Graham Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyeti adlı kitabında, Türkiye Cumhuriyeti'nde mevcut hükümetin neo-Osmanlı bir dış politika vizyonuna evrildiğini, toplumsal hayatta Fethullah Gülen cemaati gibi cemaatlerin etkin olduğunu, AKP'nin de hegemonyasını tesis etmeyi başarmış İslamcı bir parti olduğunu ileri sürüyor.
Fuller'e göre, “O eski, öngörülebilir ve sadık ABD müttefiki olan Türkiye artık tarihe karışmıştır.”
Zaman Gazetesi yazarı Mustafa Ünal “Yeni Döneme Doğru” adlı köşe yazısında, TSK ile AKP arasında "Ergenekon soruşturmasında hukuka yardımcı olmak bakımından önemli bir işbirliği gerçekleştiğini, yaşadıklarımızın yeni döneme işaret ettiğini, eski halin muhal olduğunu, bunun sadece hükümetin işi olmadığını, topyekun devlet iradesinin söz konusu olduğunu" söylüyor.
Benim dilimde bu gerçek şu hali alıyor:
“Türkiye'de sermaye iktidarı, Marksistlerin tarihsel blok olarak adlandırdığı, devlet-hareket-halk bütünlüğünü, metropol sermaye eksenli ABD-TSK-AKP işbirliğiyle -bütün kırılganlığına ve iç çatışmalarına rağmen- tesis etmeye çalışmaktadır.”
Sol ve AKP
Amasız ve fakatsız, sadece mümkün olan değil muhtemel bir darbeye de karşı çıkmayan bir “solcu” tahayyülün sosyalizmle, ulus devletlerin vaktiyle aldıkları halleri karıştırma ihtimali oldukça yüksektir.
Bu bakımdan kimi -aralarında sabık TKP Genel Sekreteri de olmak üzere- sol kökenli liberallerin net bir şekilde AKP tek parti iktidarının “eylem” ve “demeç”lerinin önüne dizilmiş kurşun askerler halini almaları “bir düzeyde” anlaşılabilir.
Anlaşılabilir zira, liberaller için zaten darbe karşıtlığı, saf normativist bir beklenti düzeyidir, üstelik istikrar piyasalar için, AB süreci için gereklidir.
Sol kökenliler için de mesele bu küçük aralığa kadar daralmıştır. Bir kez zaten “yanlış anlaşılmış” sınıf analizini, başka deyişle genel geçer bir manifesto tekrarı olarak kaldıkça bir çok şeyi dışarıda bıraktığı açık olan bu tarih anlayışını, daha açık söyleyeyim Marksizm'den Stalin'in o berbat “diyalektik ve tarihsel materyalizm” broşürünü anlayarak oluşmuş bir düşünme biçimini, “bu eksiklikleri tahkim etmek” üzere SSCB'si olmayan yeni dünya boşluğuna atarsanız; ya da kişi, başta varlık sebebi olan örgütü olmak üzere kendi “düşünsel” varlığını da SSCB ile birlikte tasfiye ederse, AKP'ye kurşun askerlik muhtemelen en makul yerdir.
Bana göre de öyledir, sabık sekreter, belli ki, “sosyalizmle, ulus devletlerin vaktiyle aldıkları halleri karıştırma”nın en iyi şeklinin Kruşçev'in reforme ederek sürdürdüğü Stalinizm olduğunu bildiğinden, AKP tek parti iktidarıyla dertlenmek yerine, ona destek olmayı “yeni sol” için mihenk taşı saymaktadır. Sayabilir, ama günümüzdeki ilişki ve çelişkiler bu Stalinist düşünmeyle, Zizek'in deyişiyle “evrimci idealizm”le kavranamaz.
Sol, darbeye karşıdır
Esasa dönersem, lafı dolandırmaya gerek yok, komünistler darbeye karşıdır. Özyönetim isteyen bir zihniyetin başka türlü bir pozisyon alması zaten beklenemez.
