*Görsel: 2008 yapımı Strangers filminden bir sahne.
Genelde "biz"e tehdidin hep "onlar"dan geleceğini düşünürüz, bizim gibi olmayanlardan, yabancılardan, ötekilerden. Korku Burnu (Cape Fear, 1991), Onlar (Ills, 2006) veya Ziyaretçiler (The Strangers, 2008) gibi ev istilası filmlerinde evin güvenli duvarlarını aşıp içeriye sızan istilacılar, ya psikopat katiller ya da gözü dönmüş suçlulardır.
Korku filmlerindeki canavarlar da ötekiliğin beden bulmuş halidir aslında. Yabancı, korkunç, tiksinti verici ne varsa hepsi canavarda cisimlenir. Anormal olan canavardır, normal olansa biz.
Canavar vahşidir, bizse medeni. Canavar bizden ne kadar farklıysa o kadar normal, o kadar medeniyizdir biz de. Ya canavar tıpatıp bize benziyorsa, o zaman ne olacak peki? Amerikalı şair Emily Dickinson, bir şiirinde, tahayyül edilebilecek en dehşetengiz olayın insanın bir canavarla değil, kendi kendisiyle karşılaşması olduğunu söyler:
En kötüsü bir tenhada, aysız bir gece
Yüz yüze gelivermek kendimizle
...
Evimizde gizlenip pusuya yatmış bir katil bile
Bu kadar korku salmaz yüreğimize.1
Kendinle yüzleşmek
Beyazlarla Afro-Amerikalılar arasındaki ırk ilişkilerinin bir alegorisi olan ilk uzun metrajı Kapan (Get Out, 2017) ile büyük övgü toplayan Jordan Peele'in merakla beklenen yeni filmi Biz'in (Us, 2019) merkezinde tıpatıp kendilerine benzeyen canavarların saldırısına uğrayan bir aile var.
Anne Adelaide, baba Gabe, kızları Zora ve oğulları Jason'dan oluşan, hali vakti yerinde Afro-Amerikalı Wilson ailesi, tatil için Adelaide'ın çocukluğunu geçirdiği Santa Cruz'daki sahil evine gidiyor. Kaygısız tasasız bir adam olan Gabe'in tek derdi, varlıklı beyaz komşuları Tyler'larınki kadar büyük bir cipe ve lüks bir tekneye sahip olamamak.
Adelaide ise 1986 yılında, henüz küçük bir çocukken sahildeki lunaparkta başından geçen travmatik olayın etkisinden hala kurtulmuş değil.
Filmin açılış sekansında küçük Adelaide'ın anne babasının yanından uzaklaşıp üzerinde "Şamanın Arayışı: Kendini Bul" yazan bir tabelanın asılı olduğu kapıdan içeri girdiğini görüyoruz.
Kendisini sağlı sollu aynalarla dolu karanlık bir tünelde bulan küçük Adelaide, Emily Dickinson'ın şiirinde bahsi geçen o dehşetengiz tecrübeyi yaşıyor: Tıpatıp kendisine benzeyen bir kız çocuğuyla, yani çiftgezeriyle (doppelganger) yüz yüze geliyor.
Yıllar sonra tekrar aynı sahile geri dönen Adelaide, üzerinde kara bulutların dolaştığını hissediyor.
Öyle ki Tyler'larla birlikte kumsalda vakit geçirirken hep diken üstünde, hatta bir ara Jason'ın kaybolduğunu sanıp dehşete kapılıyor. El ele tutuşmuş dört kişilik bir ailenin gölgeyi andıran siluetleri gece yarısı evlerinin bahçesinde belirdiği vakit Adelaide korktuğunun başına geldiğini anlıyor.
Yıllar yılı aklından çıkaramadığı, adeta bir gölge gibi onu takip ettiğini sezdiği çiftgezeri karşısında duruyor işte. Üstelik yalnız değil, ailenin diğer fertlerinin çiftgezerleri de yanında.
Lunaparktaki komik aynalarda yansıyan görüntüler misali asıllarının grotesk kopyalarını andırıyorlar hepsi de. Fal taşı gibi açılmış gözleri ve donuk yüz ifadeleriyle son derece tekinsiz görünüyorlar.
