Ortadoğu’da politikanın şekillenmesinde bölgenin özgün dinamiklerinin yanında uluslararası aktörler, ülkelerin jeo-politik konumları, yapısal faktörler ve tarihsel kodlar etkilidir.
Dolayısıyla tarihsel anlamda bir coğrafyanın adı olmayan Ortadoğu’nun sınırları belirlenirken birçok sorun alanını ve çelişkileri içerecek şekilde düşünülmüş olması olasıdır.
Çünkü bölgesel ve uluslararası aktörlerin etkin diplomasi yürütmek için birbiriyle yarıştığı Ortadoğu’da Arap milliyetçiliği ve siyasal İslam gibi temel dinamiklerin dışında etnik, mezhepsel, sınıfsal, yapısal birçok faktör bulunmaktadır.
Böyle bir coğrafyada diplomasi yürüten bir ülkenin tek bir faktör üzerinden politika üreterek başarı elde edeceğini düşünmesi saflık olur.
Bölge ülkeleri Suriyeleşebilir
Mart 2011’den bu yana süregelen Suriye iç savaşının çözüme kavuşamamasının en önemli nedenlerinden biri de yukarıda sıraladığım gibi bölge ülkelerinin temel faktörleri ıskalayarak politika üretmesidir.
Bu politikanın sonucunda Suriye sahasında insanlık için en büyük tehdidi oluşturan IŞİD gibi örgütler ortaya çıkmaya başladı. Bugün gelinen aşamada yüzlerce örgüt ve binlerce militan, başta Suriye topraklarında olmak üzere bölge ülkelerinde elini kolunu sallaya sallaya gezebilmektedir.
Bunun sonucunda da Türkiye’de Diyarbakır, Suruç, Ankara ve Sultanahmet’te bombalı saldırılar gerçekleştirilmiştir. Bu da gösteriyor ki Suriye krizi çözülmediğinde bu savaş çevre ülkeleri de uzun vadede kendi içine çekecektir.
Savaşın bölge devletlerini “Suriyeleştirebileceği” gerçeğinden dolayı Suriye krizine çözüm arayışında bölge devletlerinin daha aktif olması gerekiyor. Bunun için de Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin Suriye’de daha yapıcı politikalara hizmet etmesi gerektiği gibi bu ülkelerin Suriye’de vekalet savaşının son bulması için uluslar arası aktörlerin çağrılarına kulak vermeleri elzemdir.
Bu çağrılara kulak vermek yerine İran faktörü üzerinden radikal bir Sünni cephe oluşturmaya çalışmak, bölgenin bitmek bilmez mezhep çatışmalarına sahne olmasına neden olabilir. Bunun yanında her ne kadar Körfez ülkelerinde etnik ve dini bir bütünlük olsa da etnik ve mezhepsel farklılıklarından dolayı Türkiye’nin bu yönlü bir politikası tam bir kaos yaratabilir. Bu anlamda Suriye krizinde Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin Cenevre 3 görüşmelerinde yapıcı rol oynaması çözüme hizmet edebilir.
Cenevre l ve ll
2012 yılına gelindiğinde Suriye’deki savaşta 10 bin insan yaşamını yitirmiş, 112 bin Suriyeli de sığınmacı konumuna düşmüştü.
Bu bilanço ışığında 30 Haziran 2012’de yapılan Cenevre 1 konferansına Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya, Çin ve Fransa gibi aktörlerin dışında Türkiye, Irak, Kuveyt, Katar dışişleri bakanları ve Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi ile BM Genel Sekreteri katılmış, Suriye’de muhalefet ve rejimin onayına dayalı tam yetkili bir geçiş hükümeti kurulmasını hedefleyen bir bildiri üzerinde anlaşmaya varılmıştı.