Sorun şu ki, karşı karşıya olduğumuz şey eğer bir “darbe” ise, bu darbeyi, darbeye gerçekten niyet etmiş oldukları şüphe götürmeyen general emeklisi heveslilerinin mi, yoksa bizzat AKP'nin mi yapmakta olduğunun bir soru olarak ortada durmasıdır.
Daha doğru deyişle, hakikatin, iç çelişkileri nedeniyle hala kırılganlıklar taşısa da “Ergenekon operasyonu yayıldıkça” güçlenen metropol sermayenin tam desteğine sahip ABD-AKP-TSK iktidar blokunun, gerçek Ergenekon'dan değil, oradan kovulan ve kovulduğu kadarıyla gözden çıkarılan birkaç generalin de aralarında bulunduğu çer çöpten kurtulması ötesine geçmediğidir.
AKP'nin yaptığı bu “sembolik” darbeciye darbe, gerçekte elinin sandığımızdan fazla kirli olması muhtemel “para-militer bir çetenin çökertilmesine yarayabilecek” bu operasyonu, siyasi bir davaya dönüştürerek, bu çerçöp Ergenekon'u davasını bütün siyasi muhaliflerini içine atacağı bir “torba”ya çevirme hüneridir.
Sol sermayenin ister polis gücüyle, isterse de asker gücüyle yapılıyor olsun her türden darbesine, 12 Eylül darbecilerine de, darbe heveslisi “Ergenekon” çer çöpüne de, AKP darbesine de karşıdır. Çünkü her darbe, sermayeyi halka karşı daha da silahlandırır, demokrasiyi geriletir ve sonuçta, ucu halka ve onun çıkarları ekseninde bir devrimci siyaset kurmaya çalışanlara dokunur.
Sol darbeye karşıdır, ama hepsine karşıdır: Amasız ve fakatsız!
Gerçek Ergenekon
Ergenekon çerçöpünün, gerçek Ergenekon'un üzerini örttüğünü söylüyor olmamız, bu haliyle bile soruşturmanın tümüyle temelsiz olduğunu ima ettiğimiz anlamına gelmez.
Bu ülkede, bin operasyon yapılmıştır. Bin operasyona bakın, Ergenekon oradadır. Bu ülkede yüzlerce faili meçhul ve kayıp vakası vardır, bakın Ergenekon oradadır.
Nihayet, Diyarbakır'a bakın. Diyarbakır'da AKP ile kol kola halkın tepesinde kim boza pişiriyorsa, bakın, göreceksiniz Ergenekon'u.
İzleyenler biliyor, gerçek Ergenekon davası Şemdinli'de görüldü ve bitti. Sanıkları şu anda görev başındadır. Hrant Dink cinayetinde istihbarat zaafı yaratan subaylar ve polisler görevleri başındadır. İlgili polis şefi, üstelik terfi almıştır.
Bakın, ama “olmayan” derine bakmayın, “görünmeyen” arkaya bakmayın, sadece derin bakın; gerçek Ergenekon'u göreceksiniz. O, gerçek Ergenekon, dimdik ayaktadır; çünkü o, “kapitalist devlet”tir. Sadece şimdi O'na, metropol sermayenin tam desteğine sahip ABD-AKP-TSK iktidar bloku hükmetmektedir.
Çerçöp Ergenekon'u
Çerçöp Ergenekon'unun bir egemenler arası hesaplaşmada “yargıya” teslim edilmesi karşısında, elbette bazıları sevinmiştir, demokrasi beklentisine girmiştir. İlki haklı, ikincisi ise sadece iyi niyetli bir beklentidir.
Ancak süren yargılama hakkında yapılacak yorumun bir sınırı var.
Şahsen ben de, 2 bin 500 sayfalık iddianamenin sağlam delillere dayanan hiç değilse Ergenekon'un çerçöpünü süpüren bir iddianame olmasını yurttaş olarak diliyorum.
Ama beklediğimi söyleyemem, görünen o ki, “Silivri Mahkemesi” bize çerçöp dışında bir Ergenekon gösteremeyecek; böylece, Baykal, belki de ilk kez haklı çıkacaktır, “Bu, Erdoğan'ın şahsi davasıdır” derken... Tersi de mümkündür elbette, Engin Ardıç'ın dediği gibi, “söz konusu” Nato'nun yürüttüğü bir “tasfiye olunca, gerisi teferruat” olabilir.
