Cem Karaca ve Dervişan’ın bıraktığı yerden, gönülden söylenebilir: Yoksulluk Kader Olamaz.
Jose Antonio Abreu[1], Venezuela’da buna benzer şiarlarla yola çıktı. Rahibe Teresa’nın bıraktığı yerden şöyle tekrarladı: Yoksulluğun en vahim ve üzücü yanı, yiyecek ekmeğinizin veya başınızı sokacak bir evinizin olmaması değildir. Bir ‘hiç’ olduğunuz hissidir. Hiç kimse olduğunuzu düşünmenizdir. Kimliksizliktir, toplumsal güven eksikliğidir.[2]
El Sistema, tam adıyla Müzik Aracılığıyla Sosyal Hareket, bu meramla Abreu tarafından 1975’te kuruldu. Yoksulluğun derinleştiği, suç oranının yüksek olduğu mahallelerde yaşayan, risk grubundaki çocuklar El Sistema’nın hedef kitlesiydi. Hareketin amaçları çocuklardaki hiç olma hissini yok etmek, onlara sosyal bir alan yaratmak ve toplumsal bir dönüşüme öncülük etmekti.
Jose Antonio Abreu “Zayıfların, çocukların, hastaların, savunmasızların, haklılığını kanıtlamak için çırpınanların elindedir sanat” diyor. El Sistema’nın hedef kitlesinin “dezavantajlı” kesimler olduğunu, yalnızca bunu bilerek bile söyleyebiliriz. Yoksulluğun, esasen onun hissiyatının kader olmaması, El Sistema için müzikle mümkünleştirilebilirdi. Müzikle varolan birlikteliğin, buluşulan ortak paydanın, tamamlanabilirliğin mümkün kıldığı bir yazgı bozuculuk… Bu yazgı bozuculuk, dünyanın en iyi orkestralarından biri olan Simon Bolivar Senfoni/Gençlik Orkestrası’nı doğurdu.
El Sistema, çocuklara karşılık talep etmeden müzik eğitimi sunuyor. Venezuela’da, risk grubunda bulunan[3] çocuklarla başlayan bu proje bağış sistemiyle ve devlet desteğiyle[4], katılımın da azımsanamayacak ölçüde büyümesiyle gelişiyor. Elbette tüm bunlardan önce varlığını derin bir inanca borçlu olduğunu söylemek hiç zor değil.
“Bugün, şunu söyleyebiliriz: Latin Amerika’da sanat, elitlerin tekelinden çıktı ve sosyal bir hak oldu,” diyen Abreu, müziğin sınıfsal sınırlarını yıkıyor. El Sistema’nın birey, aile ve toplum olmak üzere üç ölçekte değişime yol açtığını söylüyor: Bireydeki hiçlik hissini yok etmek; ailenin çocuğa olan inançsız, umutsuz tutumunu değiştirmek; toplumdaki, yoksulluğu ve yoksulluğun getirdiği eksilere yönelik kabullenmişlikle mücadele etmek. Tüm bunlar, El Sistema için müzikal başarıdan daha öncelikli.
Gustavo Dudamel’in[5] belirttiği gibi, El Sistema müzik okulu olmaktan öte bir işleve sahip. El Sistema’daki tüm koroları idare eden Loudes Sanchez ise çocukların müziği iyi icra etmesinden daha önemli ve kalıcı olanın, sosyal açıdan gelişmeleri olduğunu vurguluyor.[6]
Rafael Elster’in söyledikleriyse hem sosyal alana hem de müziğin varlığına dair noktaları daha da netleştiriyor: “El Sistema’yı müziğin ötesinde bir sosyal yardım projesi olarak görmemiz gerekir. Sosyal yardım, yiyecek-giyecek türünden olabileceği gibi bir düşünce ve ruhsal yapı değişimi olarak da düşünülebilir. Belki başka şekillerde, mesela spor alanında da düşünülebilirdi bu proje ama biliyoruz ki sporda hep kaybeden vardır. Biz kaybetme düşüncesini silmek istiyoruz. Birlikte müzik yapıldığı zaman herkes kazanıyor çünkü.”[7]
Evet, “herkes” kazanıyor. El Sistema yoksullukla mücadele ettiği kadar engelsiz bir dünya yaratma çabasıyla ve “mahpushanelere güneş doğmuyor” dememize müsaade etmeyen bir kapsayıcılıkla varlığına devam ediyor.
