2011'den itibaren Suriye’deki savaştan dolayı bireysel ya da kitlesel bir biçimde Türkiye’ye gelen ve İstanbul’a yerleşmek zorunda kalan mülteci kadınların iş gücü piyasasına dâhil olma biçimleri, mültecilikten iş gücüne geçiş süreçleri; kadın ve mülteci olma hali üzerinden incelendiğinde ve Türkiye’deki mevcut işsizlik durumu göz önüne alındığında, sayıları her gün artmakta olan Suriyeli mültecilere, devlet tarafından esasları belirlenmiş sistematik bir istihdam alanı yaratılmasının koşullarının olmadığı ortada.
2011’den beri Suriye’den Türkiye’ye mülteci hareketliliği yaşanmasına rağmen onların çalışma koşullarını belirleyen yasal mevzuat ancak 2016 yılının başlarında -birçok eksik hususla- oluşturulabildi. Devletin halihazırda kendi vatandaşlarının oluşturduğu işgücü fazlasına bile sağlıklı istihdam alanları açamayıp, kayıt dışı ve enformel piyasanın insafına terk ettiği bir konuda, Suriyeli mültecilere özel ve sistematik politikalar hazırlayarak onların belirli bir plan dahilinde iş yaşamına katılımlarını sağlamak da gerçekleşmesi mümkün görünmeyen bir beklenti olarak duruyor. Resmi rakamlara göre yaklaşık 500 bin Suriyeli mültecinin kayıt dışı ve çok ağır koşullar altında, asgari ücreti bile yakalayamayan bir ücret karşılığı çalıştırıldığı söyleniyor. Bu şekilde mültecilerin tümü emek piyasasında bir sömürü unsuru olarak görülürken, kadınlar ve çocuklar bu koşullar altında iki kat daha fazla sömürüye ve istismara maruz kalıyor.
Türkiye’de kadın istihdamının en yüksek olduğu sektör olan tekstil, Suriyeli mülteci kadınların emek sürecinde de en çok tercih edilen sektör olarak öne çıkıyor. Bu sektör içinde özellikle fason üretim yapan merdiven altı atölyeler ve bu atölyelerin yoğunlaştığı mekânlar ile Suriyeli mültecilerin en çok yerleştikleri mekânlar paralellik gösteriyor.
Tekstil sektörünün yaygın olduğu başta Küçükçekmece olmak üzere; Bağcılar, Sultangazi, Esenyurt ve Zeytinburnu gibi ilçelerde, özellikle “ev altı ya da merdiven altı atölye” biçimindeki üretim tarzı yaygın bir üretim ölçeği. Mülteci ve diğer göçmen grupların formel istihdam içerisinde yer bulamaması, mülteci emeğini bu alana yönlendiriyor. 10 yaşında bir çocuktan 55 yaşındaki bir kadına kadar hemen her yaş grubu, tekstil atölyelerinin güvencesiz, yorucu ve fiziki olarak yetersiz (havalandırması olamayan nemli bodrum katları) koşullarında hayatlarını sürdürebilme adına çalışıyor. Yine bu tarz üretim yapılan atölyelerde çalışanların üçte ikisinden fazlasını kadın ve çocuklar oluşturuyor.
Gerek mevzuattaki sıkıntılardan, gerekse de mültecilerin çalışma hakları konusundaki bilgilere erişememesinden veya başvurulsa bile iznin verilmeyeceğine dönük umutsuzluktan dolayı mülteci kadınların çoğunun çalışma izni yok. Daha önce bir iş deneyimlerinin olmaması, dil bilmemeleri, çalıştıkları sektörün ağır çalışma koşulları gibi nedenlerden dolayı, mülteci kadınların çoğu çalıştıkları işyerinde baskı, ayrımcılık ve kötü muameleye maruz kalıyor.
Merdivenaltı atölyeler
Merdivenaltı tekstil atölyeleri neredeyse her yerde benzerlik gösterir ama kafamızda canlanması açısından Küçükçekmece Kanarya Mahallesi’nde bulunan bu tarz atölyelerin mekânsal kurgusundan bahsedeyim; bu tekstil atölyelerinin hemen hemen hepsi dışarıdan görünmeyecek ya da dışarıyı görmeyecek şekilde tasarlanmış. Bu mahalleye gezmek amacıyla gelen bir yabancı neredeyse bütün binaların bodrum katlarında yüzlerce tekstil atölyesi olduğunu asla anlayamaz.
Fotoğraf: Merdiven altı tekstil atölyeleri girişi, Papatya Bostancı, 2016
Zemine sıfır olan camlarının dışarıdan boyandığı veya kaplandığı bu merdiven altı atölyelere girildiğinde dahi içeride birçok kişinin çalıştığı kolay kolay anlaşılamaz. Çünkü aşağıya atölyenin girişine inildiğinde tek görünen şey, işverenin ofis görünümlü koltuk ve masadan oluşan bölümüdür.
