Evlenme arifesindeyken kara çarşaflı bir kadın gelip, kapı aralığında Feride'yle konuşur. Kamran'ın karısı olduğunu ve çocuklarının olacağını söyler ve gider.
Feride bunu hiç sorgulayıp, araştırmadan öğretmen olmak için başvuru yapar. Gittiği ücra köylerde ilgi odağı olur. Erkeklerle baş etmekte zorlanır. Onu bir yaşlıca adam nikahına alır, ama birliktelik yaşamazlar.
Daima koruyup kollayan yaşlıca zat: olması vaat edilen koruyucu erkek olarak zihnimize yerleşir. Ama bu adamla hiç rastlaşamayız. Çünkü bu adam da yolda rastlanandır, o da bir ayrıksı kişiliktir sanki. İş ve evlilik vaatleriyle yaşlıca adamlara kanmaya, alınıp satılmaya bu nedenle mi hazırdı bu ülkenin kadınları bilemiyorum. Baba arayışı içselleştirilmişti. Ve babadan miras sadece mal mülk değil, bu teslimiyetti sanki.
Feride'nin sevdiği Kamran'la evliliğine engel olan kapkara bir gölgeydi. Kapı aralığından süzülerek halini arz etmesi yetmişti. Evet kara çarşaflı bu kadın, her daim mazlumdu, mahirdi ve her şeyi onun için fedaya hazır olmalıydık. Sorgulamadık hiç.
Çalıkuşu Feride'nin etkisiyle kadınlar ordusu vatanın sath-ı mailine yayıldılar. Koruyucu, iğdiş edilmiş hamiyi de bulamadıklarından evlenmemeyi tercih eden, cumhuriyet kızları olarak yapayalnız kaldılar. Namuslu yalnızlıkları övüldü. Ama her itirazları eksikliklerine yorumlandı, kuruydu kızlıkları bile. Yeni bir devlet-cumhuriyet kurulurken.
Cumhuriyet kadınının kullanım kılavuzu: Çalıkuşu
Aşk hüsranıydı Feride'yi çalışma hayatına fırlatan. Kapı aralığındaki mağdur kara çarşaflı kadın kocalı olmalıydı.
Çalışan kadının kocalı olması zihinde imkansıza denk düşüyordu. Salıncak sallanarak edinilen sevgi sarmaşığı bahçede bırakılan ama eve barka bürünemeyen bir orgazm pratiği olarak reddediliyordu, güya kara çarşafın büyüsüne atfen.
Kamran sorgusuz sualsiz terk edilip asıl sahibine verilecek, Anadolu yollarında eğitim seferberliği kurgulanacaktı. Her iki kadının da seçme ve seçilme hakkı vardı elbet. İkisini eşitleyen buydu!
Gittiği şehirde Feride'ye takılan adlar gülpembeşeker gibi yiyeceğe salya sümük akıtmanın habercisiydi. Asla yeni bir şey vaat etmiyordu bu seferberlik Feride'ye. Çaktırmadan paranoyak bir plandı sanki yürürlüğe konan. "Vurun kahpeye" ve "Çalıkuşu" romanlarındaki kadın tipolojileri "seç beğen al" kadın figürleriydi. Ama erkek figürü mükemmeldi ve aynen devamlılıkta serbest bırakılmıştı. İğdiş edilmiş yaşlı babayaniden nikah umulacaktı, lütfederse.
Her daim hazır, diz çöküp oturan...
Her daim hazır, diz çöküp oturan... Hamarat-okur-yazar-fedakar... Bir motivasyon harikasıydı Feride. Alternatifi yoktu.
Hayranlık; cismen büyük ataya ve babaya şükranla süsleniyor; namusla sunuluyordu orta yere. Babanın izniyle okuyabilmek övülürken, yapayalnız hayatın sanığı aranmıyordu bile. Feride, sağlığıyla küstü.
Ne kadar çok tanıyordum bu çalıkuşlarından. Hepsi de son demlerinde problemli, "evde kalmış", boşanmış hatta daha sonra da hatim kitaplarında kokana diye etiketlenip, ne kadar çile çekmişlerdi. Kocasız kalmak eksikleriydi, buna kendileri bile inanmıştı. Ve uzun yılların sonunda raftaki tozlanmış kitapların böceklenmiş sayfa aralarına çekildiler.
Lisede çamaşır günü diye bağırarak gülen evlere koşan oğlanların, sınıftaki kızları eğittikleri o kadar belliydi ki. Ve Çalıkuşu'nda bu oğlanların ideal davranışlarına dair hiçbir örnek, ima dahi yoktu. 31 çekmeyi katılarak anlatırlar ve zevzek bir hocanın ağızdaki mikrobun nasıl anüse bulaştığını anlatmasına gülmekten yerlere yatarlardı. Sınıftaki kızlar utanmaları gerektiğini bilirlerdi, bu onların suçuydu.
Ve yolda yürürken yanında duran bir otomobilden, "Senin en çok neyi istediğini biliyorum" diye seslenilince niye o kadar ağlamış ve utanmıştı arkadaşımız ve biz de ona katılmıştık?
Çalıkuşu da gülpembeşeker diye seslenilince ağlamamış mıydı? Pekala hepimizde de hangi alt yapı varolan isteği inkar etmiyor ama utanmayı nesilden nesile bağır çağır aktarıyordu. Doğuştan taşıdığımız isteklerimiz Reşat Nuri'nin kaleminden kahraman evlatların diline yansıyor, bağırıyorlardı her daim. Onları durduramazdık ama kendimizi inkar edebilirdik. Diz üstü oturup, bunun ötesinde isteklerimize gem vurmalıydık. Nereye kadar? Aile olma mertebesine ulaşıncaya kadar.