"Bir zamanlar küçük bir kız varmış"
Üzerlerinde ABD'deki cezaevlerinde hükümlülerin giydiği tek tip kıyafetleri andıran bir örnek kırmızı tulumlar, ellerinde kocaman makaslar var. Köpek hırlamasını andıran sesler çıkaran bu esrarengiz yaratıklardan sadece Adelaide'ın çiftgezeri Red konuşma yetisine sahip.
"Bir zamanlar küçük bir kız varmış," diye başlıyor anlatmaya o boğuk, hırıltılı sesiyle, "kızın bir gölgesi varmış. İkisi birbirine bağlıymış." Red'in sözleri, Jung'un dört temel arketipinden biri olan gölge arketipini getiriyor akla.
Jung, daima özneyle aynı cinsiyete sahip olan gölgenin, öznenin kendisiyle ilgili yüzleşmekten kaçındığı her şeyin cisimlenmiş hali olduğunu söyler.2
Sözgelimi Dostoyevski'nin aynı adlı romanından uyarlanan Öteki (The Double, 2013) ve Jose Saramago'nun Kopyalanmış Adam romanından uyarlanan Düşman (Enemy, 2013) gibi filmlerde birbirlerinden oldukça farklı, hatta taban tabana zıt kişilik özelliklerine sahip çiftgezerler, tek bir karakterin birbiriyle çatışan iki farklı yönünü temsil eder.
Ancak Peele'in dediğine bakılırsa Biz'in asıl ilham kaynağı, 1960'ta CBS televizyonunda yayınlanan Alacakaranlık Kuşağı'nın "Mirror Image"3 adlı bölümü.
Bu bölümde kendisinin yerine geçmeyi amaçlayan kötü niyetli çiftgezeriyle yüz yüze gelen bir kadının hikayesi anlatılır. Keza Biz'deki çiftgezerlerin amacı da kopyası oldukları insanları ortadan kaldırıp onların yerine geçmek.
Adelaide'ın dediği gibi, "bizi öldürene kadar durmayacaklar. Ya biz onları öldüreceğiz ya da onlar bizi."
Red'in dediğine bakılırsa çiftgezerler, asıllarına görünmez bağlarla bağlılar. Zaten yönetmenin bu canavarlara taktığı ismin, "The Tethered"ın, Türkçe karşılığı "Bağlı Olanlar." Red, artık bu bağları kesip bağımsızlığa kavuşma gününün gelip çattığını söylüyor.
İşte bu yüzden makas, çiftgezerler için en uygun silah sahiden. Kim bilir çiftgezerlerin makası bıçağa yeğlemesinin sebebi, yekpare olmasına rağmen iki ayrı parçadan oluşması, yani aynı zamanda hem tek hem de çift olması belki de.
Köstebek insanlar
Gabe'in "nesiniz siz?" sorusuna Red'in verdiği "biz Amerikalıyız" yanıtı, Biz'in de yönetmenin önceki filmi Kapan gibi bir alegori olarak yorumlanabileceğini ima ediyor. Bu ima, zaten filmin özgün adında da saklı: "Biz" anlamına gelen "us", United States'in, yani Birleşik Devletler'in, kısaltması olarak da okunabilir.
Gelgelelim her ne kadar Afro-Amerikalı bir aileyi merkezine alsa da Kapan'ın aksine Biz'in asıl meselesi ırk ilişkileri değil. Zira çiftgezer saldırısının sadece Wilson ailesiyle sınırlı kalmadığını, komşuları Tyler ailesi dahil beyazları da etkileyen ulusal çapta bir çiftgezer isyanının Amerika'yı sardığını öğreniyoruz sonradan.
ABD hükümetinin yürüttüğü gizli bir projenin yarım kalması sonucu yeraltındaki tünellerde kaderlerine terk edilmiş, yerüstündekilerin sahip olduğu bütün ayrıcalıklardan mahrum kalmış, çiğ tavşan etiyle beslenen kopya insanların isyanı...
Red, yüz yüze geldiklerinde Adelaide'a duyduğu nefreti bu mahrumiyetle açıklıyor: Adelaide lezzetli yiyecekler yerken Red, çiğ etle beslenmiş. Adelaide yumuşacık oyuncaklarla oynarken Red'in oynayacak oyuncağı olmamış. Yeraltından, kanalizasyonlardan çıkan kopya insanlar şimdi yerüstünde yaşayan asıllarını öldürüp mahrum kaldıkları şeylere el koyuyorlar. "Şimdi yukarıda bizim zamanımız," diyor isyanın lideri Red.
