7 Şubat gece yarısı uzun süredir yaşadığım evimize düzenlenen baskınla gözaltına alındım. Daha önce yapılan açıklamalarda anlatıldığı gibi teknik araçlarımın tümü alındı ve bir kopyası tarafıma verilmedi. Vatan caddesindeki TM şubesine götürüldüm. Burada dar, sıkıştırılmış, bunaltıcı bir sıcaklığın hâkim olduğu bir hücrede 3.4 kişi ile 14 gün kaldım. Bu süre zarfında ilaçlarım verilmedi. Psikolojik baskıya maruz kaldım. Rahatsızlığıma rağmen tuvalet ihtiyacı hep sorun oldu.
Bazen IŞİD'li katilleri yanıma verdiler. Tepkim karşısında çekmek zorunda kalmaları bir yana, tepkime tepkiyle yanıt vermeleri amaçlı olduklarını ortaya koyuyordu.
Bugüne kadar kamuoyu paylaşamadığım durumlar yaşadım. Emniyet sorgusundan önce iki istihbarat elemanının sorgulamaya kalkması ve ifadeleri ilginçti. Yoğun halk toplantıları, halkla kurulan ilişki biçimi, diyaloglar karşıma getirildi. Konuşabilirim ne var bunda siyaset yapıyorum, şiddet öfke gibi konuşmalar mı yaptım, barış süreçlerini konuşuyorum dediğimde 'Şiddet övgüsü ve unsuru yoktu ancak sadece şiddet beka sorunu yaratmazdı... Kısacası kendilerince üstü kapalı olarak terbiye edilmiş bir dil öneriliyordu... Hemen bırakılabilirsinle devam eden bir dizi konuşmalar yaptılar... O noktada yaşadığım kimi konuşmalardan sonra hücreye döndüm...
Emniyet sorgusu ise tam bir komediydi. Metni okumadan özetledikleri sorulara yanıt vermem isteniyordu. Bütün suçlamalar telefon dinlemelerine dayanıyordu. İfade verme eğilimim vardı. Çünkü yaptıklarımı savunacaktım. Ancak metin okutulmadığından kısa kimi konuşmalar dışında ifade vermedim ...
Savcılık ifadesinden sonra çıkarıldığım 4. Sulh Ceza Hâkimliği de ayrıca tam bir komediydi. Davayı izlemek isteyen HDP Milletvekili salondan çıkarıldı. Bizi sorgulayan MHP'li, hatta MHP'den öte polisler adeta salonu işgal ettiler. Her arada, hatta karar arasında bile Hâkim'in arkasından birlikte odasına geçtiler. İfademi okutmadılar. İmzalatmadılar. Bu halde 20 Şubatta tutuklama kararı verildi.
Tutukluluktan sonra ilk gecemizi Metris cezaevinde geçirdik. Sabahlara kadar bekletildik. Onur kırıcı bir aramaya yöneldiler. Tavır alınınca sabah apar topar Silivri 5 nolu cezaevine götürüldüm.
5 Nolu kalabalıktı. Cezaevi şartları hiçbir açıdan iyi olmasa da bu kalabalık benim için iyidi. Burada ilaçlarımı kullanmaya başladım. Ancak iki hafta içinde beni can güvenliği bahanesiyle Yüksek Güvenlikli Silivri 9 Nolu Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gitmek istemediğimi belirttiğim dilekçeye rağmen isteğim dışında götürdüler.
* * *
Silivri'de, tutuklanan kişilerin hemen birbirinden ayrılması mutlak bir kural...
Fiziksel ve psikolojik tecrit başından itibaren mutlak bir kural...
Tutuklanan kişilerin birbiriyle konuşmaması, işaretleşmemesi, not alışverişi yapmaması mutlak bir kural...
Bu kurallar ihlal edildiğinde müthiş rahatsız oluyorlar. Bedensel müdahaleye, hatta işkenceye dahi başvurabiliyorlar...
Bu tekil bir keyfiyet değil, "gizli' bir yönetmelik çerçevesinde bedensel işkence yapma yetkileri var...
* * *
İnsan sosyal bir varlık. İnsan sosyal hayatı paylaştıkça, zor anlarda sağında solunda tutunacak bir dal buldukça, hayatı paylaştıkça, sosyal varlık olma özelliğini üretebilir, insanlığını sürdürebilir.
İnsanın insan olmaktan gelen bu en doğal özelliklerini reddediyorlar.
İnsan karşıtı sosyal yalıtım politikası izliyorlar.
İnsanı türlü sosyal ilişkilerinden koparıyorlar.
Hatırlıyorum: 1983-84'de sözde darbeden demokrasiye geçiş sürecine paralel olarak, askeri cezaevlerinden F tipi cezaevlerine geçiş sürecinde yayınladıkları bir kitapçıkta, siyasi tutsaklar birbirinden yalıtıldığında tıpkı sudan çıkan balık gibi kendi başlarına kaldıklarından rehabiliteye açık hale geleceklerini, çok daha kolay yola geleceklerini tasarlamışlardı.
Onlara göre siyasi tutsaklık, hatta solculuk bir tür hastalık ve bir patolojik vaka olduğundan dolayı tedavi edilmeliydi.
Tedavinin adı da siyasi tutsakların mutlak bir kontrol altına alınması olacaktı.
Siyasi tutsakların koğuşlarda toplu kaldığı dönemde yapılan bir araştırmada da, cezaevinde uzun süre kalan siyasi tutsakların, kısa süre kalanlardan moral/psikolojik olarak daha iyi durumda cezaevinden çıktığı yönünde olduğu ortaya çıkmış. Nedeni de uzun süreli toplu/ortak yaşam ilişkilerinin yarattığı dayanışma ortamının yaralı ruh hallerini aşmalarını, iyileşmelerini sağladığıymış.
