*Fotoğraf: 8 Mart 2018 Feminist Gece Yürüyüşü/ bianet
Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. 1910’da 2. Enternasyonal'e bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda Clara Zetkin ve arkadaşlarının çabasıyla her yıl düzenlenmesi önerisi getirilen kadınlar gününün oy birliği ile kabul edilmesinin üzerinden 100 yılı aşkın bir süre geçti. 1921’de 3. Enternasyonal’e bağlı Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı'nda “Emekçi Kadınlar Günü” adının benimsenmesinin üzerindense tam 100 yıl geçti.
Adı var ama
Geçen bu süre zarfında kadınların, haklarını elde etmek için verdikleri mücadelede elde ettiği eşit vatandaşlık, eşit oy, fırsat eşitliği, boşanma, kürtaj hakkı gibi kazanımların çoğu formel olmaktan ileri gitmiş değil. Çünkü toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin ataerkil tutumlar hala toplumu çok derinden etkiliyor.
Kadınlar, pek çok tarihsel kazanımın varlığına ve toplumsal üretime daha fazla katılma olanaklarına rağmen hâlâ baskı ve şiddete maruz bırakılıyor. Kapitalizm ve ataerkillik karşılıklı olarak birbirlerini besleyerek, toplumsal ilişkileri derin bir şekilde etkiliyor, belirliyor. Ataerkillik kapitalizmin de etkisiyle daha da başat halde toplumsal cinsiyet algısını politik ve küresel düzeyde yeniden yeniden üretiyor.
Yuvayı dişi kuş mu yapar?
Tarihsel süreçte ataerkilliğin başat olmaya başladığı andan itibaren sistemli olarak kadınların hakları elinden alınmaya başlandı. Aile yapısını, akrabalık ilişkilerini ve toplumsal ilişkileri ataerki düzenlemeye başladı. Ancak kapitalist ataerkillikle birlikte erkekle kadın arasındaki denge kadının aleyhine net bir şekilde bozuldu. Erkekle kadının görevleri tarihin hiçbir döneminde görülmediği kadar kesin bir çizgiyle ayrıldı.
Kapitalizmin alamet-i farikalarından biri olan ana, baba ve çocuklardan oluşan “çekirdek aile” kadının sömürülüp yok edilmesini perçinledi. Kapitalist ataerkillikte, ailenin en yüce değer olduğu ve bu yüce değeri oluşturmanınsa “bir dişi kuş” olarak kadına düştüğü, dolayısıyla “kadının yerinin evi” olduğu sürekli vurgulanarak kadınların eve hapsedilmesi sağlandı. Mitler, masallar toplumu etkilemenin en iyi yoludur. Kadın da “yuvayı dişi kuş yapar” masalından etkilenerek statükoyu içselleştirip kapitalist ataerkilliğe “gönüllü itaat” etti ve hala ediyor.
Erkekler
Hangi sınıftan olurlarsa olsunlar kadınlar hala fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik olarak şiddete uğruyorlar. Birçok kadın babası, kocası, kardeşi ya da erkek bir akrabası karşı çıktığı için çalışamıyor, kendi geliri üzerinde söz sahibi olamıyor. Parası elinden alınıyor, kendi kişisel ihtiyaçlarına yönelik harcama yapamıyor.
Erkeklerle aynı işi yapsalar bile güvencesiz işlerde, daha ucuza çalıştırılıyor. Birçok kadın pasif, itaatkar ve bastırılmış kılmak için hala küçümsenip aşağılanıyor, düşünceleri dikkate alınmıyor ya da düşünceleriyle duygularıyla alay edilip küçük düşürülüyor. Birçok kadın hala kocası, babası ya da kardeşinin “izni!” olmadan sokağa çıkamıyor.
İnançlar
Şiddetin görünen kısmı bir yana, kapitalist ataerkil ideoloji yaşamın her alanında “gelenek”, “din ve inanç” adı altında üstü örtük şekilde kadının karşısına çıkarılıyor ve en eğitimsiz kadından en eğitimlisine kadar her sınıftan kadın bu inançlar, uygulamalar demetinin altında eziliyor. Artık çok sık rastlanmasa da başlık parası, bekaret simgesi olarak gelinin beline bağlanan kırmızı kurdele, yüz görümlüğü, gerdek gecesi sonrası teşhir edilen kanlı çarşaf, kadının sağlıklı olup olmadığını denetlemek amacıyla yapılan gelin hamamı, ilk regl olduğunda, kadın olmanın sorumluluğunu bilmesi için kıza atılan tokat gibi uygulamalar hala var.
