Kamuoyunda "Derviş'in Raporu" olarak adlandırılan metin, yukarıda alıntıladığımız cümleler ile başlıyor. Sayın Kemal Derviş ve Yusuf Işık, sosyal demokrasinin "Marks'ın damgasını vurduğu sol akımdan" doğduğunu belirterek, değişime uğrasa da evrensel sosyalist düşünce tarzının sosyal demokrasi için önemine vurgu yaparak başlıyorlar raporlarına.
Bu saptamada kanımızca eksik olan yan, sosyal demokrasinin geçirdiği evrimler ve köklü değişmelerin ne olduğu sorusunun sorulmamasıdır. Biz bu yazımızda geniş tahliller yapmayı bir kenara bırakıp bizzat metnin bazı nirengi noktalarını irdeleyerek bu köklü değişimin ne yönde olduğunu tartışacağız.
Eğitimin amacı
Rapor kendi ifadesi ile "dünyada da çağdaş sosyal demokrat politikaların en kritik faktörlerinden birini oluşturan eğitim alanının öncelikleri arasında ilk sırayı eğitimin 21. yüzyılın dünya ile rekabet ve uluslar arası işgücü piyasasında yer alabilmek için gerekli donamımı sağlamak" ve "bu bağlamda genelde diploma-meslek farkının ortaya konması ve uluslar arası sertifikasyonun geçerli hale getirilme" olarak tanımlanıyor.
Kanımızca bu noktada solun kendisine sorması gereken soru, eğitimin amacının işgücü piyasalarında yer alabilmek için gereken beceri ve diploma farkını elde etmek mi olup olmadığıdır. Aslında bu sorunun yanıtı 1901'de Francisco Ferrer tarafından verilmiştir: "Hükümetlerin okulları isteme nedeni, eğitim yoluyla toplumun yenilenmesini ummaları değil, sanayi şirketlerini ve buralara yatırdıkları sermayeyi karlı hale getirmek için insanlara, işçilere ve mükemmel emek araçlarına duydukları ihtiyaçtır." (1)
Sorunun yanıtı bu kadar açıksa, sol düşünce bu konuda hükümetlerin isteğine göre mi hizaya gelecektir, yoksa eğitimi bir özgürlükler projesi olarak mı algılayacaktır?
Sol düşünce bu konuda eğitim ile kazanılan bilgilerin "haklı karşılığı" olarak insanlar arasında sosyal, ekonomik, psikolojik, sosyolojik bir statü farkının varlığını doğal mı sayacaktır, yoksa insanların farklılıkları bünyelerinde taşıyarak tümünün eşit ve özgür olması gerektiğini mi haykıracaktır? Ve sol düşünce "emek"i rekabet dünyasında işgücü piyasalarına eklemleme olarak mı algılayacaktır, yoksa "çalışarak özgürleşeceksiniz" ibaresinin Nazi toplama kamplarının giriş kapısını süslediğini hatırlayarak emeğin eleştirisini mi yapacaktır?
Kafa ve kol emeğinin birbirinden ayrıştırıldığı rekabet dünyasında işçinin iradesinin yol sayıldığını görerek, "Emek en yüce değer değildir" diyen ve bizlere mimar ile arı arasında farkı anlatan Marks'ı mı hatırlayacaktır?
Rapordan anladığımız kadarıyla, sayın Derviş ve Işık bu tercihlerden ilk kısmını seçmektedirler. Onların vurgusuyla ifade edecek olursak sosyal demokrasinin geçirdiği "köklü değişim" buysa bu akımı "sol" olarak tanımlamak ciddi kusur sayılmaz mı?
Sağlık ve "çağdaş" sosyal demokrasi
Raporun sağlık bölümü "Sağlık, özellikle de çocukların sağlık durumu Türkiye açısından son derece kritik, öncelikli konular arasında yer almaktadır" ibaresi ile başlıyor ki, her bir sözüne katılıyoruz. Ancak soldan yana bir ses olarak şu cümleler ile devam ediyor rapor:
* Kamunun belirli bir zorunlu düzeydeki sağlık hizmetlerinden tüm nüfusun yararlanmasını sağlayacak etkin, verimli bir sistem oluşturması ve bu sisteme dahil olmak için gerekli primi ödeyemeyecek kadar yoksul olanların primlerinin kamu tarafından karşılanması.
* Özel sektörün hizmet sunumunda rekabetçi bir biçimde yer alması ve isteyenlerin kamu sistemine ek olarak yararlanacağı tamamlayıcı özel sağlık sigortalarının regüle gedilmesi.
