Birbirlerinin gözünün içine bakmalarını ne karanlık etkiliyordu ne de kulakları sağır eden o müzik. İyi giyimli çiftin o gece için seçtikleri kurban-partnerleri görece olarak bir alt sınıftaydı. Giyimleri bunu söylüyordu, daha doğrusu iyi bir yönetmen bunu hemen hissettiriyordu.
Sonra mekan değişiverdi. İyi giyimli çiftin, iyi döşenmiş evindeydiler. Bütün dekor ve müzik, estetik duygularını fena halde gıdıklıyordu. Salondaki içki sohbeti sürerken ev sahibi erkek, konuk kadını buz almak için mutfağa götürdü. Ev sahibesi kadın ise koltuktaki genç erkeğin kucağına ata biner gibi oturuverdi.
Fonda hala o çılgın müzik kreşendoya doğru gidiyordu. Mutfakta erkek genç kadınla, salonda da kadın genç erkekle sevişmeye hazırlanıyordu.
Ebediyen sevmek, ölümsüzleşirken öldürmek
İşte her şey bu anda oldu. Erkek ve kadın -belkide yıllardır süregelen alışkanlıkla- eş zamanlarda boyunlarındaki Mısır haçlarının içine gizlenmiş o çok keskin bıçaklarını çektiler. Çekilen bıçaklar şimşek hızıyla kurban-partnerlerinin boyunlarını ve orada da şah damarlarını buluverdi...
Her şey bitip de duşta bütün günahlarından ve kanlarından yıkanırken, ebediyen birbirlerini sevecekleri yolunda söz veriyorlardı. Üstelik bunun böyle olmadığını bile bile..
Filmdeki ölümsüz vampir rolünü Fransızlar'ın ünlü kadın oyuncusu Catherine Deneuve, şer ortaklığı (!) yaptığı erkek vampiri ise, şarkıcı David Bowie canlandırıyordu.
Senaryoya göre, onlar haftada bir kez bir insanın kanını içerek hayatta kalıyorlar, hatta ölümsüzleşiyorlardı. Ölümsüzleşirken, başkalarını öldürüyorlardı. Üstelik feci bir ölümdü bu.
Onlar için önemli olan biraz daha uzun yaşamaktı.
Belki de aşklarını daha uzun yaşamak.
Aşk için cinayet hoş görülür mü?
Eğer bunu aşkları için yapıyorlarsa, o zaman cinayetler hoşgörülebilir miydi? Aşk için kimler ne cinayetler işliyordu, bunların kimisi kanlı, kimisi de kansızdı gerçi...
Cinayetleri yargılama hakkımız vardı ama ya aşkları? Aşkın algılanış ve yaşanış biçimlerini yargılama hakkına kim sahipti?
Kim kendi aşk anlayışının, başkalarından daha iyi olduğunu söyleyebilirdi?
Onlar kesin anlaşılmamakla beraber, ya çok uzun aşk için ya da daha uzun yaşam için ruhlarını şeytana satmışlardı bir kere.
Onların bir tutkusu vardı. İnsanlar tutkuları için ruhlarını şeytana satmaya zaten hazır değil miydi?
Dekor ne olursa olsun, ister eski bir şatoda, isterse bizim filmimizdeki gibi modern bir mekanda geçsin; her çağda insanlar tutkuları için ruhlarını hemen satmaya hazır değil midir?
Daha çok para için, daha iyi bir yaşam için, daha iyi bir ünvan ya da daha iyi bir gece için.
Aşk da bu tutkulardan biridir işte. Belki de tutkuların en kutsalıdır.
Yani kimileri de aşk için ruhunu şeytana satar. Üstelik bu alışveriş giderek öyle bir metamorfoza uğrar ki, aşk için mi şeytana satılınır, şeytan öyle istediği için mi aşık olunur bilinmez.
Bilinen; aşkın insanı yoldan çıkardığı, uçurduğu ve ayaklarını yerden kestiğidir.
Şu soruyu durup durup sormalıyız kendimize. Aşklarımız bizim şeytanlarımız mıdır acaba?
Eros mu Şeytan mı?
Yalnızca yaşayacaklarımızın keyfini çıkarmak için kendimizi bıraktığımızda mı şah damarımızda hançerin önce dondurucu soğukluğunu, sonra da sıcaklığını hissederiz? Kendimizi en güvende hissettiğimiz anlar mıdır, en zayıf anlarımız? Toprağın üzerine uzanıp, mavi gökyüzüne bakar ve yaşamın ne kadar mutlu bir süreç olduğunu düşündüğümüz sıcak yaz aylarında beklenmedik bir akrep sokuşu mudur aşk?
Bütün bir mitoloji yalan üzerine mi kuruludur yani? Aşk okunu Eros değil de Şeytan mı gönderir kalbimize? Yoksa şeytan her zamanki gibi şekil değiştirip binlerce yıldır kendini Eros diye mi yutturuyordur hepimize?
Vampirlerin kan içmesi gibi aşklar da kalplerin ve beyinlerin bütün elektriğini üstüne çeken mıknatıs sistemi midir? Bu mıknatıs mı sizi elden ayaktan düşürüp, kıpırdayamaz hale getirir?
Bütün hayatı ressam Salvador Dali'nin tablolarına çevirip; bazen masanın üzerinden akan bir saat, bazen de bir deney tüpününü içine sıkıştırılarak, ince uzun hale gelmiş bir kalp gibi görmemizi sağlayan şey nedir?
Hançerin vurulduğu an hangisidir?
Acı çekmeden aşk mümkün mü?
İyi aşık en iyi hançer darbesini, en doğru zamanda, en doğru yere ve en çabuk vuran mıdır?
En az acı çektiren mi, en çok acı çektiren midir iyi aşık? Yani biz cellatlarımızı mı severiz? İyi cellatları mı, kötü cellatları mı yoksa?
Aşkın kreşendosu acı mıdır, ayrılık mı, ölüm mü veya bunların hepsi mi? Hangisi daha çok acı verir, hangisi daha az? Kalmak mı, gitmek mi, aldatmak mı, aldanmak mı?
Hançerin vurulduğu an hangisidir? Hançerin tam yerine vurulmadığı anlarda mı daha çok acı çekeriz yoksa? Hani bir vuruşta kellesi kopmayan idam mahkumları gibi, kafanızı uzatıp tam teslim olmak mı lazımdır az acı çekmek için? Yoksa teslim olduğumuzda öleceğimizi bildiğimiz için mi acı çekeriz?
Siz kimsiniz? Hançeri vuran mı, yoksa hançerin kurbanı mı?
Ama unutmayın, vampir olmak için önce bir vampirin kanınızı emmesi, sonra da sizin onun kanını emmeniz gerekir. Filmde böyle.
Aşık olmak için önce size aşık olunması mı lazım? Ya acı çekmek için önce acı çektirmek mi gerekli?
Belki hem acı çekmesini, hem de çektirmesini beraber öğrenmek gerekir. Filmlerdeki gibi, hayattaki gibi, aşk gibi... (EG/GG)