Bu ofis ile işçilerin çalıştığı büyük bölüm arasında bir duvar veya şeffaf olmayan bir perde vardır. İşveren ikna edilir de arka bölüme geçilebilirse, görünecek manzara tam olarak şöyledir: Makinelerinde oturmuş işçilerin çok hızlı bir tempoda kumaş parçalarını diktikleri, ortada gezen çocukların sürekli makinelere kesilmiş kat kat üst üste kumaş parçaları taşıdıkları, yoğun iş temposundan dolayı kimsenin kimseyle konuşmadığı, kumaş tozundan bulutların dolaştığı, arada ustabaşının “hızlı olun, oyalanmayın” diye baskı yaptığı, gün ışığının hiç giremediği bir çalışma ortamı…
“Denetim olunca bizi bodrum katında saklıyorlar”
Dış faktörlere tamamen kapalı bu mekânda, işçilerin dışarıdaki hayatla bağları tamamen koparılmaya çalışılmış. Yaşları 10’dan başlayan işçiler, bu havasız ve rutubetli ortamda 11 saat çalışmaya mecbur bırakılıyorlar.
“…Ortacı olarak çalıştığım iş yerinde 15 kişi çalışıyor. Bunlardan 7 tanesi benim gibi Suriyeli. 10 yaşındaki kardeşimle beraber çalışıyoruz burada. Bazen denetim amacıyla yetkili birileri geldiğinde bizi bodrum katın altındaki sığınak gibi küçük bir yere saklıyorlar. İşyerinde bize iyi davranmıyorlar. Mesela ben dil bilmediğim için çok zorlanıyorum. Bir şey söyleyecek olurlarsa el kol hareketleriyle anlatıyorlar. Bu durum çok zoruma gidiyor. Suriye’de babam bize bakıyordu ben okula gidiyordum. Burada babam ve diğer kardeşlerim de çalışıyor ama geçinmek çok zor. Çok yoruluyorum ve bazen hiç nefes alamıyorum. 11 saat hiç mola vermiyorum bazen. Mola verdiğimde de çay, kahve yapıyorum. Burayı hiç sevmiyorum ama ailem kötü durumda olduğu için çalışmak zorundayım. Burada hiç arkadaşım yok, mutlu değilim.”[1]
Fotoğraf: Papatya Bostancı, 2016
“… Suriye’deyken hukuk öğrencisiydim, şimdi ise tekstil atölyesinde çalışıyorum, sabahtan akşama kadar. Akşam da evde çalışıyorum. Sabah tekrar güneş doğuyor ve ben yine makinanın başına geçiyorum. Beni yoran çalışmak değil; adaletsizlik, haksızlık... Hak hukuk konusunu hiç açmayalım canım yanıyor zaten. Benle aynı işi yapan Türkiyeli biri 1800 TL alırken ben 1200 TL alıyorum, tabii ki çalışma iznim, sigortam yok; haftanın 6 günü, günde 12 saat bodrum katta… Hastaneye gitmek için bile izin alamıyoruz biz Suriyeliler ama Türkiyelilere daha esnek davranıyorlar bu konularda. Türkiyeli arkadaşlarımdan rahatsız değilim yanlış anlama, ben sadece bu adaletsizliğe öfkeliyim.”[2]
Yukarıda kesitleri verilen, 15 yaşında bir tekstil işçisi olan Ronaz Cafer ve Suriye’de iken hukuk öğrencisi olan, ancak savaştan sonra Türkiye’ye gelir gelmez çalışmak zorunda kalan 27 yaşındaki Nour Halil ile yapılan görüşmeler, bu alanın kadınlar ve çocuklar için ne kadar zorlu ve gayri insani çalışma koşullarına sahip olduğunu çok çarpıcı bir şekilde gösteriyor.
Tekstil atölyelerinde ücretler normalde Türkiyeli ortacılar için en az 800 TL; makinecilerde en az 1800 TL civarında. Günde 11 saat çok ağır koşullar altında çalışan ve ancak haftanın bir günü tatil yapabilen Ronaz Cafer ve onun gibi birçok çocuk, kadın ortacı olarak tekstil atölyelerinde aylık en çok 500 TL karşılığında çalışıyor. Makineci olarak çalıştıklarında bile en çok 900-1200 TL kazanabiliyorlar.
Kadın mültecilerin çalışma hayatında karşılaştıklarını belirttikleri bir diğer önemli nokta da mahalledeki bazı işverenlerin onları bir ay çalıştırıp sonra ücretlerini ödemeden işten çıkarması. Bunların yanında ayrımcı, ırkçı tutum ve davranışların yanı sıra şiddetin her biçimini görmeleri de cabası.