Gelenekler
Hangimizin babası kızını “Allahın emri peygamberin kavliyle” istemeye gelen damada meta aracı gibi vermedi? Ve düğün gecesi ve bayramlarda hangimizin annesi babamızın elini öpmedi ki? Hangimiz kocamızın soyadını taşımıyor? Kocamızın kütüğüne kaydı geçmiyor? Özetle hangimizin oturuşu, kalkışı, gülüşü, giyim kuşamı, kısacası “varoluşu” kapitalist ataerkillik tarafından belirlenmiyor? Ve dahası hangimiz “gelenek”, “inanç” adı altında üstü kapalı, peçeli bir şekilde karşımıza çıkan bu ataerkil şiddete “gönüllü itaatle” boyun eğmiyoruz?
Peki, kapitalist ataerkillik bu gönüllü itaati nasıl sağladı, sağlıyor? Edebiyat, sinema, tiyatro, resim, müzik, moda gibi birçok sanatsal alanı, kitle iletişim araçlarını kendi çıkarlarına hizmet etmek ve ideolojisini toplumun içselleştirmesini sağlamak için kullanarak; bedenini metalaştırdığı kadının ikincilleştirilmesini tekrar tekrar üretiyor. Böylece kadın, aileyi kutsallaştıran ve eril tahakkümün meşrulaştırılmasında önemli bir rol üstlenen dinin, ataerkil söylemi pekiştiren dil ve geleneklerin de etkisiyle sürekli ikincilleştirilerek şiddete maruz bırakılıyor.
Kapitalizm
Kadınların ikincilleştirilmesi genellikle hukuksal-siyasal bir sorun olarak görülerek pozitif ayrımcılıkla beslenerek çıkarılan yasalarla sorunun çözümleneceği düşünülüp din, dil ve geleneklerin içinde yer aldığı bu kültürel boyut arka planda bırakılıyor. Oysa daha 100 yıl önce Clara Zetkin, kadın sorununun reformlarla çözülemeyeceğini, bunun büyük toplumsal sorunun bir parçası olduğunu ve işgücüne katılmakla kapitalist sömürü sistemine giren kadının ancak kapitalist düzenle mücadele ederek özgürleşebileceğini söyler. Bu bağlamda kadının kapitalist ataerkil düzenle her alanda ve belki de en çok kültürel alanda mücadele ederek özgürlüğüne kavuşabileceğini söylemek yanlış olmaz.
Bir şeyin adını bilmek o şey üzerinde güç sahibi olmak demektir. Kapitalist ataerkilliğin gücünü yok edebilmek için sistemin asıl adını, yani içeriğini çözümlemeyi, iyi bilip ona göre hareket etmek gerekir. Bu anlamda kapitalist ataerkilliğin kadını ikincilleştirmek için insanlığın kolektif hafızasına kazıdığı kimi yerleşik inanç ve uygulamalardan toplumu arındırmanın yolu sadece maddi hukuksal ve siyasal düzenlemelerle değil, ancak ideolojik ve politik mücadeleyle, dil, gelenek, din gibi alanlarda köklü kültürel dönüşümlerle mümkündür.
Mitler
Bu dönüşümü sağlamak için en etkili yollardan biri mitolojik okumaları yeni, feminist bir okumayla yorumlamak. Toplumu eski, ataerkil mitsel inanışlara yabancılaştırarak bunların ortaya koyduğu fikirleri sorgulatmak ve kadını alaşağı edip ikincilleştiren bu mitlerin kemikleşmiş yapılarını yıkarak ortaya feminist yorumla yeni karşı-mitler koymak gerekiyor.
Neden mitoloji? Çünkü mitolojik olan ideolojiktir. Çünkü mitler kolektif düşünceyle korunarak nesilden nesile aktarılır; insanlık var oldukça kaybolmaz, yok edilemez ve toplumun belleğinde kendine bir şekilde yer bularak yaşamaya devam eder. Güçlü simgeleri aracılığıyla bireylerin en derin duygularını harekete geçirir ve bilinçaltını şekillendirir. Toplumu belirli biçimde düşünmeye yönlendirir.
