Ortadoğu’da “üçüncü eller” üzerinden süren savaşların “Gizli güçler” sahaya inmeden biteceğe benzemiyor. Özellikle 15 Mart 2011’de başlayan Suriye krizinin nerede ve nasıl sonuçlanacağının bilinmemesi, taraflar için bıktırıcı bir tekrara dönüşüyor. Oysa Türkiye gibi bol keseden atıp bir oldubittiyle pastadan pay kapma hesabı yapan ülkelerin yaptığı hesaba göre kısa sürede Şam’a ulaşılıp Emevi camisinde namaz kılınacaktı. Ne var ki Suriye sahasında çeşitli güçler adına vekalet savaşı yürüten yüzlerce örgüt bulunmaktaydı ve dünya tek kutuplu değildi.
Buna rağmen Suriye krizinde taraf olan güçler sahada rengini belli etmedikleri için çözümsüzlük devam etmiş ve yüz binleri bulan ölümler yaşandı. Tabii burada büyük güçlerin sahaya inmesinden önce 30 Haziran 2012’de toplanan Cenevre I konferansına değinmek gerekiyor. Bu konferansa; BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri İngiltere, ABD, Rusya, Çin ve Fransa gibi aktörlerin dışında Türkiye, Irak, Kuveyt, Katar dışişleri bakanları ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi ile BM Genel Sekreteri katılmış, Suriye’de tam yetkili geçiş hükümeti kurulmasını hedefleyen bir bildiri üzerinde anlaşmaya varılmıştı. O günkü tartışmalarda Esad’ın da yer alabileceği bir geçiş sürecine sıcak bakılırken Türkiye’nin etkisinde olan Suriye Ulusal Koalisyonu (SUK) hiçbir şekilde Esad’ın yer almasının kabul edilemeyeceğini ifade etmişti. Sanırım savaşın üç yıl uzayıp da bu kadar karmaşıklaşmasının bir nedeni de budur.
Esad’lı çözüm ağırlık kazanıyor
Şüphesiz bu noktaya gelinmesinde Türkiye’nin katı anti-Esadçılığı da etkiliydi. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Eylül 2015’teki Moskova ziyareti sırasında sarf ettiği "Esed'siz bu sürecin olması veya geçiş sürecinde belki Esed ile gidilme gibi bir şey olabilir" şeklindeki sözler, Türkiye’nin Suriye krizi konusunda yaptığı U dönüşüne işaret ediyor. Bu süreci destekleyen son gelişme birkaç gün önce ajanslara düştü. Buna göre ABD ve Rusya öncülüğünde Avusturya’nın başkenti Viyana’da Suriye krizine çözüm bulmak amacıyla 17 ülke ve Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Arap Birliği temsilcilerinin katıldığı görüşmeler gerçekleştirilmişti. Görüşmelerin sonrasında ABD Dış İşleri Bakanı John Kerry "Suriye rejimi ve Suriyeli muhaliflerin temsilcileri ile BM öncülüğünde görüşmelere başlama konusunda anlaştık... Suriyelilerin önderliğinde 6 ay içinde geçiş sürecini destekliyoruz. Yeni bir anayasa taslağı hazırlıyoruz...18 ay içinde adil bir seçim yapılması konusunda anlaştık... Bu siyasi süreci BM denetiminde bir ateşkesin izlemesi gerekiyor ve bu da kimin terörist kimin olmadığının belirlenmesine yardımcı olacak. IŞİD ve El-Nusra kesinlikle terörist kategorisinde yer alıyor" diyordu.
Sahada IŞİD sıkışıyor
Bugünlerde hızlanan diplomatik temaslara paralel olarak sahada da özellikle IŞİD’e karşı taarruz haberleri geliyordu. Buna göre içinde YPG, HPG ve Peşmerge güçlerinin olduğu Kürt birlikleri ABD’nin hava desteğiyle Şengal’i IŞİD’ten temizliyordu. Eş zamanlı olarak da YPG, Rakka yolu üzerindeki El Hul kasabasını IŞİD’ten alıyor ve bunun sonucunda IŞİD’in Musul-Rakka yol bağlantısına darbe indiriliyordu. Bununla birlikte Suriye ordusunun Hizbullah-İran ve Rusya desteğiyle Halep, Şam ve Lazkiye çevresinde önemli başarılara imza atarak psikolojik üstünlük sağladıkları ifade ediliyordu. Bu gelişmelere paralel olarak sıranın Irak’ın iç bölgelerinde yer alan Ramadi’ye geldiği yorumları yapılırken Irak güçleri de operasyon başlatıyordu. Aynı şekilde her ne kadar Türkiye “YPG Fırat’ın batısına geçerse vururuz” dese de Cerablus’un IŞİD’ten arındırılmasında ruhu YPG, ismi Demokratik Suriye Güçleri olan birliklerle alınacağı öngörüleri basında dolaşıyordu.