Suriyeli mültecilerin en çok yaşadığı şehirlerin neredeyse tamamında yükselen enflasyon oranı ülke ortalamasının üzerinde seyrediyor. Bu artışın kaynağı ise emlak ve günlük yaşam ihtiyaçları. Barınmak için ev bulamayan, bulsa bile çok yüksek miktarda kira ödeyen Suriyeli mültecilerin bu çaresizliğini bilen işverenler de, emeklerinin karşılığını en düşük seviyede tutuyor ve bu şekilde daha fazla kâr elde ediyor. Yaşam alanlarında emlak ve çarşı-pazar fiyatları artarken aylık kazançları azalan yerel halk ile Suriyeli mülteciler arasında birçok yerde gerginlikler hatta büyük çatışmalar yaşanıyor. Tekstil gibi krizlerden çok etkilenen bir sektörde işçi olup da işini kaybeden herkes bu durumdan mültecileri sorumlu tutuyor ve belli refleksler gösteriyor. Özellikle fason üretimi yapılan bu merdiven altı tekstil atölyelerinde en düşük ücretlere bile çalışmaya razı Suriyeli kadın mülteciler, kimi kesimlerce bir nefret unsuru olarak görülüyor, her fırsatta ayrımcı ve ırkçı tutumlarla bu nefret bir şekilde yansıtılıyor.
Göç sırasında ve Türkiye sınırından içeri girdikleri andan itibaren kötü muameleye maruz kalan Suriyelilerin, Türkiye'de yaşamın hemen her alanında büyük sorunlar yaşadığı ortadadır. Özellikle kendileri için en büyük zorunluluk olan çalışma hayatına katılım ve barınma gibi sorunların yanı sıra sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimde de ciddi zorluklarla karşılaşmıyorlar.
Türkiye gibi zaten sistematik bir göç ve göçmen politikası olmayan, hatta Avrupa'dan gelenlerin dışındakileri mülteci olarak kabul etmeyen bir ülkenin Suriyeli mültecilere insan haklarına dayalı bir plan çerçevesinde yaklaşıp ağırlaması zaten pek ihtimal dâhilinde değil. Ancak bunun asgarisini yapmak veya bu konuda çaba sahibi olmak da “devlet” olmanın bir gereği.
Ne yazık ki mevcut pratiklerden de anlaşılacağı üzere Türkiye'nin bu yönlü bir çaba sahibi olduğunu söylemek mümkün değil. Suriyeli mülteciler konusunda somut olarak atılan tek adım olan statü ve iş hayatını düzenleme amaçlı birkaç yönetmelik ve yasa bile bu konudaki samimiyetsizliği ortaya koyuyor. Suriyeli mültecilerin fiili durumunu mevcut yasal zeminde konumlandıramayan devlet, uluslararası hukukta bir anlamı olmayan şartlı mülteci tanımıyla veya Suriyeli mültecilerle ilgili çalışma hayatındaki sorunları ve kayıt dışını önlemek amacıyla nihayet (!) çalışma izni getiren düzenlemeyle günü kurtarmaya çalışıyor. Ancak bu yasal düzenlemelerin kısa vadede mevcut sorun ve sıkıntıların aşılmasında herhangi bir sonuç elde edemediği ortada. Bu koşulların iyileştirilmesi için herhangi bir adım atılmadığı takdirde daha büyük ve çözülemeyen sorunların doğacağı su götürmez bir gerçek.
Kendilerinin olmayan ve kendileri için yapılmayan kirli bir savaştan kaçarak Türkiye'ye gelmiş veya başka yerlere göç etmiş Suriyeli mültecilerin durumu -en çok da kadın ve çocuklar- 21. yüzyılda dünyanın utanç kaynağı olmaya devam ediyor ve hala Suriye'de halktan kopuk bir savaş sürüyor. Bu çılgınlık neredeyse bütün dünyanın dolaylı katılımıyla, adeta mikro düzeyde bir dünya savaşı şeklinde sürüp giderken, artık soğuk istatistik hesaplarına konu olmuş Suriyelilerin bir gün geri dönebilecekleri bir ülkeleri de elbirliğiyle fiziken yok ediliyor. (PB/ÇT)
[1] Kanarya Mahallesi Görüşme Notu: Ronaz Cafer, 15 yaşında tekstil işçisi (Görüşme Tarihi: 11.01.2017)
[2] Kanarya Mahallesi Görüşme Notu: Nour Halil, 27 yaşında tekstil işçisi (Görüşme tarihi: 11.01.2017)
Not: Makalede adı geçen isimler röportaj yapılan kişilerin gerçek isimleri olmayıp takma ad kullanılmıştır.