Bu bağlamda mitlere gömülü yerleşik ataerkil ideolojiyi edebiyatta, tiyatroda, müzikte, resim, heykel ve sinemada, kısacası sanatın birçok alanında açıkça görmek mümkündür. Mitler sanatla yorumlanıp tekrar tekrar üretilerek ataerkil ideolojinin belleğimize kazınmasına etki eder.
Karşı mitler
Bir toplumun değer yargılarını mitik hikayelerden öğrenebildiğimiz gibi mitleri yeniden yorumlayarak da yeni değer yargıları oluşturabiliriz. Karşı-mitler oluşturma bağlamında bir iki cümleyle geleneğin icadına değinmek yerinde olur. Hobsbawm, eski gibi görünen ya da eski olma iddiasındaki geleneklerin kökenlerinin yakın geçmişe dayandığını, bazı geleneklerin icat edildiğini söyler.
Özellikle kurumları, statü ya da otorite ilişkilerini oluşturan veya meşrulaştıran gelenekler -konumuz itibariyle kapitalist ataerkini kurumsallaştıran, sorgulanmasına geçit vermeyen aile, evlilik kurumuna ilişkin gelenekler bu türdendir- ile ana amacı toplumsallaşma, inançların, değer yargılarının ve davranış eğilimlerinin aşılanıp aktarılması olan geleneklerin -konumuz itibarıyla erkeğin değerliliği, kadının eksikliği gibi inanışlar bu türden olduğu söylenebilir- bilerek tasarlandığını vurgular. Aslında toplumsal yaşamımıza baktığımızda çocukluktan yetişkinliğe geçerken aldığımız sorumluluklar, erginlenme törenleri veya evlilik gibi ritüellerin hepsi birer mitolojik ayindir.
Dişil gelenekler
Geleneğin icadı, yeniden yaratılması bağlamında mitleri feminist bir okumayla yeniden yorumlayarak kadının ikincil olmadığı, aşağılanmadığı, değerliliğinin ortaya konduğu yeni dişil gelenekler oluşturulabilir. Bu anlamda bir mitin hangi bakış açısıyla anlatıldığı önemlidir. Genellikle yeni ideoloji her zaman eski ideolojideki unsurları yok etmek ve kendi bakış açısına göre yorumlamak eğilimindedir.
Eski ideolojiden kalma yok edemediği unsurları ise olumsuzlayarak kendine entegre eder. Birçok ataerkil mitte geçen yılanları ele alalım: Yılanlar kadınların, dolayısıyla Ana Tanrıça kültünün başat olduğu dönemde dişil, şifa dağıtan, bilgeliği temsil eden bir unsurken ataerkilliğin başat olmasıyla birlikte -güçlü bir dişil unsur olduğu için- yok edilememiş ama olumsuzlanarak kötücüllüğe, şeytana işaret eder olmuştur.
Ana Tanrıça
Tüm dünya mitlerinde önce Ana Tanrıça’yı görürüz. Ataerkilliğin belirimiyle birlikte Ana Tanrıça’nın yanında boğa, leopar gibi bir hayvan figürü belirmeye başlar. Daha sonra bu hayvan figürünün yerini bir oğul-aşık almaya başlar. Ataerkillik güçlendikçe Ana Tanrıça kaybolmaya yüz tutarken bir tanrılar panteonu ortaya çıkmaya başlar. Tanrılar panteonundaki baş tanrı tek bir ataerkil tanrıya evrilirken Ana Tanrıça yok edilemediği için kötücülleştirilmeye, günahkarlığa evrilir.
Kadın, doğurganlığı ile bolluk ve bereketi temsil ederken aynı zamanda baştan çıkarıcı ve ‘eksik’ olduğu söylenerek lanetlenir. Hatta kadının doğurganlığına öykünerek soy zinciri tanrıçadan tanrıya geçirilmeye çalışılır. Athena kadının doğurganlığının erkeğe verilerek ataerkilliğin pekiştirilmesinin en açık örneğidir. Çünkü erkek karısı Metis’i yutan Zeus’un kafasını mızrağıyla delerek doğar ve bir anlamda anaerkil üremeye son verir.
Cinsel yaşamı olmayan bakire tanrıçadır. Savaşçı Amazonları yenerek Atina’ya “yeni bir düzen” getirir. Dolayısıyla şehrin temelleri kadınların yenilgisi ve ataerkinin zaferi üzerine kuruludur. Öte yandan Athena, zekasını annesi bilgelik tanrıçası Metis'den almıştır. O her ne kadar Zeus’tan doğması ve savaşçı olması nedeniyle ataerkil düzenin temsilcisi bir tanrıça olsa da hem Bilgelik Tanrıçası Metis’in kızı olması hem de zeka, sanat, strateji, ilham ve barış tanrıçası olması yanıyla da Ana Tanrıça kültünün yadsınamaz, silinemez bir devamı gibidir.
