Bu hafta ne zamandır okumayı ertelediğim bir kitabı bitirdim. Sizinle de kitapla ilgili düşüncelerimi paylaşmak istedim.
Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan kitap, Orhan Savaşçı’nın THKP-C Anıları alt başlığını taşıyor. Asıl adıysa bu yazının başlığı. İlbay Kahraman tarafından hazırlanan kitapta anlatılanlar, her ne kadar anı diye nitelense de önemli ölçüde güncelliğini koruyor.
Sunuştan Kahraman’ın çalışmasının Savaşçı ile yapılmış iki yıla yayılan bir röportaj, hatırlama, belgeleme süreci sonucu şekillendiğini öğreniyoruz.
Kitabın ilk 90 sayfalık kısmını da bu söyleşi oluşturuyor. O. Savaşçı öğrencilik yıllarından başlayan kişisel evrimi ve Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) içinde yer alışı, sonrası, tartışmalar ve hapishane hayatını spekülatif yorumlara izin vermeyecek tarzda özetliyor.
1940 Doğumlu Savaşçı politikaya askeri okul öğrencisiyken ilgi duymaya başlıyor. Fakat bu daha çok etrafta olan bitenin (27 Mayıs Darbesi vb) biraz zorlamasının ürünü.
Sonraki yıllar Çetin Altan’ın yazıları, TİP’in mücadelesi derken giderek daha fazla sola mücadeleye ilgi duymaya başlar. Sonraki yıllarda kardeşi Gülten Savaşçı sayesinde Mahirlerle buluşur. Bu onu sadece o çevreye ait birisi yapmaz, aynı zamanda askerler arasında devrimci düşünceler etrafında şekillenen bir yapı kurmaya kadar götürür: Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü. Ağırlığı havacı olan bu grubun karacılar arasında da sınırlı da olsa ilişkisi vardır.
Savaşçı’nın THKP-C ile ilgili dikkat çekmek istediğim bir tespiti var. Şöyle diyor: “THKP-C’nin en önemli özelliği hem öğrenmeye çalışan hem de pratik içinde yer alan, eylem yapan insanlardan oluşmuş olmasıdır. En önemli özelliği bence kervanı yolda düzme mantığıdır. Bir önceki eylemden çıkan dersleri bir sonraki eyleme aktaran, hataları olduğunda da bundan en hızlı şekilde ders çıkarmaya çalışan bir mantık vardır….”
Bu oluş halinin bugün de tartışılmaya ihtiyacı var. Her yanıyla genç bir hareketten başka bir şey beklenebilir miydi? Ya da dünyayı değiştirme mücadelesinde eyleme ve bilgi zaten hep iç içe olmak zorunda değil mi?
Sonrası Kızıldere ve Niğde Cezaevi’ne kadar olan süreç hızlı gelişir. Devrimciler yenilmişlerdir.
9 Mart Cuntası
Yenenler kanlı kılıçlarını yenilenlerin ak gömleğinde silmeyi ihmal etmek istemezler. Bu doğrultuda tipik bir çaba 9 Mart Cuntası girişimine THKP-C’nin ortak olduğu iddiasıdır.(1) Bu iddia daha önce de defalarca yalanlanmıştı. Bu kitapta ise Savaşçı nedeni, niyesi ile süreci kapsamlıca tekrar açıklıyor. Ve 9 Mart Cuntası’ndan haberi olan, desteklemeyi reddeden devrimcilerin o zamanki taktiğini özetle şöyle ifade ediyor: Cuntacıların başarılı olması halinde bizi tasfiyeye yöneleceklerini biliyorduk. Bu yüzden darbe sırasında silah, para ve belge temin etmeliydik. Sonrası ise kıra çekilecektik."
İlyas Aydın vakası
Kitapta dikkat çeken bir diğer başlık ise İlyas Aydın vakası. Hareketin kenarında yer alan birinin ajan olup olmaması ve akibeti neden bu kadar önemsenmiş önce anlamadım. Ama Uğur Mumcu’nun 80 öncesi Ertuğrul Kürkçü ve Orhan Savaşçı ile gerçekleştirdiği röportajdan aktardıklarından(Ek-8) anlıyoruz ki bu da bir “kanlı kılıç silme” girişimi. Özetle devrimcilerin yaptığı eylemler İlyas Aydın vb.lerinin kışkırtmasının ürünüdür, devletin oyununa gelmişlerdir, dolayısıyla darbeciler yardım etmişlerdir vb…
Kürkçü ve Savaşçı bu yaklaşıma şu yanıtı veriyor: “Biz giriştiğimiz eylemleri kandırılarak, aldatılarak, iğfal edilerek gerçekleştirmedik. Hiç kimse bizi istemediğimiz bir eyleme teşvik etmemiştir. Edemez de…”
Savunma
Yine etkileyici bölümlerden biri Ek-2’de yer alan Orhan Savaşçı’nın İstanbul 3 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi’ne sunduğu 4 Aralık 1974 tarihli savunmasıdır. Savaşçı savunmasında bugün de güncelliği koruyan bir çerçevede dönemin dünyasının genel bir tablosunu çizmiş. Bunun içerisinde 12 Mart Cuntası paralelinde gelişen sınıf ilişki ve çelişkilerini de özetlemiş. Orhan Savaşçı emperyalist kapitalist zincir varoldukça paylaşım savaşlarının kaçınılmazlığı, her girilen bunalım, buhran dönemlerinde oligarşi içi anlaşmazlıkları da çözmek üzere egemenlerin yeni hakimiyet biçimleri(darbe vb.) arayışlarının kaçınılmazlığına işaret ediyor.
Dünyanın adeta hallaç pamuğu gibi atıldığı yeni bir paylaşım savaşının ortasında yaşıyoruz. Postmodern karakterdeki bu savaşta korunaklı alan yok. Bu savaş Türkiye’de kendini darbe girişimi ve üstüne inşa edilen diktatörlükle ya da Fransa’da 12 saatlik çalışma yasasının kabulü olarak gösterebiliyor.
Peki bütün bunları nasıl engelleyeceğiz? Orhan Savaşçı da bu soruyu sormuş. Yaşamıyla bu yanıtı vermeye çalışmış ve “yargılanmış”.
Savunmasından bir bölümle bitirelim: Biz kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir toplumda “insan” olabilme çabası veren bu ilişkiler içinde yer alan ve bu iğrenç ilişkiler çerçevesinin bütünüyle dağıtılmasını, yok edilmesini amaç edinen bir hareketin içinde yer aldığımız için yargılanıyoruz…” (AS/HK)
(1) Bu ve cuntacılara alet oldular tarzı suçlamalar bir kısım solcu eskisi tarafında yıllardır yapıla gelmekte. Ben onlara daha güncel bir soru sorayım, bir zamanlar sivil toplum kurumu diye sundukları Fetullah Gülen organizasyonunun himmetiyle dünyanın sağına soluna gidenler, Abant Toplantıları adı altında malum şahsın sponsorluğunda bir araya gelenler, yine bu çevrenin sofrasından eksik olmayanlar, bugün gelinen noktada kendi geçmişlerini nasıl açıklıyorlar? Oldu bir kere, unutalım gitsin mi? Bu sorular tabii ki F. Gülen yerine Erdoğan konularak da sorulabilir.