Dolaylı olarak BM’nin kafasında Esad’ın da bir şekilde geçiş hükümetinde yer alması öngörülüyordu. Fakat masada ne muhalifler ne de rejim vardı. Onlar adına alınan kararlarda sadece rızaları alınacaktı. Dönemin BM Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan, tarafları “çözüm bulunmazsa ülke ateşe dönüşecek ve uluslararası bir boyut kazanacak” uyarısında bulundu. Hiç kimse Annan’ı dinlemedi ve bölge ülkelerinin Esad takıntısı ile görüşmeler sabote edildi. Kofi Annan istifa etti.
2014 yılına gelindiğinde Cenevre 1 görüşmelerinde çözüm bulunmaması sonucu ölü sayısı 135 bine çıkmış, ülke dışına çıkıp sığınmacı durumuna düşen Suriyeli sayısı ise 3 milyonu bulmuştu.
Yine de bir umut olarak 22 Ocak 2014 tarihinde Cenevre 2 görüşmelerine başlanmıştı. Görüşmelere Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin etkisindeki Suriyeli muhalifler, Suriye rejimi ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 40 ülke katılmıştı.
16 Şubat 2014 tarihinde sonlanan görüşmeler de başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Çünkü taraflar kendi şartlarını dayatmışlardı. Böylece çözümün yol haritası denebilecek “geçiş hükümeti” meselesi masada konuşulamamıştı.
Konferansın başarısızlığının bir nedeni de Kürtlerin davet edilmemesiydi. Dolayısıyla başta Demokratik Birlik Partisi (Partiya Yekîtiya Demokrat/PYD) olmak üzere diğer Kürt partiler devre dışı bırakılmıştı. Sonuç olarak savaş durmadı, daha şiddetlenerek devam etti ve dönemin BM Suriye Özel Temsilcisi Lakhdar Brahimi Suriyelilerden özür dilerek istifa etti.
Çözümsüzlüğün meyvesi IŞİD
Cenevre 1 ve 2 görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla birlikte yaşanan en büyük gelişme Şubat 2014 itibariyle IŞİD’in [Irak Şam İslam Devleti] ortaya çıkmasıdır. Dolayısıyla Suriye krizinin çözüme kavuşmasını istemeyen bölge ülkelerinin IŞİD’i ortaya çıkardığı söylenebilir.
Zaten ortaya çıkan bilgi ve belgelere bakılırsa IŞİD’i kimlerin finanse ederek ve militan devşirmesini kolaylaştırarak ayakta tuttuğu gayet açıktır. Bunun sonucunda IŞİD büyük katliamlara imza atarak geniş bir alanda hakimiyet kurdu.
IŞİD’in varlığı Körfez ülkelerine ve Türkiye’ye iki noktada hizmet etmiştir. Bir; radikal Sünni çizgideki IŞİD, Şii İran’ın etkisini kırabilecek bir tampon oluşturdu. İki; IŞİD Kürtlerin statüsünden rahatsız olan bölge ülkeleri adına vekalet savaşı yürüttü.
IŞİD’e yapılan silah transferleri, IŞİD’in petrol ihracatına aracılık gibi konular dünya kamuoyunda tartışılırken başta ABD olmak üzere uluslararası güçlerin bunlar karşısındaki suskunluğu sürekli sorgulanmıştır.
Tabii Türkiye’nin mülteciler şantajıyla Avrupa Birliği ülkelerinin, özgün jeo-politik konumu ve İncirlik askeri üssü üzerinden ABD’nin elini kolunu bağladığını herkes biliyor.
Suriye krizindeki düğümü biraz da olsa çözen gelişme, Rusya’nın Eylül 2015’te varlığını hissettirmesidir. Rusya’nın etkin müdahilliği sonucunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da Eylül 2015’teki Moskova ziyaretinde Esad’lı bir geçiş olabileceği şeklindeki değerlendirmesi büyük bir politik değişime işaret ediyordu.
Bununla birlikte 14 Kasım 2015’te ABD ve Rusya öncülüğünde Avusturya’nın başkenti Viyana’da Suriye krizine çözüm bulmak amacıyla 17 ülke ve Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Arap Birliği temsilcilerinin katılımıyla yapılan görüşmelerden de Cenevre 1’de alınan kararlar adeta tekrarlanmıştı.
