Ardahan'ın Okçu köyünde 12 Eylül 1980 askeri darbesinden bir gün sonra evinde gözaltına alınan ve kaybedilen Cemil Kırbayır'ın abisi Mikail Kırbayır’ın Cumartesi Anneleri/İnsanları’na açılan davadaki savunmasının tam metnini yayınlıyoruz.
Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın 950’nci hafta eyleminde gözaltına alınan 20 kişi hakkında açılan davanın ilk duruşması Çağlayan’da bulunan İstanbul 39. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Cumartesi Anneleri/İnsanları, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten yargılanıyor.
Şahsım dahil 20 arkadaşıma karşı, 950. Cumartesi Anneleri eylemine istinaden, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet etmek suçlamasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iddianame hazırlanmış ve dava açılmıştır.
Bu durumda, benim 950 haftadır neden her hafta Galatasaray Meydanı’na geldiğimi huzurunuzda tekrar anlatmam gerekir.
Sayın Mahkeme Heyeti,
43 yıldır devletin gözetimi altında katledilen 26 yaşındaki kardeşim Cemil Kırbayır’ın akıbetinin açığa çıkarılması için bir taraftan davacı olarak hukuk mücadelesi verirken diğer taraftan, ne hazindir ki, aynı konudan ötürü sanık sıfatıyla karşınızda bulunuyorum.
Burada, yaşadığımız gözaltında kaybetme gerçeğini açıklamak isterim. 12 Eylül 1980 tarihinde cuntacı 5 generalin ülke yönetimine el koyması sonucu kardeşim Cemil Kırbayır 13 Eylül 1980 tarihinde devletin güvenlik güçleri tarafından, hepimizin şahitliğinde, evimizden alınmıştır. 9. Kolordu Sıhhi Yönetim Komutanlığı’na bağlı Kars Askeri Cezaevi’nde gözetim altında iken 8 Ekim 1980 tarihinde emniyet güçleri tarafından bu gözetim evinden alınarak Dede Korkut Eğitim Enstitüsü denilen sorgulama yerine götürülmüştür.
Burada, sorgulama esnasında, yine devletin resmi görevlilerince ağır işkence görmüş ve yargısız infaz edilmiştir. Kardeşimin yaşam hakkının elinden alınması yetmediği gibi, bu devlete 48 ay askerlik yapan, vergisini veren, oyunu kullanan, fırın emekçisi babamız İsmail Kırbayır’ın da 26 yaşındaki oğlunun tabutunun altına girme hakkı elinden alınmıştır. Bu da yetmezmiş gibi, yemeyip yediren, içmeyip içiren, 9 ay karnında gezdiren anamız Berfo Kırbayır’ın da evladının mezarına gidip göz yaşı dökme hakkı elinden alınmıştır.
Bu ihlaller de yetmemiştir. Malumunuzdur ki, ölüsü olana başsağlığı dilenmesi geleneklerimizin bir parçasıdır. Oysaki bugün heyetinizi teşkil eden herhangi bir hakim bana “Başın sağolsun!” bile diyemez. Zira ortada bir ceset bile yoktur. Dolayısıyla, sizin ve diğer insanların da toplumsal kurallara riayet ederek ailemize başsağlığı dileme hakkınız elinizden alınmıştır. Tüm bu işlenen insanlık suçlarından dolayı verdiğimiz mücadele sonucu konu TBMM’ye taşınmıştır.
Meclis'te Prof. Zafer Üskül başkanlığında parlamenterlerden oluşturulan insan hakları komisyonu, yurtiçinde ve yurtdışında yaşayıp 30 yıldan bu yana birbirlerinden habersiz olan tanıkları dinlemiştir. Yapılan titiz araştırma sonucu; kardeşim Cemil Kırbayır’ın 8 Ekim 1980 tarihinde sorgu esnasında, resmi görevlilerce, işkence edilmek suretiyle, öldürüldüğü ve cesedinin de aynı kişilerce kaybedildiği ortaya çıkmıştır. Dosya üzerine 350 sayfalık rapor hazırlanmış ve bu rapor Genel Kurul’dan geçtikten sonra Adalet Bakanlığı aracılığıyla, suç duyurusu niteliğinde, Kars Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
Bu makam ise, bir iddianame dahi hazırlama lütfunda bulunmayarak kardeşimin katillerini adeta koruyup kollamıştır. Böylece zamanın geçmesi sağlanmış; tıpkı kardeşimin yaşam hakkının işkence sonucu elinden alınışına dair başlattığımız davanın zaman aşımına uğratılması gibi, Kars Cumhuriyet Başsavcılığı’nın eylemsizliği sebebiyle zamanaşımı engeli tekrar karşımıza çıkarılmıştır.
Bu hukuksal olumsuzluklara karşı, elbette, öncelikle adli makamlara başvurarak adaleti aradım. Aradığım adaleti, olması gereken adreste, yani adli makamlar aracılığıyla bulamadığım için, çareyi, diğer gözaltında kayıp yakınlarıyla Galatasaray Meydanı’da bir araya gelerek olup biteni kamuoyuyla paylaşmakta buldum. Bu durum 700. Haftamıza kadar çeşitli müdahalelerle devam etti. 700. Haftamızdan sonra, ne hikmetse, dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun talimatıyla Beyoğlu Kaymakamlığı, Anayasamızın 34. Maddesiyle ve şu cümlelerle güvence altına alınan barışçıl gösteri düzenleme hakkımıza müdahale etti: “Herkes ÖNCEDEN İZİN ALMADAN silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”
Bu hakkımız, bildiğiniz üzere, demokratik toplumda korunması zorunlu temel haklar arasındadır ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin de 10. ve 11. Maddeleri ile güvence altına alınmıştır.
Bütün bu koruyucu yasal düzenlemelere rağmen verilen yasaklar hukuki dayanaktan yoksundur; kurumları zaafiyete uğratmaktadır ve kurumlar kanunsuz uygulamalarını memurlar eliyle yerine getirmektedir. 950. Haftamızda da, tam 28 yıldır her Cumartesi günü adli makamlarda bulamadığımız adaleti talep etmek amacıyla bir araya geldiğimiz Galatasaray Meydanı’na henüz varmadan, aynı hukuki dayanaktan yoksun uygulamalarla, kolluk tarafından önümüz kesilmiştir. Netice itibariyle, abluka altına alınmak suretiyle dağılmamıza dahi müsaade edilmemiş; kelepçelenerek gözaltı yapılmıştır.
Tam 43 senedir kardeşim Cemil Kırbayır için adli makamlar nezdinde adalet arıyorum. Beni 43 yıldır davacı sıfatıyla etkili şekilde dinlemeyen, adalete erişimimi engelleyen adli sistemin beni her seferinde sanıklaştırabilmesini Türkiye’deki adaletsizliğin kara mizahı olarak değerlendirdiğim için huzurunuza çıkıp dinlendiğimi gördüğüm bu fırsatı da kardeşim için adalet talep etmek suretiyle değerlendirmek istedim.
Beni duyduysanız dinlediğiniz için teşekkür ederim.
(MK/EMK)