NTV'de bir subay emeklisi, kitabımı çarpıtıyorlar, “kanunsuz dinleme yok orada, ben yetkim olmayan bir soruşturmaya karıştım” derken, soruşturmayı yürüten savcıyı kendisine yalan tanıklık yapmak üzere baskı yapmakla itham ederken ve suç duyurusunda bulunup istifaya davet ederken, üstelik bir iddianame 2 bin 500 sayfa ise, bunun iddianame olmasının mümkün olmadığını, başka bir şey olduğunu hukukçulardan yüksek sesle duyarken tersini düşünmek zor gerçekten.
Tarih çerçöp torbasına sığmaz
İslamcı basına göre, Sivas Katliamı'nı gerçekleştiren Ergenekon'dur. Gazi Olayları'nı başlatan da Ergenekon'dur. Hatta Maraş Katliamı da Ergenekon işidir.
Tabi kast ettikleri bu “kemalist” çerçöp Ergenekon'u. Her şey mümkün ama Ergenekon gibi bir kan torbasını gericilerin ellerini yıkamak için kullanmasını görüp, kimi solcuların burada bir demokratik müttefik olabileceğini düşünebilmelerini aklın alması mümkün değil.
Sivas Katliamında, oteli ateşe veren gericilerdi. Devlet, mürtecilerin insanları otel içinde diri diri yakmasını izledi. Sivas'ta gericiler yaktı, “Ergenekon” baktı.
Gazi Olayları'nda kahveyi kimin taradığı bilinmiyor. Ama kahve tarayanları protesto eden halka ateş açan polisti. Polis kurşunuyla 20'den fazla insan, “yurttaş” öldürüldü. Doğrudur, “Ergenekon”, doğrudan halka kurşun sıktı.
Maraş ise artık ezbere bildiğimiz ve asla unutmayacağımız bir katliam, büyük bir insanlık suçu. “Camiye bomba atıldı” yalanı ile faşistler ve gericiler solcu ve alevi yurttaşlarımızı canice katlettiler. “Ergenekon” gene sadece izledi.
Fantezi ve gerçek
Bu ülkede, “asker”den “çare” uman bazı okur yazarların olduğu bir gerçektir. Buna heves eden bazı askerlerin varlığı da mümkün ve muhtemeldir.
Cumhuriyet Gazetesi'nin AKP Hükûmetine karşı gerçekleşecek bir askeri darbeyi desteklediği veya destekleyeceği ileri sürülemese bile -gerçekten de buna dair bir karine bile yoktur- , bu olduğunda “acilen demokrasiye geçiş” için katkı sunmaktan çekinmeyeceğini de biliyoruz.
Fakat bütün bunlar, iktidardan düşmüş ve geniş anlamda toplumsal ve siyasal iktidar havsalalarında artık bir anı haline dönüşmüş bir özneler topluluğunun fantezisinden ibarettir. Bu fanteziye AKP'ye karşı olan “laikçilerin” bile ihtimal vermediğini biliyoruz.
Gerçek ise sermayenin bir kez daha AKP aracılığıyla halka karşı daha da “güçlendiği”dir. Fatura gene emekçilere, ezilenlere, Kürtlere ve ülkeye çıkacaktır, toprağı ve taşı ile...
Gerçek, sömürünün ve ekolojik yıkımın dizginsiz şekilde sürdüğüdür, siyasi İslam'ın toplumsal ve siyasal iktidarı fethettiğidir, gerisi fantezidir; isteyen bu fantezinin istediği yerinde durabilir.
Ancak gerçek demokrasi, militarizme karşı mücadele, Kürtlerin özgürlük talepleriyle, sömürüye, ekolojik yıkıma karşı ve nihayet siyasal İslam'a karşı mücadeleyle birleştiğinde olanak hanesine “belki” yazılabilecektir.(SE/EZÖ)