Cenevre 3 umut vermiyor
Bugün gelinen aşamada 18 Aralık 2015’te alınan BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kanununa dayanan Cenevre 3 görüşmelerinden bir çözümün çıkacağına dair bir iyimserlik yok.
Görüşmelere Suriye rejimi ve muhalifler katılacak. Ama kim bu muhalifler? Bölgede yığınla cihatçı örgüt bulunuyor. Görüşmelere Suriye muhalefeti olarak; Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin koordinatörlüğünde Aralık 2015’te yapılan Riyad görüşmelerinde cihatçı birçok oluşumun Müzakere Yüksek Komitesi (MYK) katılacak.
Daha Riyad görüşmeleri sırasında MYK’nin amacının Viyana görüşmelerini, dolayısıyla Cenevre görüşmelerine giden yolu tıkamak olduğu eleştirileri yapılırken çözüme hizmet edip etmeyeceği merakla bekleniyor. Bu sebeple MYK’nin Cenevre 3’e katılımının son dakikaya kadar netleşmediği, görüşmelere peşin şartlar öne sürerek gelmek istediği de basına yansımıştı.
Tabii Cenevre 3 görüşmelerine gölge düşüren en büyük sorun, IŞİD’e karşı en etkin güç konumundaki PYD’nin davet edilmemesidir. PYD’nin davet edilmemesi için Türkiye’nin etkin bir lobi çalışması yürüttüğü de herkesin malumudur.
Öte yandan ABD ve Rusya’dan gelen açıklamalara bakıldığında herkesin PYD’nin öneminin farkında olduğu görülüyor. Çünkü ne olursa olsun, IŞİD’e karşı savaşta başta ABD olmak üzere birçok uluslararası güç YPG-YPJ’yi [Kadın Savunma Birlikleri/Yekîneyên Parastina Jin] destekliyor.
Sahadaki bu müttefiklik halinin masada farklı şekillerde yürüyeceğini öngörmek zor olmasa gerek. Çünkü bana göre Cenevre 3 görüşmeleri iki şekilde ilerleyecektir: Birincisi, BM öncülüğünde müzakere masasında yapılan görüşmeler. İkincisi, Cenevre’de otel odalarında yapılan ikili temaslar.
Anlaşıldığı üzere, ABD başta olmak üzere bazı güçler Türkiye’yi dengelemek için PYD’nin katılımı noktasında kararlı bir duruş sergilemiyor. Rusya da Suriye krizi bağlamında ABD ile eşit bir aktör olmanın zevkini hiçbir şeyin kaçırmasını pek istemeyerek bununla yetiniyor. Ama altı ay sürmesi öngörülen görüşmelerin ileriki safhalarında Kürtlerin PYD ile temsil edileceği noktasında herkes hem fikir.
Çözümsüzlük daha çok ölüm getirir
Sonuç olarak genel bir ateşkes ilanı, IŞİD tehdidini durdurma ve insani yardımların ulaştırılması gibi temel üç amaç için toplanan Cenevre 3 konferansının başarıya ulaşmaması durumunda bu ateş çevre ülkeleri de yakacaktır.
Dolayısıyla bu iç savaşın nerede, nasıl ve ne zaman duracağının artık kestirilmesi gerekiyor. Bugün 250 bin insanın öldüğü, 6 milyon insanın sığınmacı durumuna düştüğü bu savaşa çözüm bulunmadığında bu sayı daha da katlanacaktır.
Böyle bir sonucun ortaya çıkmaması için uluslararası güçlerin körfez ülkeleri ve Türkiye’nin bölge politikaları noktasında da konferanslar düzenlemeleri yararlı olabilir. Çünkü Suriye krizinin büyümesinin en önemli nedeni, bölge ülkelerinin radikal mezhepçi yaklaşımlarıdır. (İG/EKN)