"Hayat kısa,
Kuşlar uçuyor"
Hangi şehre gitse o şehri yalnızlığın başkenti yapan bir adam tanıdım mısralarında. İmzasıyla resmini çizen, tutkularıyla yalnızlığını adlandırmaya çalışan, Porsuk nehrinin geçtiği kadınlara umutsuzca sevdalanan, akıp giden sokaktan başka bir şeyi olmayan; kuşları ama en çok güvercinleri, beyazı ama en çok beyaz tenli kadınları seven bir adam, bir şair. Ocak'ın dokuzu "üstü kalsın" deyip de gittiği dünyadan. Bu yıl yirmi üçüncüsü.
Baba yadigarı
Üç Çiçek Yayınevi'nden çıkmış bir kitap babamın kitaplarının arasında, ismi Üvercinka. Sarı yapraklarını biraz daha sarartmış geçen yıllar. Üzerinde Cemal Süreya'nın ismi. Büyük bir özenle karıştırıyorum sayfalarını kitabın, incitmekten korkarcasına.
Çok kitabı vardır babamın, pek çok. "Biz edebiyatsız, hele de şiirsiz devrim yapabileceğimize ihtimal vermezdik" der hep babam öğrencilik günlerini hatırlayıp.
"Üvercinka benim olsun mu baba" diyorum titrek, reddedilmekten korkar bir sesle, bilirim çünkü kıymetlidir kitapları babamın. Olmaz, diyor babam. "Anneni ilk gördüğüm gün almıştım çünkü ben Üvercinka'yı."
Ben böyle tanıştım Cemal Süreya'yla. Sahaf sahaf gezip eski basım kitaplarını bulup okudukça daha bir sahiplendim, daha bir sevdim.
Zordur bazı yazıları yazmak. Klavyenin başında titreyen ellerle başladım ben bu yazıyı yazmaya. Çünkü bahsedeceğim, mısralarıyla anacağım kişi aşklarımın, ayrılışlarımın, yaşadıklarımın, yaşayamadıklarımın en önemli tanığı; öte yandan babamın bana yadigarı.
"Beni öp sonra doğur beni"
Bir yük vagonunda açar gözlerini. Erzincan'da, 1931 yılında. Tunceli- Pülümür doğumludur esasında. Ancak doğduğu yılda Pülümür Erzincan'a bağlıdır. Doğum günü yoktur. O yıllarda, o coğrafyada doğmuş, sonradan sürgün edilmiş pek çok çocuk gibi.
Bir gece, önce bir kamyona sonra trene bindirilip yurtlarından uzağa sürgün edilirler iki erin nezaretinde. Bilecik istasyonu olur trenin son durağı. Sürgün diye anılmak istemez ama. Göçmen olmayı dileyen bir sürgündür o: "Keşke göçmen denseydi bize diye düşünen sürgün çocuk."
Sürgünün altıncı ayında kaybeder annesini. Küçük kalbindeki kuşun ölümü olarak anlatır annesinin ölümünü.
Pek çok kadına aşık olacaktır, pek çok kadını mısralarıyla anacaktır ileride ve her birinde annesini arayacaktır: "Annem çok küçükken öldü / Beni öp sonra doğur beni."
Ankara'ya "İyi kalpli üvey ana" benzetmesi yapacağı yıllar gelecektir Cemal Süreya'nın. Gelecektir gelmesine de, üvey annesi Esma Hanım'dan iyi kalpli bir üvey ana olmaz ne ona ne kardeşlerine.
Kardeşlerine ve kendine yapılanlara, babasının da bunlar karşısında sessiz kalışına dayanamaz Cemal Süreya ve parasız yatılı günleri başlar. O günleri şöyle anlatır:
"Ben evden kaçmak için gizlice parasız yatılı sınavına girdim. Oradan, o evden kaçtım ama kardeşlerimin derdi hep içimdeydi.".
Dörtnala sevişmek lazım
Üvercinka'dır ilk şiir kitabı.
Üvercinka sözcüğünün karşılığı herkeste başka başkadır. Kimine göre güvercin kanadı, kimine göre güvercin kanı, kimine göre doğacak kızının adı...
Ve Üvercinka'yla sevişmek bütün kara parçalarında yürürlüğe girer esasında. Afrika dahil.
Şiir yazarken bir harita gibi serer masasının üzerine kadınları Cemal Süreya. Tutkuludur, cüretkardır. Aşkla birlikte anar erotizmi.
Evinin olmayışı, cebindeki paranın miktarı değildir de onu telaşa düşüren, gecelerin kısalığından yakınır:
"Yoksuluz gecelerimiz çok kısa
Dörtnala sevişmek lazım."
Kadıköy'de bir sokağın adı Cemal Süreya. Kendine biçtiği yedi kırlangıçlık ömrü tamamlayamadan, bir güvercinin kanadına binip gidişinin yirmi üçüncü yılı oldu Ocak'ın dokuzunda. Ben de tam da yirmi üç yaşımda Cemal Süreya'yı mısralarıyla anmaya devam ediyorum: Babamla, aşkla ve şiirle. (İD/YY)