Hikâyenin başladığı yerdeyim, Karadeniz'de. 1986'daki kazadan sonra herkes gibi ne kadar radyasyona maruz kaldığımı bilmiyorum ama yıllar sonra yine nükleer kâbuslarla başbaşayız.
Ermenistan'daki Metzamor nükleer santralinin tehlikesi her an kapımızdayken, Japonya'daki Fukuşima felaketinin Çernobil'den de yüksek şiddette tehlike arz etmesi, Türk siyasetçisinin nükleer santral inşa ettirme azmini engellemiyor.
Hesapta, Japonya'daki gelişmeler incelenecekmiş. Bunlara karnımız tok, ithal de olsa nükleer santrali bu topraklara sokmak büyük bir cinayete ortak olmak gibidir.
Karadeniz'de kanser tedavi merkezi yok!
Çernobil kazası olduğunda henüz yedi yaşındaydım ve ilkokula yeni başlamıştım. Tabii ki bütün yaşıtlarım gibi hiçbir şeyden haberim yoktu. Trabzon'da yaşıyorduk ve elbette çay aile sofrasının vazgeçilmezlerinden biriydi.
O zamanlar bizi çaylardan ne kadar sakındılar hatırlamıyorum ama bir şekilde herkes gibi biz de radyasyonlu çayları, dönemin "Bu çayda bir şey yok" diyen bakanı Cahit Aral sayesinde içtik. Ve aradan onlarca yıl geçtikten sonra kanser hastalığı Karadeniz'de adeta patlama yaptı.
Fakat bu durumun kamuoyunun dikkatini çekmesinde müzisyenlerin çabaları, çalışmaları etkili oldu.
Volkan Konak ailesinden çok sevdiği insanları kaybetti, bu konunun üzerine gitti. Kazım Koyuncu'yu en verimli çağında bu hastalıktan kaybettik. Son olarak yine Karadeniz ezgilerinin bir çınarı, Erkan Ocaklı kanser mücadelesini kaybetti. Gazeteci arkadaşımız Sibel Kalaycı.
Onlar gibi birçok insan aynı hastalıktan göçtü bu dünyadan. Bu sorun insanların hayatlarında bıraktığı izlerle devam ediyor. Ama hala en ufak bir çalışma yok bu konuyla ilgili. Bir kanser tedavi merkezi yok mesela, insanların dertlerine çare olacak bir kurum yok kanserden yakasını kurtaramamış Karadenizliler için.
Nükleer kâbuslar ve yalanlar
Greenpeace, yıllardır nükleer santrallere karşı mücadele ediyor. Nükleerle ilgili uyarıları gayet açık:
"Nükleer enerji bu çözüm sürecinin bir parçası değil, hatta önündeki engeldir. Çünkü nükleer enerji pahalı, kirli, verimsiz, gelişmeye müsait olmayan eski, hantal ve tehlikeli bir teknoloji.
Nükleer enerji üretimi için farklı politik dengelerin oturması ve çok sayıda dış faktörün bir araya gelmesi gerekiyor. Uluslararası boyutta bu denli karmaşık ve mecburi ilişkilere bağlı olması bu endüstriyi son derece bağımlı ve riskli bir konumda tutuyor.
Bir nükleer santralin kurulmasına karar verildikten sonra tamamlanması ortalama 10 yıl sürüyor. Üretime başladıktan ortalama 23 yıl sonra ise artık tükendiği için yine oldukça masraflı olan kapanma ve söküm süreci başlıyor.
Üretim maliyetleri çok yüksek olmasına rağmen elde edilen enerji toplam enerji ihtiyacının ancak yüzde 6.5'ini karşılayabiliyor. Nükleer enerji sadece elektrik üretebildiğinden ısınma ve ulaşım gibi taleplere cevap veremiyor."
Nükleersiz gelecek
Greenpeace'nin nükleere alternatif gösterdiği "yenilenebilir enerji" adı altındaki önerilere katılmasam da, nükleerle ilgili söylediklerine katılıyorum.
Nükleerin değil Türkiye'ye dünyaya bir faydası olmayacağı Japonya örneğinde artık ayyuka çıkmışken, hükümet(lerin) bu inattan vazgeçmeleri gerekiyor. Yoksa bu olası cinayete ortak olmaktan farksız, yanılıyor muyum? Nükleersiz bir gelecekte, daha yaşanabilir dünyada var olmak herkesin hakkı. (UB/BB)