Filmin başında karşımıza çıkan bilgilendirme yazısında, Amerika'nın altında kilometrelerce uzunlukta yeraltı tünelleri, ne amaca hizmet ettiği bilinmeyen terk edilmiş servis yolları olduğu söyleniyor.
Filmdeki bu yeraltı tünellerinde yaşayan kopya insanlar, "fırsatlar ülkesi" ABD'nin şatafatlı ve parlak yüzünün gizlediği, yeraltında yaşamaya mahkum "köstebek insanlar"ı (mole people) çağrıştırıyor ister istemez.Köstebek insanlar, terk edilmiş metro tünellerini ve yeraltı geçitlerini mesken tutan Amerika'nın evsizlerine verilen ad.
Yeraltında yaşam mücadelesi veren bu insanların hayatı, gazeteci Jennifer Toth'un 1993 tarihli "Köstebek İnsanlar"4 adlı (kurmaca olmayan) kitabıyla Dark Days (Marc Singer, 2000) ve Voices in the Tunnels (Vic David, 2008) gibi belgesellere konu oldu.
Toth, kitabında New York'un altından geçen tünellerde topluluklar halinde yaşayıp avladıkları sıçanlarla beslenen evsizlerin hikayelerini anlatır. Kitapta iddia edildiğine göre aralarında kadınlarla çocukların da bulunduğu "köstebek insanların" sayısı beş binden fazla.
El Ele Amerika kampanyası ve Biz
Yoksullara ve evsizlere yardım toplamak için 1986 yılında düzenlenen El Ele Amerika (Hands Across America) adlı yardım kampanyası, Biz'de kilit bir rol oynuyor. Amerika'nın bir ucundan diğer ucuna uzanan bir insan zinciri oluşturmak suretiyle yoksulluk, açlık ve evsizlik gibi sorunlara dikkat çekmek amacıyla düzenlenen El Ele Amerika, 1985'teki "We are the World" şarkısıyla hafızalara kazınan uluslararası yardım kampanyasının bir benzeri.
Gelgelelim toplanan yardımın hedeflenen rakamın çok çok altında kalması nedeniyle El Ele Amerika, göstermelik ve beyhude bir çaba olarak tarihe geçmişti. Gelir uçurumunu ve yoksulluğu derinleştiren neoliberal ekonomik politikaları hayata geçiren dönemin ABD başkanı Ronald Reagan'ın da Beyaz Saray'ın önünde insan zincirine katılarak kampanyaya destek verdiğini belirtelim.
Biz, El Ele Amerika kampanyasının 1986 yılında televizyonlarda yayımlanan reklam filmiyle açılıyor.
Hayırseverlik, yardımseverlik, kardeşlik gibi kelimelerin havada uçuştuğu, hatta İsa'nın yardıma muhtaç kişilere merhamet göstermeyi öğütleyen "İyi Samiriyeli" meseline gönderme içeren bir reklam bu.
Bir laytmotif gibi film boyunca karşımıza çıkan İncil ayeti, yani Yeremya 11:11, ise Tanrının İyi Samiriyeli meselini örnek almayan kullarına vereceği cezayı ilan ediyor olsa gerek: "Rab 'kaçıp kurtulamayacakları bir yıkım getireceğim başlarına' diyor. 'Bana yakarsalar da onları dinlemeyeceğim." Ve yıkım, yıllarca yeraltında sefalet içinde yaşadıktan sonra yeryüzüne çıkan çiftgezerlerin elleriyle geliyor.
Gelgelelim Biz, sınıfsal uçurum ve evsizlik gibi önemli konulara el atsa da bu konuları hakkıyla işlemeyi başaramıyor.
Peele, Kapan'da yaptığı gibi Biz'de de hikayeyi alegorik bir zemine oturtup toplumsal mesajlar verme çabasına girmiş, ama bu sefer giriştiği işin altından kalkamıyor. Kapan'ın aksine Biz'in derli toplu, tutarlı bir hikayesi yok.
Çiftgezerlerin varlığı bile hiç ikna edici olmayan, muğlak, yarım yamalak bir açıklamayla geçiştiriliyor.