El Sistema’nın eğitim birimleri olan ve yüzlerce çocuğa hizmet veren nucleo’lar, farklı bölgelerde bulunuyor. Bulundukları bölgelerin kültürel yapısına göre şekilleniyorlar; çünkü kültürel farklılıkları gözetmek de El Sistema’da önemli olan bir başka konu. Katı bir gereklilik listesi, kurallar bütünü bu yüzden yok. Yalnızca disiplin olduğunu ve bunun da şekillendiğini söylüyorlar. Şimdi, El Sistema’da büyüyen çocukları, Simon Bolivar Senfoni Orkestrası’nda görebilmek, dinleyebilmek mümkün. Velhasıl, başka bir dünya mümkün! El Sistema’dan haberdar olmak, bu mümküne tutunmak, bu mümkünü umut etmek için yüreğimize ünlemli cümleler bırakıyor.
“El Sistema’nın mottosu: Çal, Söyle ve Mücadele Et!” Gustavo Dudamel[8]
Hayta
Hayta, Atinalı yazar Angeliki Darlasi’nin, El Sistema ve Simon Bolivar Senfoni Orkestrası müzisyenlerinin hayat hikayelerinden yola çıkarak yazdığı bir çocuk kitabı. Iris Samartzi’nin resimleriyle zihnimizdeki sahneleri biçimlendiren Hayta, ilk kez To Paliopaido adıyla 2014’te yayınlanıyor. Yunanistan Çocuk Yayınları Derneği 2015 Ödülü’ne ve Uluslararası Çocuk Kitapları Kurulu Onur Listesi Adayı olmaya layık görülüyor. Seda Kostik’in Türkçeye çevirmesi ve Kuraldışı Yayıncılık’ın da bizlere sunması uzun sürmüyor.
“Daha iyi bir dünyanın hayalini kuranlara ve hiç değilse daha iyi bir yer olması için çabalayanlara” ithafıyla başlayan kitap, kimsenin kendi adıyla seslenmediği bir çocuğun, Hayta’nın hikayesini anlatıyor. “Elbette her çocuk gibi onun da bir adı vardı. Tuhaf olanı, kimse adını bilmiyor gibiydi; bir zamanlar bilenler de artık unutmuşlardı. Herkes ona ‘Hayta’ diyordu,” diyor Darlasi. El Sistema’nın mücadele ettiği hiç olma duygusuna ve kimliksizleştirmeye, unutulmuş bir isim ve o ismin yerine getirilmiş bir lakapla işaret ediyor.
Çocukken herkesin büyümeye duyduğu heves, -hiç kimselik hissini de yeniden vurgulayarak- “birisi olma” mefhumuyla açıklanıyor. Ve bu da kitapta bir palto metaforuyla okura sunuluyor. Yoksulluğun getirdiği koşullarda devredilen eşyalara, büyük gelen giysilere dair de paltoyla anlatılan bir gerçek mevcut. Tabii bu gerçek, –günümüzde olduğu gibi- görünürlüğünü yitirmiş olan yoksulluğa içkin değil; çoğunluğun görüş alanına girmeyen ve görünür olan yoksulluğa içkin. Hayta’nın bir paltosu var, annesininse paltoya dair bir ümidi bulunuyor. Oğlu büyüyüp paltonun içini tamamıyla doldurduğunda “birisi olma” vaktinin geldiğini anlayacak. Bu ümit, Hayta’nın bir çeteye katılıp kendine yeni bir palto olmasıyla kırılıyor fakat uzun sürmüyor bu kırıklık. Bir hırsızlık sırasında Abreu’ya denk geliyor, Abreu kemanıyla tanıştırıyor Hayta’yı. Bir teklifi var, koşulu da hazır. Hayta, Abreu’nun verdiği adrese (atölye olarak kullanılan bir garaja) elindeki silahı getirecek ve keman onun olacak, aynı zamanda keman çalmayı öğrenebilecek.
