Türkiye’nin hava ve kara desteğiyle Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) Cerablus’u ele geçirmesi tarihe “şaibeli zafer” olarak geçti. Çünkü ortada Cerablus seferini şaibeli kılan bir şike var. Öyle ki nüfusu on binleri geçen bir şehrin sadece saatler içinde herhangi bir ciddi çatışma yaşanmadan ÖSO’ya teslim edildiği görüldü. Buna bağlı olarak Cerablus konusunda çok taraflı bir anlaşma sağlandığı belirtilirken IŞİD’in de bu anlaşma çerçevesinde “buharlaştığı” yorumları yapıldı. Bu sebeple de kimi çevreler tarafından bunun bir “devir-teslim” olduğunun altı çizildi. Buna rağmen AKP, Cerablus harekatını Mercidabık muharebesinin yıl dönümüyle ilişkilendirip kitlesinde bir Osmanlı nostaljisi yaratmaktan geri durmadı.
Tabii Ortadoğu’nun bugünkü komplikasyon ve handikaplarına “maziden gelen hoş bir sada” çözüm üretmiyor. Çünkü Ortadoğu’nun temel iç dinamiklerinden Kürtlere karşı inkarcı bir yaklaşım var. Dolayısıyla Mercidabık muharebesinin yıldönümüne göndermede bulunanlar elbette “Mazideki hoş bir sada”da Kürtlerin aldıkları rolünü bilmeleri de icap ederdi. Ne yazık ki bu yönde bir gayret görülmüyor. Bilakis Efrin ve Kobanê’nin birleşip Kürtlerin iki yakasının bir araya gelebileceği ihtimali ile hop kalkıp hop oturuyorlar. Şüphesiz bütün bunlardan Kürtlerin de öğrendiği bir şeyler vardır.
PYD’ye alternatif oluşturma
Suriye krizinde Türkiye’nin “Esad takıntısı” ve “Kürt fobisi” Türkiye’nin Suriye politikasını kısırlaştırırdı. Böyece Suriye politikasına bağlı olarak birçok ülke ile ilişkiler bozulurken istikrarsızlaşan Suriye’den milyonlarca insan Türkiye’ye geldi. Özellikle IŞİD’le etkin mücadele edilmemesi ve sınırın yabancı mücahitlere kapatılmaması hiçbir zaman gündemden düşmedi. Oysa başta ABD olmak üzere uluslar arası güçlerin öncelikli tehdit algılamasında IŞİD başta geliyordu. Tam da bu noktada Rojava Kürtleri, IŞİD’e karşı mücadele etmeleri ve sundukları siyasi perspektifle uluslar arası kamuoyunun güvenini kazandılar.
Şüphesiz ki bu tablo Türkiye’nin hoşuna gitmedi. Bununla birlikte AKP Hükümeti tarafından Suriye’de PYD-YPG’ye karşı yeni bir aktör yaratma çalışmaları başladı. Bu süreçte ABD ile Türkiye (Temmuz 2015) arasında görüşmeler hızlanırken Gaziantep’te de bir hareketlilik vardı. Bu kapsamda Gaziantep’te Suriye’nin farklı bölgelerinden gelen temsilcilerle Suriye Türkmen Meclisi öncülüğünde toplantılar yapılıyorken Sultan Murat Tugayı adını işitiyorduk. Aynı şekilde Ahrar’üş-Şam da uluslar arası kamuoyuna pazarlanırken ÖSO’nun bağlı olduğu Suriye Geçici Hükümeti Başbakanı Dr. Ahmet Toma, Gaziantep’ten yaptığı açıklamalarla Rojava’daki bir oluşumun Türkiye’nin güvenliği için de tehdit oluşturduğunu belirtiyor, PYD’nin icabına bakacakları mesajını veriyordu.