Hera, Gaia, Demeter...
Ataerkinin meşruiyet kazanmak için mücadelesini Zeus’un Hera ile zorla evlenme çabasında da görürüz. Aslında Hera Zeus’un kız kardeşidir ve Zeus onunla zorla evlenmiştir. Kız kardeşiyle evlenerek ataerkil meşruiyeti elde etmede bir anlamda ana soyluluktan medet ummuştur. Bu anlamda birçok tanrıçayı silemez hafızasından ataerkil mitoloji. Yunan mitolojisinde dünyanın yaratıcı gücü Ana Tanrıça Gaia’dır. Yunan dünyasının dişi kavramlarının tümünü Gaia simgeler.
Tarlalara bereket getiren Tanrıça ise Demeter’dir. İnsanlığa tarımı onun öğrettiğine inanılır. Mevsimlerin düzeni ve birbiri ardına gelmesi de onun sayesindedir. Demeter aslında birçok dünya mitinde görülen bitki ve bereket, toprak tanrıçasıdır. Toprak anadır. O Sümer’de İnanna’dır, Babil’de İştar'dır, Anadolu’da Kupaba’dır, Kibele’dir; Ortadoğu’da Astarte’dir, Mısır’da İsis’tir, İskandinavya’da Freya’dır. Ataerkillik bu güçlü Ana Tanrıça’yı yok edememiş ona oğul-aşıkla birlikte mevsimlerin döngüsünü yönetmeyi, bereketi pay vermiştir.
Justitia, Brigid, Juno
Ataerkil mitoloji güçlü figürleri yerinden edememiş, yaşam-ölüm, dünyanın yönetimi, adalet, bilgelik, kader, kehanet gibi yaşamsal özellikler yine de tanrıçalarda ya da dişil ruhlarda kalmıştır. Tanrıların gücünden korktuğu Hel ölüm tanrıçasıdır, ölüler diyarı onun adını taşır. Roma Mitolojisi'nde Adalet ve Düzen Tanrıçası Justitia'dır. Birçok batı dilinde adalet sözcüğünün kökeni bu tanrıçaya dayanır.
Kelt mitolojisindeki Tanrıça Brigid, kahinliğin, bereketin, şiirin ve demirciliğin tanrıçasıdır. Saraswati Hint Bilgelik tanrıçası, Kali ölüm tanrıçası, Lakşmi ise talih tanrıçasıdır. Günümüzde bile bazı aylar ve günler hala tanrıça adları taşır. January(Ocak) Doğurganlık Tanrıçası Janus’tan; May (Mayıs) tanrıların annesi Maia’dan; June (Temmuz) Jupiter’in karısı Juno’dan; Friday İskandinav mitolojisindeki Freya’dan gelir.
Pandora, Kassandra, Helena
Güçlü tanrıçalara dokunamasa da güçlü, olumsuz hikayeler yaratmıştır kadına dair ataerkil mitoloji. “Tanrıların armağanı” anlamına gelen Pandora, Yunan mitolojisinde erkekleri cezalandırmak için yaratılan ilk kadındır. Mit, kadını dünyadaki kötülüklerin kaynağı olarak sunar. Troya Savaşı’nda yenilginin nedenlerinden biri Kasandra olarak sunulur. Aşkına karşılık vermediği için Apollon ağzına tükürmüştür. Böylece hiç kimse Kasandra’nın söylediklerine inanmayacaktır. Kehanet gücüne sahip Kasandra’nın kehanetleri doğrudur ama kimse ona inanmaz. Troya savaşının bir başka nedeni ise kocasına ihanet eden günahkar Helena’dır. Nedense savaşta Paris’in hiç payı yoktur! İbrani mitolojisinde şeytanlaşan Adem’in ilk karısı Lilith günahkar bir kadındır. İtaatkar Havva da ilk günahın öznesidir.