Hikayede o kadar çok boşluk, yanıtsız kalan o kadar çok soru var ki Peele, filme kaldıramayacağı bir yük yüklediği için film rayından çıkmış izlenimi veriyor. Tekinsiz bir atmosferin hakim olduğu filmin ilk yarısından sonra hem senaryonun yetersizliği hem de yerli yersiz serpiştirilmiş komedi unsurları yüzünden tempo gittikçe düşüyor.
Her ne kadar Peele, Biz'in bir korku filmi olduğunu iddia etse de Biz, bir yerden sonra korku filmi parodisine dönüşüyor. Ne pop kültüre yapılan atıflar ne de klasik korku filmlerine yapılan göndermeler Biz'e zenginlik katabilmiş.
Plaj sahnesinde Jaws'a (1975), Wilsonlar'ın arabasını havadan takip eden kuşbakışı çekimlerde Cinnet'e (The Shining, 1980), çiftgezerlerinin Wilsonlar'ın evine ilk saldırdığı sahnedeyse Ölümcül Oyunlar'a (Funny Games, 1997) yapılan göndermeler filme herhangi bir derinlik katmıyor.
*1997 yapımı Funny Games filminden bir sahne.
Ev istilası, gotik ve slasher gibi çeşitli korku alt türlerinden beslenen Biz, sonlara doğru post-apokaliptik zombi filmlerini andıran bir hal alıyor. Ama burada zombilerin değil, yeraltından çıkan kopya insanların sebep olduğu bir kıyamet senaryosuyla karşı karşıyayız.
Nihayetinde El Ele Amerika kampanyasının reklamıyla açılan Biz, kırmızı tulum giymiş, el ele tutuşan binlerce kopya insanın oluşturduğu, Amerika'nın bir ucundan diğerine uzanan zincirin havadan çekimleriyle kapanıyor.
Sonuçta kendilerini görünür kılarak bütün dünyaya biz de varız diyen kopya insanları canavar olarak görmemizi sorunsallaştıran bir final bu. Nitekim gerek Adelaide gerek diğer aile fertleri hayatta kalmak için gözlerini bile kırpmadan öylesine vahşi cinayetler işliyorlar ki medeniyetten nasibini almamış kopyalarından görünüşte hiçbir farkları kalmıyor.
Ailenin en genç ama sezgisi en kuvvetli üyesi Jason, filmin başında babasına şöyle diyordu: "bir parmağını karşındakine doğrulttuğunda parmaklarının üçü seni işaret eder." Çuvaldızı kendine, iğneyi başkasına batır anlamına gelen bu Kızılderili atasözü, Peele'in Biz'de vermeyi amaçladığı mesajı da özetliyor aslında. "Kendi hikayemizdeki iyi insanlar olduğumuza sarsılmaz inancımız, bizi kendi içimizdeki kötülükle yüzleşmekten alıkoyuyor,"5 diyor Peele bir söyleşisinde.
Filmin sonundaki geriye dönüş (flashback) sekansıyla açık edilen ve Adelaide'a bakışımızı tümden değiştiren sürpriz final de Peele'in bu sözlerini destekliyor: Canavar öteki değil biziz aslında! (CL/PT)
1 Emily Dickinson'ın (1830-1886) "One Need not be a Chamber to be Haunted" şiirinden. Çeviri bana ait.
2 Carl Gustav Jung, Memories, Dreams, Reflections, (London: Fontana Press, 1995), 418.
3 Keith Phipps,"The One Episode of Twilight Zone You Should Watch Before Seeing Jordan Peele's New Movie Us", https://decider.com/2019/03/21/twilight-zone-mirror-image-us/.
4 Kitabın özgün adı: "The Mole People: Life in the Tunnels Beneath New York City". Toth'un kitabındaki iddiaların bir kısmının doğrulanabilirliğini sorgulayanlar olsa da New York'ta yeraltında yaşayan binlerce evsizin varlığı Dark Days ve Voices in the Tunnels gibi belgesellere de konu olmuş yadsınamaz bir gerçek.x
5 Jen Yamato, "This is Us: Jordan Peele Wants Americans to Face their Demons in New Home Invasion Horror Film", Los Angeles Times, https://www.latimes.com/entertainment/movies/la-ca-mn-jordan-peele-us-lupita-nyongo-winston-duke-20190314-story.html