ABD, Türkiye’yi sınırlandırdı
PYD’ye karşı bir aktör yaratma gayretleri sürerken Türkiye her platformda Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt oluşumuna müsaade etmeyeceklerini dile getiriyordu. Özellikle PYD-YPG’nin Fırat Nehri’nin batısına geçme ihtimaline karşı Türkiye’nin müdahale edebileceği belirtiliyordu. Böylece Fırat’ın batısında Minbiç, Bab, Cerablus, Azez, Mare gibi kentleri içeren Şehba bölgesinin geleceği, Suriye’nin çözümünü de etkiliyordu. Çünkü bu bölgenin temizlenmesi IŞİD’in nefesini kesebileceği gibi Efrin ve Kobanê kantonlarının birleşmesini sağlayacaktı. Fakat Minbiç’in Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) eline geçmesi, Türkiye için bardağı taşıran son damla oldu ve ABD, müttefiki Türkiye’yi artık daha fazla durduramayacağını anladı.
Buna bağlı olarak ABD akıllıca davranarak Türkiye’nin Cerablus operasyonunu desteklediğini açıkladı. Çünkü ABD, Türkiye’nin eninde sonunda Suriye’nin kuzeyine müdahale edeceğini biliyordu. Dolayısıyla Cerablus operasyonuyla Türkiye adeta ABD’nin şemsiyesi altına girdi. Böylece Türkiye, Suriye’de sınırlandırılmış olacaktır. Tabii Türkiye’nin Cerablus hamlesiyle Rojava Kürtleri belirledikleri nihai hedeflerine şimdilik ulaşamayacaklar. Ama Türkiye’nin de diğer Kürt bölgelerine müdahale etmesinin de önüne geçilerek bir bölgenin Kürtlerde kalması sağlanacaktır. Burada ABD’li bir yetkilinin “Kürtlerin ilerleyişine ve Türklerin endişesine son verdik.” sözleri durumu özetliyor. Tabii yeni şartlar oluşursa Kürtlerin etki alanlarını genişletmeleri de her zaman mümkün olacaktır
Cerablus operasyonuna dönersek, burada uluslararası bir anlaşma yapıldığı anlaşılıyor. Buna benzer şekilde Haseke’de de Esad’a ait güçler harekete geçirildi fakat bu sonuç itibariyle Haseke’nin tamamen Kürtlerin denetimine geçmesine neden oldu. Dolayısıyla Cerablus’ta da buna benzer bir denemenin yapıldığı anlaşılıyor. Kürtler kendilerini hem askeri hem de siyasi açıdan tüm dünyaya ispat ettikleri için Suriye konusunda çözüm ve istikrar arandığı zaman söz konusu anlaşmaların bozulacağı tahmin edilebiliyor.
Pakistanlaşma tehlikesi
Sonuç olarak Ortadoğu coğrafyasında Türklerin ve Kürtlerin stratejik ittifakı istense de Türkiye’nin Rojava’daki Kürt realitesini pas geçip cihatçı örgütlerle hareket ettiği görülüyor. Bu yüzden Suriye topraklarında girişilen son macera bir Pakistan hikayesini akla getiriyor. Hatta Suriye politikasının ileride Türkiye’yi Pakistanlaştırabileceği ifade ediliyor. Şüphesiz bu tehlikenin ifade edilmesinin objektif nedenleri bulunuyor. Çünkü Pakistan da 1979 yılında Afganistan’da Sovyet ordusuna karşı mücahitleri örgütlediği gibi yıllarca destekledi. Bu politikanın bir sonucu olarak milyonlarca Afgan mülteci Pakistan’a geçti. Mültecilerden mücahitler devşirildi.
Sonraki süreçte CIA ve Pakistan istihbaratı birlikte çalışarak eğit donat programıyla on binlerce savaşçı eğittiler. 1989 yılında Sovyet ordusunun Afganistan’dan çekilince Taliban ile bir siyasi yapı oluşturuldu ve Taliban 1996 yılında Kabil’i ele geçidi. Pakistan da bu maceraya bölgesel güç olma hayaliyle girişti. Fakat sonraki yıllarda Taliban’a ayar verilmeye başladığı anda cihadistler silahlarını Pakistan’a çevirdi. Bu sebepledir ki Pakistan Senatosu Savunma Komitesi Başkanı Müşahid Hüseyin, 2015 yılında dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’na “Bizim Afganistan’da yaptığımız hataları siz Suriye’de tekrarlıyorsunuz. Desteklediğiniz örgütler size geri döner” diyordu. (İG/HK)