Her iki cümle de yeni ya da bilinmedik değil, hatta bu işin içerisinde olanlar için oldukça tanıdık. Her iki öneri de Dünya Bankası ve Uluslar arası Para Fonu'nun (IMF) gelişmekte olan ülkeler için ifade ettiği önerilerin tıpkısının aynısı. Biz de bu sayede bir kez daha anlıyoruz, sosyal demokrasinin zaman içerisinde geçirdiği "köklü değişim"i.
Oysa ki, insan solun sesi olarak söz söyleyenlerden en azından İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ya da Alma Ata bildirgelerini duymak istiyor. Biz yine de unutanlar için hatırlatalım:
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Madde 25;
* Herkes kendisi ve ailesinin yiyecek, giyim, konut ve sağlık bakımı ile gerekli sosyal hizmetler dahil, sağlık ve iyilik durumu için yeterli yaşam standardı hakkına ve işsizlik, hastalık, iş göremezlik, boşanma, yaşlanma ve çevresinde kendi kontrolü dışında oluşacak geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Anayasası;
* Irk, din, politik inanç, ekonomik ve sosyal durum farkı gözetilmeksizin herkesin ulaşılabilecek en yüksek düzey sağlık düzeyine ulaşması temel haklarından birisidir.
DSÖ Alma Ata Bildirgesi Madde 1;
* Sağlık durumunun düzelmesi toplumsal ve ekonomik yönden kalkınmaya balğıdır. Hükümetler kırsal ve kentsel kalkınma programlarını dengeli bir biçimde düzenlemeli, temel sağlık hizmetlerini geliştirip geliştirecek planları da kalkınma planları içine almalıdırlar.
Halbuki sayın Derviş ve Işık sadece "belirli zorunlu düzeydeki sağlık hizmetlerini" kamunun güvencesinde saymakta, bu zorunlu hizmetlerden yararlanmayı dahi "prim" adını verdikleri bir bedele bağlamakta ve büyük bir lütufta bulunarak "çağdaş" sosyal demokrasinin gereği olarak bu primi ödeyemeyecek yoksullara yardım ellerini uzatmaktalar.
"Belirli zorunlu düzeydeki sağlık hizmetleri"nin dışında sayılan hizmetler ise, -örneğin doğum hizmeti bugün özel sağlık sigortaları tarafından kapsam dışı bırakılmaktadır- tamamen ücrete tabi olmaktadır.
Öyle ya "doğum" gibi bireysel haz ilişkisinin bir sonucu olan durum neden kamunun sorumluluğunda tanımlanmalıdır ki? Günümüzün "çağdaş" sosyal demokratları yurttaşlara kamu güvencesinde tanımladıkları sağlık sistemi hizmetlerine ulaşmanın uygun adresini de göstermektedirler: "Rekabetçi özel sektör."
"Çağdaş" sosyal demokratlara göre, yurttaşlar sağlık sorunları için hem vergi vermek, hem "belirli zorunlu sağlık hizmetleri" için prim ödemek ve hem de tamamlayıcı sağlık hizmet alımı için özel sağlık sigortası yaptırmak zorundalar.
"Çağdaş" sosyal demokrasinin, sağlık hizmetinin tümünü kamunun ödevi olarak tanımlayan ve yurttaşlarının tümünün bu hizmetlere nitelikli ve bedelsiz ulaşması gerektiğini ifade eden sol düşünceden ne yönde değişime uğradığı kanımızca açıklıkla anlaşılmaktadır.
Tüm bu yaklaşımdan sonra Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) "sol"u neden aradığını (2) anladınız mı? Ben de kapitalist olsam, böyle solu mumla ararım.
Biz yine de umutluyuz "köklü değişim"e uğramış sosyal demokrasinin bir kez daha "köklü değişim"e uğrayabileceğinden ve o nedenledir ki hatırlatmak isteriz; UNICEF raporuna göre, Türkiye sağlıkta dünyanın en zayıf 20 ülkesi arasındadır. On üzerinden yapılan puanlamada 0.5 puan alan Türkiye, ancak Irak, Liberya, Nabibya ve Botsvana'yı geçebilmiştir.
Onlarca yıldır bu ülkede "Derviş'in Raporu"nda ifade edilen önerilerin tamamı liberal partiler tarafından zaten uygulanmaktadır. Ulaşılan hedef ortadadır. Hal böyle iken, "alternatif" politika adı altında bir de "çağdaş" sosyal demokratları çekebilecek halimiz kalmamıştır.
Bilginize sunulur. (BB)
* Osman Elbek, Tıp Doktoru
(1) -akt-: Joel Spring, -çev-: Ayşen Emekçi, "Özgür Eğitim", Sayfa 19.
(2) TÜSİAD "sol"u arıyor; 02/04/2004, Sesonline, İstanbul