Ekonomik gidişatı beklentilerin belirlediği inancı yerleşeliberi, iktisatçılara bir psikiyatr edası gelmişti. “Telaşlanmayın, şu göstergelere de bakın. Aslında bu endişelerin hepsi sizin geçmiş deneyimlerinizin bilinçaltınızda bıraktığı tortular. Bunlar geçti, artık geleceğe güvenle bakmalısınız” gibi sözler dillerden düşmüyordu.
İşin tuhafı, "psikiyatrların" bu tür sözleri inanarak söyleyip söylemediği bilinmez ama, iktisatçıların çoğunun kendini mi yoksa karşısındakini mi teskin ettiği pek belli değildi.
Doğal olarak bu dönemin tabu sözcüğü "kriz"di. Birisi kriz lafını ettiğinde, eğer alayla karşılanmıyorsa, "şeytan kulağına kurşun" dercesine ses tonlarıyla konu kapatılmaya çalışılır, hatta krize böyle konuşmaların yol açtığı inancıyla sinirlenilirdi.
Kriz, ekonominin henüz bilim olmadığı, ekonometrinin gelişmediği, siyaset, ahlak gibi bilim dışı konuların tasallutunun sürdüğü dönemlere ait bir kavramdı. Tabii ki iş çevrimleri diye bir şey vardı, bunlar hayatın tuzu biberiydi, hayatımıza renk katar gelir geçerdi. Hatta bunlar verimsiz ve beceriksizlerin tasfiyesine yol açtığı için yararlıydı. İnanmıyorsanız biyologlara sorun, maymundan insana da böyle geçmemiş miydik. Nasıl olsa artık krizlerle yıkılmayacak kadar güçlü ve bilgiliydik.
Uzun dalgalar
Gerçi zaman zaman bazı iktisatçılar, iş çevrimleri denen dalgalanmalardan öte, uzun dalgalar adını verdikleri dönüşümlerden söz etmişlerdi. Bunlar uzun dönemli ve şiddetiyle yalnızca ekonomide değil, toplumsal ve siyasal yaşamda da değişikliklere yol açan hareketlerdi. Ama uzun dalga tezlerinin iktisatçılar arasında genel kabul gördüğü de söylenemezdi.
Uzun dalgalar teorisi ilk olarak 1926 yılında (29 krizinden üç yıl önce) Kondratieff tarafından ortaya atıldı. Kondratieff, kapitalist ekonomide kısa dalgaların yanı sıra ortalama 50-60 yıllık uzun dalgaların yaşandığını savunuyordu.
Ona göre, 25-30 yıllık bir genişleme döneminden sonra enflasyonla birlikte resesyon başlamakta, ani şoklar ve borsaların çökmesini takiben fiyatlar istikrar bulmakta ve bir süre sonra yeniden büyüme dönemine geçilmekteydi.
Kondratieff kapitalist ekonominin yıkıcı krizlerle sarsılmaktan kurtulamayacağını belirtmekle birlikte, krizleri atlatmanın yolunu bulacağını, krizlerle sonunun gelmeyeceğini de vurguladığı için Sibirya’yı boylamaktan kurtulamadı.
Kondratieff’in teorik açıklamaları pek tatminkar bulunmamıştı ama periyodik denebilecek aralıklarla yaşanan büyük krizler de ortadaydı. Uzun dalgaları açıklamaya yönelik yeni teorik çalışmalar yapıldı. Schumpeter uzun dalgaları teknolojik dönüşümlerle açıklamayı denedi ve 1780-1840 arası sanayi devrimi, 1840-1890 arası çelik ve buhar motorlarının sanayiye uygulanması, 1890-1950 arası elektrik, kimya ve motor alanındaki yenilikler dönemi olmak üzere üç uzun dalga saptadı. Daha sonra 15-20-30 yıllık dalgalanmalara ilişkin tezler geliştirenler de oldu.
Kâr oranındaki düşüş derin krizlere yol açar
Son olarak Ernest Mandel kimsenin pek ilgilenmediği bu konuya el atarak, 1980 yılında "Kapitalist Gelişmenin Uzun Dalgaları" adlı kitabını yazdı. Mandel ekonomideki dalgalanmaları kâr oranlarındaki düşüşle açıklar ama bununla yetinmez.
Ekonominin olağan kabul edilebilecek dalgalanmalarının ötesinde, büyük yıkımlara ve toplumsal dönüşümlere yol açan uzun dalgaların salt ekonomik kavramlarla açıklanamayacağını söyler.
