirtince belki dikkat çekeceğinden. Yine o bahsettiğim anlatmayı etkili hale getirmek için. Rojava sınırında şimdiye kadar 13 kişi öldürülmüş. Öldürülüp, sınırın öte tarafına atılanların olduğu da iddia ediliyor. Onlar öldürülmüşlere dahil edilmiyor böylece. Buralı olmayanlar da silik bir haber değeri taşıyor. “Rojava’lı bir kadın.” O kadar. Bütün mülteci, göçmen haberlerinde olduğu gibi. Nüfus cüzdanının bu tip durumlarda ne işe yaradığını anlıyorsunuz.
Bir yerde 6000 ağaç kesiliyor. Bir yerde askeri alan olmasının rahatlığıyla çocuk, kadın, sivil demeden insanlar sırtlarından kurşunlanarak öldürülüyor. İkisinde de esasen hudut meselesi var. Birinde özel güvenlik, diğerinde asker bekliyor. Bu bekleyenlere gelen emir ortak: Ortalık karışırsa vurabilirsiniz. (FG/HK)