IŞİD’in son katliamları
Tabii IŞİD’e karşı sahada ve diplomaside yaşanan bu gelişmelerin sonucunda IŞİD boş durmadı. Bu sebeple IŞİD; Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güneyinde yer alan Şii nüfusun yoğun olarak yaşadığı, Hizbullah kontrolündeki Burc el-Barajne’yi hedef alan iki ayrı intihar saldırısı düzenledi. Saldırı sonucunda 43 kişi yaşamını yitirdi, 200’den fazla kişi de yaralandı. Çünkü daha birkaç gün önce Suriye ordusu, Hizbullah’ın desteğiyle stratejik Hader kasabasını almıştı. Aynı şekilde IŞİD; Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlediği terör saldırılarında 129 kişi yaşamını yitirmiş, çoğu ağır yüzlerce kişi yaralandı. Çünkü Fransa, yakın zamanda IŞİD’e karşı etkili hava operasyonları yapacağını açıklamış ve Ekim 2015’te Rakka’yı bombalamıştı. Bunlara ek olarak Irak ordusunun Ramadi operasyonlarını göz önünde bulundurarak Bağdat’ın Hay El Amel ve Sadr mahallelerinde gerçekleştirilen bombalı eylemleri de buraya not edelim.
Son aylarda yaşanan bu gelişmeler, IŞİD’in iyice kontrolden çektiğini gösteriyor. Bu sebeple de IŞİD, ABD için öncelikli tehdit algılamasında yer almaya devam edecek. Bunun sonucunda Suriye krizinde iki büyük denge gücü olan ABD ve Rusya’nın atacağı adımlarda da bunu görebiliriz. Dolayısıyla Türkiye-Katar-Suudi Arabistan gibi ülkelerin anti-Esadçılığına rağmen Esad, odak noktası olmaktan çıkacaktır. Aslında Cenevre konferansından Viyana toplantısına kadar gelinen süreçte aşılması için uğraşılan nokta da buydu. Bu bağlamda Türkiye gibi bölge ülkelerinin de buna razı edilmesi için bazı adımlar atılacaktır. PYD ve YPG isminden alerji olan Türkiye’nin itirazlarını bertaraf etmek için Demokratik Suriye Güçleri (DSG) gibi bir oluşuma gidilmesinin nedeni de buydu. Tabii herkesin malumudur ki DSG’nin omurgasını oluşturan güçler YPG ve YPJ’dir.
Kürtlerin vazgeçilmezliği
Dolayısıyla Şengal ve El Hul zaferiyle Kürtlerin bölgede IŞİD’e karşı savaşta vazgeçilmez güç olduğu pekişti. Bu bağlamda Rakka’nın güneydoğusunda ve kuzeyde yaşanan gelişmeler, Rakka’ya yönelik bir operasyon hazırlığına işaret ediyor. Viyana toplantısından çıkan sonuç bağlamında Suriye ordusunun da Rakka operasyonunda yer alıp almayacağı bir soru işareti olarak ortada duracaktır. Bunun yanında Cerablus’un IŞİD’ten temizlenmesi noktasında hazır kıta bekleyen güç yine YPG’dir. İkmal yolları güneyden ve güneydoğudan kesilen, aynı şekilde Efrin yönünden Kürt güçlerince sıkıştırılan bir IŞİD’in Cerablus’ta fazla tutunamayacağı bir gerçektir. Tabii burada kilit konumda olan ülke Türkiye’dir.
Cerablus’un IŞİD’ten arındırılması, Türkiye’nin Kürt karşıtlığından vazgeçmesine bağlıdır. Dolayısıyla tüm dünya IŞİD’e karşı birleşirken Türkiye, “PKK’ye karşı savaşıyorum” bahanesine daha fazla sığınamayacaktır. Aynı şekilde Paris katliamı karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sarf ettiği “Benim teröristim iyi seninki kötü” gibi sözler sadece bir klişedir. Dolayısıyla dünya, Türkiye’nin gücünü Kürtlere karşı değil, IŞİD’e karşı kullanmasını bekliyor. Bunun için de Türkiye’nin Kürt sorununun çözümü için alacağı tavır, Suriye politikasının da göstergesi olacaktır. (İG/HK)