Evlenerek cevabını alacaktı bedenimiz ve hak etmeliydik bu lutfu. Koruyacak adam diye çabalarken neydi ters giden? Koruyucu değil suçlayıcıydı erkek kardeşler, bakımımıza muhtaçtılar üstelik.
Ama okuyan, anlayan ve muhakeme eden kadının zihni gelişiyordu. Ve serde gençlik vardı. Etrafımızda aşıklar dolaşıyor ama baskı da artıyordu.
Çalıkuşu artık rehberlik edemiyordu, uzaklardan tavsiye gerekiyordu.
Simone de Beauvoir'la Çalıkuşu arasında gelip giden bir iç dünya
Simone de Beauvoir'ci bir yeni nesil yetişti. Onlar zincirlerini zorlayıp yıldızlara öykündüler. Yıldızlar yoldaşlarındı. Ayak altını, ortalığı toplamaksa kadınların. Çünkü Çalıkuşu her yerdeydi. Kanunlar da mihenk taşıydı. Yaşlı adama razı olmalıydık nikahın kerameti için.
Gerdekte, işkencede, sorguda, terfide, sürgünde, gözaltında, hapiste, ev içinde, doğumhanede Çalıkuşu olamamak hep sorgulandı. Doğurmak bir ayıbın ifşasıydı.
Doğumhanede haykırıyordu ebe: Bağırma, zevk alırken iyiydi değil mi? Sus!
Cumhuriyetin var oluşunun ve bu gün iflas etmiş bir paradigma vasfından öteye gidemeyişinin sebebi, hayata vurduğu gem ve pranga mıydı?
Kadınlar üzerinden yürütülen ve geri sarılarak toparlanması mümkün olmayan bir örümcek ağıydı elde olan.
Köleyle köleciden ibaret aileyi, iyi ve güzele adapte etmek: bugünün projesi.
Yönetim kademelerinin ve karar organlarının tümü yeniçeri ocağı misali kadınsız, bedeninden bağımsız, sorumsuz gizil ilişkili semazenler ya da çok karılı seferberlik hizmetlileriyle var ediliyordu.
Yeniçeri ocağı bu kez dağıldığında, orta- sol- sağ- semai ve yerin yedi kat altı asla kabul etmeyecek hiç birini. Hayatta karşılığı olmayan bu kalabalık öylesine sıkışmış ki; döl tuttum demek için hela bekçisinin spermine, hiyerarşik sıraya dizilmek için kardeşini, kızını katletmeye, düşünmeden her şeye eyvallah etmeye fit olmuş.
Üç tane kahramanlık lakırdısına ortalığı velveleye verip karısının koynunu akıl hastanesine, evini işkencehaneye çevirmiş. Ve artık hiçbir şeyin ayırtına varamıyor. "Bul yapın" makasla doğranmış döküntüsü elinde kalan.
Kurallar sorgulandıkça yerine yenileri konamıyor
Kadınlarını ezdiren, insandan saymayıp özüne ihanete zorlayan bir edebiyat- felsefe ve de tarih kendi doğrusunu arıyor. Aile tüm bu kör dövüşünün her gece üretildiği bir kurum. Yasalar değişse de Çalıkuşu her daim ölçümüz.
Son yıllarda sokağa yayılan kadınlar feryat ediyor. Vahiyler yeniden indirilip, kaleme alınırken doz azaltılıyor. Çalıkuşunun kenara çekilip yol verdiği dindar kadın da çıkınca sokağa artık ayar hiç tutmuyor. Dert örtüde değil oysa.
İnancın hayatla bağının; özgürlükten yana kurgulanması, dumura uğratıyor elin oğlunu.
Saçma sapan kurallar sorgulandıkça yerine yenileri konamıyor. Kırmızı boyalı bekaret dolanıyor damadın ayağına. Gerdanında takılarıyla yeni nesil kadınlar erkeklerle evlilikte buluşamıyor. Müebbedin güçlü eli yeniyor pokerde şerefle namusu. Tecavüzcü damat ailenin tatmininden el etek çektiriliyor. Kayınçoyu dul gelin reddediyor, ailenin kimyası değişiyor, çiçek bürüyor ortalığı.
Köyler ve Şehirler namus adına ölülerini ortada bırakıp, adlarının kötüye çıkmasına çare arıyor. Ve cahil cühelaymış gibi 35 yıl dayakçılık yapan profesör akılları karıştırıyor. Politik performansı nedeniyle çok karılı milletin vekili alaşağı edilirken: profesör öğretimi sürdürüyor yorgunluğuna aldırmadan.
Milletin vekili ile sınırlı kalıyor yasal takiple yaptırım.
Malın mülkün yarısına, yaşama hakkına, taciz ve tecavüze, suçun tarifine müdahale ile statünün yasal sınırına geldik, dayandık.
Kopenhag ölçeğinde mutsuzuz. Bizim için artık yeni yollar ve hedefler lazım.
Yani statükoyu, aileyi hele de mülkiyeti boş verip, seyran ederken bağıra çağıra türkü çağırmak ne güzel olur değil mi? Aynı kargalar, kırlangıçlar, ispinozlar, ayılar, çakallar, yılanlar, cırcır böcekleri ve de kurtlar gibi. Baharda; iğde çiçeği koklamak ta mümkün yaslanıp sevdiğine.(AH/AD)