Cem Karaca sekiz yıl önce bugün aramızdan ayrıldı. Ölümünün ya da doğumunun yıldönümünde yazmak zor Cem Karaca için... Çünkü şöyle demişti "İşte Geldik Gidiyoruz"da "Deli gibi kutluyoruz / Yılbaşı, doğumgünümüzü / Doğuma da, ölüme de / Çiçekler yolluyoruz". Bu yazı doğumgününün yıldönümü 5 Nisan'da da (1945) yazılsa zor olurdu...
1999'da çıkardığı "Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar" adlı albümünün ikinci parçasıydı.
İnsana yaşlandığını, hayatının özetini çıkartma ihtiyacı hissettiren bir albümdü bu. Sadece "İşte Geldik Gidiyoruz" değildi bu hissi yaratan...
Nazım'ın "Çok Yorgunum"unu da bestelemişti... "Çok yorgunum / Beni bekleme kaptan / Seyir defterini başkası yazsın / Çınarlı kubbeli mavi bir liman / Beni o limana çıkaramazsın"... diyordu.
Ya da "Hep Kahır", "Karadut", "Bedava Yaşıyoruz"... her birisi uzun bir yolculuğun sonlarında bilgece söylenmiş sözlerdi; hüzün kadar olgunluk vardı, ironi de...
Konserlerine genelde bu sözlerle başlardı "Merhaba Gençler ve Hep Genç Kalanlar"...
1990'lı yıllarda verdiği konserlere gelen "genç kalanlar" için 1970'lerde "Namus Belası" (1974), "Tamirci Çırağı" (1975), "Parka" (1976), "1 Mayıs" (1977) gibi şarkılarıyla sosyalist solun seslerinden biriydi. Gençler içinse belki geçmişten gelen güçlü bir ses...
Darbe döneminde neden sürgün yaşadığını da bilirler miydi? Belki... Ama en çok ülkesine dönüşü tartışmalarıyla biliyorlardı belki...
"1 Mayıs" 45'liğiydi sıkıyönetim döneminde başına dert açan. 1980 Mart'ında "1 Mayıs" şarkısıyla komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle Sıkıyönetim Mahkemesi hakkında dava açmıştı.
Cem Karaca o günlerde Almanya'da turnedeydi. Yedi yıl sürecek süngün günleri böyle başladı. Hatta davadan kısa bir süre sonra babası Mehmet Karaca'yı kaybetmişti ancak cenazesine katılamadı.
Darbe sonrası Sıkıyönetim Mahkemelerinde davaları süren ve yurtdışında olan Melike Demirağ, Selda Bağcan, Şanar Yurdatapan ve Sema Poyraz ile birlikte Cem Karaca için de Türkiye'ye dön çağrısı yapıldı.
Askeri diktanın en sert yılları yaşanıyordu Cem Karaca dönmedi. 6 Ocak 1983'te Yılmaz Güney ile aynı gün Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
1987'de dönemin Başbakanı Turgut Özal ile Almanya'da görüşmesi. Hakkında verilen gıyabi tutuklama kararı kaldırılması. 29 Haziran 1987'de dönüşü Türkiye'ye dönüş biçimi çok tartışıldı.
Bu eleştirilere defaten yanıt verdi. Ama en yerinde olanı belki de 1990'da yaptığı "Yiyin Efendiler" albümündeki "Oh be" şarkısıydı. "Geceleri ben adadan Bodruma bakardım / Işıkları ben görürdüm of be / Türküleri ben koklardım gökyüzünü ben dinlerdim / Ve de nasıl özlerdim of be / Ben döneksem döndüm diye memleketime / Döndüm baba döndüm işte oh be"
Yurt özlemi çektiğini sık sık dile getirmişti. Anlamayan çoktu "Hep Kahır"da çok güzel anlatmıştı bu duygusunu "Bana İstanbul'u anlat nasıldı? / Bana boğazı anlat nasıldı? / Haziran titreyişlerle kaçak yağmurlar ardı / Yıkanmış, kurunur muydu yine o yedi tepe / Ana şefkati gibi sıcak bir güneşle".
Ve Nazım'ın vatan hasretini anlattığı "Ceviz Ağacı"yla yanıt verdi: "Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda / Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında / Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var / Yüz bin elle dokunurum sana İstanbul'a".
Cem Karaca önce isyanın sesi oldu, sürgün günlerinde ise hüznün, sonrasında ironik tavrın. Sert, bas, biraz kulak tırmalayan pütürlü sesiyle "Namus Belası"nı söylediği dönemde ne kadar isyankardıysa sesi, 1999'da yaptığı son albümü "Bindik Bir Alamete..."de o kadar toktu...
Müziğin yıkılmaz çınarlarından biri olarak adlandırılırdı sürekli; 1968'de yaptığı "Resimdeki Gözyaşları" 1997'de "Ağır Roman" filminin müziği olarak kullanılınca yeniden popüler olmuştu. Şöyle diyordu o şarkıda Cem Karaca: "Benden sana son kalan / Bir küçük resim şimdi"... (HK)