Ona göre, ekonomideki büyüme hızının gösterdiği dalgalanmalarla siyasal dalgalanmalar arasında –tam bir paralellik olmasa da- belirgin bir ilişki vardır. Kâr oranlardaki düşüş, şiddetlenen sınıf mücadelesi, savaşlar, devrimler gibi toplumsal olaylarla birlikte gerçekleştiğinden derin krizlere yol açar.
Krizin dinamikleri
Mandel bir uzun dalganın aşağı yukarı şöyle bir seyir izlediğini savunur. Dönem başında bir sermaye bolluğu vardır. Firmalar emekten tasarruf etmeye yönelik teknolojik gelişmelere ağırlık verir. Yeni teknolojilere karşı çıkan işçilerin direnişi kırılır. Üretim teknolojisinde genel bir değişikliğe yol açacak yenilikler (inovasyon) uygulamaya konur.
Teknolojik yenilenme kâr oranlarında hızlı bir yükselişe yol açar. Dünya pazarına egemen bir kapitalist güç parayı ve uluslararası ticareti istikrara kavuşturur. Yoğun yatırım artışı teknolojik devrimi yaygınlaştırır. Kâr oranları daha da yükselir ve ekonomik büyüme hızlanır.
Bu durum uluslararası göçü teşvik eder ve yedek sanayi nüfusunun oluşumuna olanak verir.
İstihdamdaki artış emeği güçlendirir ve direnişe yol açar. Hammaddelere olan güçlü talep bunların nispi fiyatını yükseltir. Sermayenin organik bileşimindeki artış, kâr oranlarının yükselmesini durdurur. Büyüme temposunun sürdürülmesi için kredi patlaması yaşanır, bu da paranın istikrarını sarsar.
Uluslararası rekabet artar. Egemen gücün egemenliği sarsılır, bu durum paranın istikrarını daha da bozar. Kâr oranlarında düşüş başlar. Teknolojik yeniliklerin yaygınlaşması kâr oranlarını daha da düşürür. Yatırım ve tasarruf oranları düşer. Yeni hammadde kaynaklarına ve emek maliyetlerini düşürmeye yönelik arayışlar artar. Kriz uzun bir toplumsal ve siyasal krize uzanır.
Lehman Brothers'ın CEO'su Mandel'i okumuş muydu?
Üç aşağı beş yukarı tanıdık gibi geliyor. Sadece, Mandel’in işçi hareketlerine bu kadar ağırlık vermesi, günümüzde gülümsemeye yol açacak kadar naif görünüyor. Bu dönemde gerçek ücretler sürekli düştüğü halde işçi sınıfının sesi çıkmadı. Ama güçlü işçi hareketleri olmadığı halde senaryonun gerçekleşmesi de ilginç. Acaba Lehman Brothers’ın CEO’su Mandel’i okumuş muydu? Okuyup da, beklentilerin kötüleşmesine yol açacak bozguncu bir kitap diye bir köşeye mi atmıştı? Ya da küreselleşmeyi beceremeyen sendikaların iyice işlevsiz kalmasına mı güvenmişti?
Uluslararası kapitalist önderlik
Mandel’in krizlerle ilgili önemli bir öngörüsü daha var. Krizleri aşmak için güçlü bir uluslararası kapitalist önderlik olması gerektiğini savunuyor. Uluslararası iktisadi-siyasi-askeri gücün bir ülkede yoğunlaşması durumunda, bu ülke krizin aşılması için güncel pragmatik çözümleri dünyaya dayatabilir.
Böyle bir güç yoğunlaşmasının olmadığı durumlarda krize ortak çözüm getirilemez. Krizin ekonomik ve siyasal etkileri kuvvetlenir, süresi uzar. Nitekim, 1870’lerdeki kriz İngiliz emperyalizminin gerileme dönemine denk gelmişti. 29 krizinde Almanya yükseliyordu ve hiçbir emperyalist gücün hakimiyetinden söz etmek mümkün değildi. 1973 krizi de ABD’nin savaştan sonra tek söz sahibi olduğu dönemin sona erdiği bir zamanda yaşanmıştı.
ABD Hazine Bakanı Paulson 700 milyar dolarlık çözüm paketini açıkladıktan sonra, “Ben başka ülkelerdeki arkadaşlarımı gerekli olduğu zaman kendi bankaları ve mali kurumlarıyla ilgili benzer planlar dizayn etmeleri konusunda zorlayacağım” dedi. Bu zorlamanın ne sonuç vereceğini göreceğiz. En azından, halen tek kutuplu bir dünyada mı yaşadığımızı yoksa ABD’nin çoktan inişe mi geçtiğini bu kriz sayesine öğreneceğiz. (BD/TK)