Ataerkil mitoloji
Ataerkil mitoloji günahkar tanrıça ve kadınlar yarattığı gibi Ana Tanrıça kültündeki tüm dişil unsurları da olumsuzlar. Bereketli toprağın yerini ataerkil gök alır. Tohum-toprak metaforuyla tohumla özdeşleştirilen erkek, toprakla özdeşleştirilen kadının üstünde konumlandırılır. Tohum olmadan toprak bir hiçtir. Anaerkil dönemde kutsanan kadının adeti ataerkil dönemde kadının günahına dönüşür. Artık adetliyken hamura dokunan kadının hamurunun ekşimeyeceğine, adetliyken tohum saçılan tarlada ekin bitmeyeceğine inanmaya başlanır.
Anaerkil dönemde kehaneti, bilgeliği, şifayı, yaşam veren gücü, sonsuzluğu temsil eden yılan ataerkillikle birlikte şeytanı temsil eder olur. Özellikle yılan ve ejderha bir çok mitte karşımıza çıkar. Ataerkil savaşçı yılanı ya da ejderhayı öldürerek kahramanlaşır.
Yılanlar
Antik Yunan mitolojisinde tecavüze uğradığı halde cezalandırılan ve her saç teli bir yılana dönüştürülen; kendisine bakanları taşa dönüştüren Medusa’yı Perseus öldürür; Hesperidler Bahçesinde ağaçların etrafında kıvrılan ve altın elmaları koruyan Ladon’u Herakles öldürür; Python’u Apollon; İbrani mitolojisindeki Leviyatan’ı Aziz Geoerge; Mezopotamya’daki Tiamat’ı Marduk; İlluyanka’yı Fırtına Tanrısı Teşup; Hint mitolojisinde Vritra’yı İndra; İskandinav mitolojisinde Jörmüngand’ı Thor öldürür…
Türk, Kürt ve İran mitolojisine konu olan Şahmeran da sevdiği adam Camşab tarafından ihanete uğrayarak öldürülür. Bunların dışında Kelt mitolojinde Dünya Ağacı’nın köklerini kemiren Nidhogg ve Zeus ile birlikteliğinden dolayı cezalandırılan ve çocuk yiyen bir canavara dönüşen yarı kadın yarı yılan formundaki Lamia, yılan saçlı Gorgonlar gibi yılanlara dair birçok mit vardır.
Lilith
Yılanla ilgili en çok bilinen mit ise Lilith mitidir. Olasılıkla Lilith anaerkil dönemde bir tanrıçadır ve güçlü bir figür olduğu için tamamen yok edilemeyip ataerkillikle birlikte olumsuzlanmıştır. Havva’yı baştan çıkaran yılanla bir anılır. Havva’ya yasak elmayı sunan yılandır. Yılandan yasak elmayı alıp yedirdiği içindir ki Havva suçludur.
Ne kadar itaatkar olursa olsun suçludur ve tanrı tarafından “acılar içinde çocuk doğurmak”la cezalandırılır. Havva tarafından kandırılarak yasak elma yedirilen Adem’in cezası ise “eve ekmek getirmek!”tir. Meryem de çoğu ikonografide yılanın başına ayağı ile basarken görülür. Yılan burada kadının şehvet duygularını temsil eder. Verilen mesaj ise kadının bu duygularını öldürmesi gerektiğidir.
Dişil mitoloji vaktidir
Sonuç olarak ataerkil ideolojinin Ana Tanrıça Kültü’ne değin tüm imajları ters bir okumayla yeniden yorumlaması gibi feminist gözlüklerle yeni bir okuma yapılarak; kemikleşmiş değerler ters-yüz edilerek karşı-mitoloji oluşturulabilir. Bu karşı okumalar ışığında yeni, dişil gelenekler icat edilebilir; yeni bir değerler sistemi oluşturulabilir.
Bir varmış bir yokmuş diye başlar masallar. Kadının adı da bir varmış sonra bir yokmuş ama tekrar var olmalıdır. Bunun için eril zihniyeti temsil eden bu mitlerin sarsılıp yok edilmesi gerekir. “Kahramanlık çağı” diye nitelendirilen ataerkil mitoloji yerini artık “bilgelik ve barış çağı” diye nitelendirilen dişil mitolojiye bırakmalıdır.
Mitolojisini ataerkine çaldıran kadın kendini geceye mahkum eden ataerkinin elinden gündüzü tekrar alıp yeni bir şafağa, yeni bir sabaha uyanmalı, hayat verici dişil bilgelikle birlik ve bütünlüğü sağlayarak kendini yeniden var etmelidir.
(AK/NÖ)