Yıllar önce henüz 9 yaşında bir kız öğrencim, bulunduğu mesafeden o küçük elini, İstanbul'daki boğaz komutanlığı binalarının üzerinde gezdirerek, “Öğretmenim, bütün bunlar ne işe yarıyor, bütün bu askerler ne iş yapıyorlar?” diye sormuştu.
"Ah çocuk, öğretmenlerin varlık sebepleri böyle büyük sorular için hazırlanmış yanlış cevapları öğrencilere değişmez doğrular olarak benimsetmektir, doğru cevaplar hiç öğretmenlerden beklenir mi… " tadında iç konuşmasının yüzümde oluşturduğu çoklu gülümseme ile gözlerine bakmış, heyecanımı saklamadan o güzel çocuğu dirim yayan saçlarından öpmüştüm.
Suruç'ta, okullardaki devlet dersinde kalpleri ve beyinleri dumura uğratılamamış, yeni sorularla dimdik ayakta, hatta kimi temel yanıtları da bulmuş, gururla, heyecanla, coşkun bir sevgiyle, iyiliği yaşatma gayretlerinden dolayı minnetle sarılıp saçlarından, ellerinden öpülecek (genç deyip sayı vererek geçiştirilemeyecek) Polen, Hatice Ezgi, Koray, Cebrail, Uğur, Nartan, Veysel, Nazegül, Kasım, Alper Cemil ,Okan, Ferdane, Yunus Emre, Çağdaş, Alican, Osman, Mücahit, Medali, Aydan Ezgi, Nazlı, Serhat, Ece, Emrullah, Murat, Erdal, İsmet , Süleyman, Büşra, Duygu, Nurayve yaralılar, (ki ölen kim, ölenler mi…) ve onları sevenler ve bizler paramparça edildik.
Devlet, devlet dersi almayı reddeden, ezilen, sömürülen, ötekileştirilen kesimlere ders vermeyi sürdürüyor, yine gençleri parçalayarak.
Yine bir sorumuz var bu acılı halimizle sormayı sürdürdüğümüz, çünkü hâlâ soluk alabiliyoruz, yaşamak zorundayız. Soru şu: Devlet derslerinden nasıl kurtulacağız?
Benim aklıma, kurtulabilmenin bir yolu geliyor; Türkiye halklarının bu kez devletlerine hiç unutamayacağı bir ders vermesi. Zamanı gelmedi mi sizce de, Türkiyeli halkların; ezilenlerin, ötekileştirenlerin, hayalleri olanların, iyiyi isteyenlerin İslamcı faşist devletine ders vermesinin.
Devleti ele geçirmiş bu yerli savaş tacirlerine verilecek en temel ders ise barıştır, insan olmaya giriş dersi. Halklar birleşerek dünya savaş baronlarının kulaklarına bütün gücümüzle barışı haykıralım, Suruç’la ve daha nice katliamlarla biz de parçalanmış, hayata küsmüş olsak da, insanlığımızı, aklımızı, duygularımızı, geleceğimizi yitirmemek için nefesimizi barışla yoğurarak bütün gücümüzle barışı haykırmalıyız.
Çünkü barışmak, kötüyle, zalimle hemhal olmak, kötülüğü bağışlamak değildir. Yine ezilenlerin çocuklarının bedenlerinden cehennemler yaratan, çocukları cehennemleştiren iklimi, iyinin, güzelin, özgürlüğün, Ezgi’nin, Polen’in iklimine dönüştürmekte ısrar etmektir. Düşlediğimiz cenneti bu dünyada yaratmaktan vazgeçmemektir.
Barış ısrarı, cehennemleştirilmiş çocukların değil Polenlerin ülkesi olma ısrarıdır.
Israr etmeye değmez mi… (FÖ/EKN)