Tahmin edebileceğimiz gibi gelişiyor olaylar. Hayta, silahı Abreu’ya veriyor ve orkestranın bir üyesi oluyor. Eski paltosuna geri dönüyor, adına geri dönüyor. Annesiyse “birisi olma” vaktinin geldiğini görüyor; çünkü palto Feliks’in üzerine artık tam oluyor. Adını hatırlayan herkes, Feliks kemanını çalarken usulca onu dinlemeye başlıyor. Umutlu son: yoksulluk kader olamaz. Çünkü Abreu şöyle söylüyor: “Çocuk müzik aletini eline alır almaz artık yoksul değildir. Keman çalan bir çocuk yoksul olamaz!” Elbette bunu söylerken kastettiği maddi bir yoksulluk değil. Buna, Novalis’ten hareketle “…çünkü ruhumuz yokluk çekti,” diyerek yaklaşmak daha uygun olur.[9]
Yoksulluğun vahim olan tarafıyla anlatılmak istenen de budur. Ruha sirayet eden, ruhun çektiği bir yokluk, yoksulluğun şıracısıdır. Neşet Ertaş’ın deyimiyle “yoksuzluk” dahi olabilir meselenin bu kısmı.
Ahmed Arif, Vay Kurban şiirinde umudu dizelemiştir:
Gün ola, devran döne, umut yetişe,
Dağlarının, dağlarının ardında,
Değil öyle yoksulluklar, hasretler,
Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır,
Bir tek zeytin dalı bile yalnız…
Devranı döndüren, umudu yetiştiren El Sistema’ya; dargın kalmayan birer başak tanesi ve yalnız kalmayan birer zeytin dalı olarak Felikslere selamla…(HA/YY)
Dipnotlar:
[1] Ekonomist, politikacı, piyanist, eğitimci.
[2] Abreu’nun Müziğin Dönüştürdüğü Çocuklar Üzerine adlı TED konuşmasından alınmıştır.
[3] Psikoloji literatüründe “risk grubu” olarak geçen durum, kişinin, kendisine ve çevresine zarar verebilir vaziyetlerde olma veya o vaziyetlere yakın bulunma durumunu ifade eder. Bu yüzden kişinin “önleyici faktörler”e ihtiyacı olduğundan bahsedilir. El Sistema’ya psikoloji literatürüyle yaklaşırsak önleyici faktörlerin birçoğunu bünyesinde barındırdığını söyleyebiliriz.
[4] Kurulduktan dört yıl sonra devlet desteği geliyor. Hugo Chavez döneminde oldukça önemsendiğini, Chavez ve Abreu arasında görüşmeler gerçekleştiğini eklemek gerekir.
[5] Yıllar önce El Sistema’nın Barquisimeto’daki çocuk orkestrasına katılan ve şimdilerde parmakla gösterilen orkestra şefi.
[6] Sanchez, L. (2011, Ağustos). Bu Bir Takım Çalışması. Andante. (F. Erçin, Röportajı Yapan)
[7] Elster, R. (2011, Ağustos). Her Ülke Kendi Sistem ve Yöntemini Bulmalı. Andante. (F. Erçin, Röportajı Yapan).
[8] Sergio Joselovsky’nin El Sistema hakkında çektiği kısa filmler serisinin bir bölümünde bulunan röportajdan alınmıştır.
[9] Novalis. (2006). Geceye Övgüler. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.
*Bu yazı Mesele kitap dergisinin Eylül 2016 sayısında yayımlandı.
Bu ay arka kapağını “Tutuklu gazetecilere özgürlük” başlığıyla Aslı Erdoğan ve Özgür Gündem’e ayıran Mesele kitap dergisinin 117’nci sayısı, bir önceki sayıda konu ettiği 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından ilan edilen OHAL ile birlikte rutinleşen Kanun Hükmünde Kararname rejimini ele almaya devam ediyor.
Derginin bu sayısında ayrıca Görkem Doğan’ın “Üniversitelerde kadrolaşma ve tasfiyenin ibretli öyküsü”, Candan Yıldız’ın “Değersiz yalnızlık”, Cansu Karagül’ün “Öteki olarak ölmek, öteki olarak yaşamak”, Gün Zileli’nin “İslami faşizmin bugünkü iki temeli”, Selin Nakıpoğlu’nun “Cinsel saldırganlık güç ve iktidar ile ilgilidir”, Vesile Çetin Kazak’ın “Cinsel saldırı suçunun altındaki yapılanma ve çözüm önerileri”, İrfan Özdabak’ın çevirisiyle Peter Korzun’un “Türkiye Çıkma yolunda: Kalması için bir nedeni yok”, Pepe Escobar’ın “Rusya-İran stratejik ezber bozucu” başlıklı makaleleri gibi birçok yazı yer alıyor.