Bu tür araştırmalardan kötücül sonuçlar çıkarıldı.
Buna göre olması gereken insanın sosyal varlık olduğu gerçekliğinden hareketle, toplu/ortak yaşam alanları tasarlanmadı, aksine yukarıda ifade edildiği gibi "sudan çıkan balık" politikası tasarlandı. Silivri 9 nolu böyle bir yer!
Siyasi tutsaklar arasında olması gereken bütün sosyal iletişim ve ilişki yasak! Dayanışma ve paylaşma yasak!
Siyasi tutsakların kafasın karıştırmak, şaşırtmak, yönsüz bırakmak, iradesini zaafa uğratma ve istenen şekilde yönlendirme serbest!
Yüksek Güvenlikli Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda olan budur!
Mayıs başlarında iddianamemiz hazırlandı. İddianame hazırlanana kadar dosyadaki gizlilik kararı nedeniyle hakkımızda yazılıp, çizilenlerin bilgisine sahip olamadık. 26 - 27 Haziran'da ilk mahkemede yaptığım 3 saatlik savunma ve avukatlarımın savunmaları sonucu tutuksuz yargılanma üzere salıverildim.
Mahkeme salonu bir tuhaftı. Salonu, sağımızı solumuzu tam manasıyla jandarma işgal etmişti. Ailelerimize arada el sallamamızı bile engelliyorlardı. İlk gün mahkeme bitiminde kadın arkadaşlarla hoyratça davranışlara itiraz etmek benim apar topar aşağıya götürülmeme, kadın arkadaşlarında Silivri'de gece yarısı saat 10'a kadar kötü muamele ve işkenceye maruz kaldılar...
Silivri'de mahkemeler bir tür gösteri mekânları... Ben içi boş, her biri başlı başına saçmalık manzumesi olan iddialarla tutuklandım ve 5 ay boyunca özgürlüğüm gasp edildi, yaşam haklarım ihlal edildi.
Can Memiş gibi genç insanların tutuklanmalarındaki hukuk garebeti, İş İnsanı Osman Kavala'nın 8 aydır özgürlüğü gasp edilip, yaşam hakları ihlal edilmesi, henüz neden yargılandığını dahi bilmiyor olması, tutukluluğun bir tedbirden öte kişi hak ve özgürlüklerinin en üst boyutta ihlali demekti.
Derece farklılıklarıyla diğerlerinin durumu farklı değil...
"Gösteri mekânları" çünkü bilinen, tanınan, tutuklanacakları düşünülmeyen insanların tutuklanma nedenleri kendi içinde başka hesapları barındırsa da, topluma verilen mesaj, eski başbakan Yıldırım'ın ifadesiyle, " Biat et, rahat et" , tutuklanmayacak, hapse atılmayacak kimse yok, türünden caydırıcı bir korku havası solutmak...
* * *
Silivri cezaevi bir model, özellikle benim. Osman Kavala'nın, Cumhuriyet Gazetesi yazarlarının kaldığı, Av.Selçuk Kozağaçlı'nın ve o bölümde kalan siyasi mahkumların kaldığı 9 Nolu blok tecrit modeliydi...
Tam bir sosyal yalıtım ve yalnızlaştırma modeli. Yanlış anımsamıyorsam şu an 22 bin fazla tutuklu kalıyor. Kendi içinde 9 cezaevi var. Yemekler iyi değil ve saptayabildiğim kadarıyla ilaçlı. Özellikle ekmek...
En önemlisi koşulların yarattığı sonuçlar ve uzun tutukluluk sonucu çok sayıda tutsak hasta ve tedavi edilmiyorlar. Tedavi yapılmıyor. Sürüncemeli... Hastalar cezaevi kampüs hanesine ya da Silivri Devlet hasta hanesine götürülüp, saatlerce bodrumlarda kapalı havasız kelepçeli bir şekilde bekletiliyorlardı. Bekletiliyordum. 3 Mart'ta yapılması gereken biyopsim ellerinde belgelerim olmasına rağmen ancak 7 Haziranda zorlukla yapılabildi.
Mektuplar nadiren veriliyor, nadiren verilenlerde geç veriliyor. Kitap ve dergi meseleleri hala problemli. Ziyaretçilerle telefonla konuşuluyor ve telefonlar dinleniyor. Tekli ve üçlü kalınıyor. Hücreler küçük. Havalandırma küçük. Ziyaretlere, avukatlara, hasta haneye, mahkemeye gidiş gelişlerde müthiş bir kontrol var.
İddianameler geç hazırlanıyor, mahkemeler uzuyor. Makul sürede yargılamanın başlatılması ihlal ediliyor. Cezaevi dolmuş taşıyor. Ciddi bir adalet boşluğu var. Dolayısıyla ciddi bir salıverilme ve özgürlük talebi var.
Ancak hükümet bu talebe karşı duyarsız. MHP ise Çakıcı hamiliği yapıyor.
Bu arada her biri 5 bin kişilik olmak üzere 170 cezaevi tamamlanmak üzere. Buna göre 850 bin kişinin cezaevinde olabileceği bir Türkiye(mi) tasarlanıyor acaba? 2017 Temmuz rakamlarına göre 228 bin civarında tutuklu ve hükümlü var Türkiye'de. Bunları 70 bini Üniversite öğrencisi. Cezaevlerinde kalabalık çok genç bir beyin demek bu...
Çözüm yeni cezaevleri inşaatları değil, çözüm özgürlükte... Adalet duygusuyla cezaevlerini boşaltmakta çözüm...
Çözüm bugün Siyasi tutsaklara özgürlük talep etmekte...
Celalettin Can / 78'liler Girişimi 06.07.2018