Büyüme hedefi, IMF'ye verilen niyet mektubunda 2002 için yüzde 3, izleyen iki yılın her biri için de yüzde 5. Bu büyüme hedefleri, hemen belirtelim ki, aman aman büyük hedefler değil. 2001'de yüzde 10'a yakın küçülmüş ekonomiyi 2002'de yüzde 3 büyütmek , uğranılan küçülmeyi, yoksullaşmayı telafiye hiç yetmiyor.
Sayılarla ifade edelim: 1998 fiyatlarıyla 2000'in milli geliri 53.3 katrilyon TL idi. 2001'deki küçülme yüzde 10'u buldu ise, sabit fiyatlarla, milli gelir 48 katrilyon TL'ye düştü. Eğer 2002'de, hedeflendiği gibi yüzde 3 büyüme yaşanırsa milli gelir , (1998 fiyatlarıyla) yaklaşık 50 katrilyon TL'ye çıkmış olacak. Bu rakamı, 2000'in milli geliri ile karşılaştırırsak, hala 3.3 katrilyon TL gerideyiz demektir.
200 yılı çizgisine dönmek için...
Soruna kişi başına gelir vizöründen baktığımızda, işin içine yıllık nüfus artışları da girdiğinden, yüzde 3 büyümenin yetersizliği daha iyi görünüyor. 2000'de, 1998 fiyatlarıyla, 817 milyon TL olan kişi başına milli gelir 2001'deki dramatik daralma sonucu 738 milyon TL'ye düştü. 2002'de IMF'nin buyurduğu gibi yüzde 3 büyüme olsa dahi, kişi başına gelir ancak 734 milyon TL olacak.
2000'deki kişi başına geliri 100 kabul etsek 2001'de bu sayı 90.3'e düştü. 2002'de yüzde 3 büyüme yaşansa bile en fazla 89 olacak. Demek ki, 2000'deki gelir düzeyine ulaşmak için daha çok yüksek büyüme gerekiyor. Ne kadar büyüme? Tamı tamına yüzde 14 büyüme!.. Oysa yüzde 3 büyüme yaşansa bile Kemal Derviş zil çalıp oynayacak...
Kriz öncesini yakalamak için gerekli büyüme hızı ile IMF'nin izin verdiği büyüme hedefi arasında tam 11 puan fark var. Buradan da Türkiye'nin krizden dolayı uğradığı kaybın telafisinin ne kadar zaman alacağını varın siz düşünün. Tabi ki, bu arada Türkiye' krizdeyken rakipleri büyümesini sürdüler.. . Türkiye kendini toparlayıncaya kadar bakalım onlar nereye varacak?
Yüzde 3 bile...
Yüzde 3'lük büyümenin yetersizliğini böylece özetledikten sonra , gelelim yüzde 3 büyümeye geçememe sıkıntısına, endişesine...Bu endişeleri de haklı gösterecek bir dizi neden var.
Birincisi kamudan gelecek taleple ilgili. IMF programı, "faiz dışı fazla/GSMH" hedefini yüzde 6.5 olarak belirlemiş. Bu, kamuda olağanüstü bir kemer sıkma demek. Demek ki, bu hedefe ulaşmak için kamu kesiminden talep pek fazla olmayacak.
* Geriye özel tüketim harcamaları kalıyor. Orada da hissedilir bir talep kıpırdaması yok. Dampingli satışlar bile ortaya koydu ki, ertelenmiş talepler, tasarrufa çekilmiş birikimler, sanıldığı gibi, fazla değil; ve/veya, hane halkının ağzı krizden öyle yanmış ki, ihtiyatı elden bırakmıyor ve harcamaya henüz yanaşmıyor.
Dış talebe gelince...
Türkiye 2001 yılında birçok sektör, devalüasyon nedeniyle dış taleple ayakta kalabildi. Kur avantajının yardımıyla turizm ve ihracatta önemli gelirler elde edildi. Turizm gelirleri 11 milyar dolar seviyesine ulaşırken, ihracatta 30 milyar dolarlık psikolojik sınır aşıldı ve 31 milyar dolarlık gelire ulaşıldı.
Otomotiv, tekstil gibi ihracat gücü yüksek sektörlerin ayakta kalması, daralmanın daha da vahim boyutlara ulaşmasını engelledi.
Ancak bu yıl için dış talebi ilgilendiren göstergeler pek de olumlu değil. Gelişmiş kapitalist ülkelerde görülen talep gerilemesi, hem ihracat pazarlarının, hem de turizm gelirlerinin düşmesi tehlikesini doğuruyor. Buna Türk Lirası'nda yaşanan değerlenme de eklendiğinde Türkiye dış talepteki en büyük avantajını yitiriyor.
2001 yılında 2 milyar 244 milyon dolar olarak gerçekleşen Ocak ayı ihracatı, bu yılın aynı ayında devalüasyon avantajına rağmen 2 milyar 180 milyon dolara geriledi.
İç pazarda talep yetersizliğinin sürdüğünü düşünenlerin oranı yüzde 59.8, dış pazarda talep yetersizliği olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 11.7.
Ayrıca satış ve hammadde fiyatlarındaki artışın yükseleceği beklentisi sürüyor. DİE anketine katılan sanayicilerin yüzde 42.8'i, Şubat ayında sanayi üretiminde azalış bekliyor. Dolayısıyla hem iç piyasada, hem de dış piyasada talep yetersizliği sürüyor.
* Üretim cephesinden bakıldığında da durum farklı değil. 2001 yılının Aralık ayında yapılan kampanyalara ve KDV indirimine rağmen imalat sanayiinde yüzde 10.9'luk daralma yaşandı. Aynı ay kapasite kullanım oranı, yüzde 74.5'ten yüzde 73.6'ya geriledi. Açıklanan kapasite kullanım rakamları, öncü gösterge niteliğindeki Ocak ayı kapasite kullanım oranının yüzde 74.2'ye çıktığını gösteriyor, ama bu yürekleri serinletmiyor.
DİE'nin aylık imalat sanayi eğilim anketinden çıkan sonuçlar da, sanayi üretiminde çok ciddi bir yükselişe işaret etmiyor. Ankete katılanlar arasında Ocak ayında üretim artışı bekleyenlerin oranı sadece yüzde 33. Sanayicilerin yüzde 36.8'i ise sanayi üretiminde düşüş bekliyor.
* Sanayinin yanında kuraklık nedeniyle tarım ve talep sıkıntısı nedeniyle de ticaret büyümeye olumlu katkı yapamıyor. Mali sektörün durumu ise daha olumsuz.
* Daralmanın sürdüğünü, bankaların kredi hacmindeki daralmadan da görebiliyoruz. Geçen hafta itibarıyla bankaların kredi hacmindeki daralma 681 trilyon lira oldu. Zaten bankaların mevduat yapısı da kredilerde artışa izin vermiyor. Bankaların döviz ağırlıklı olan mevduatları nedeniyle reel sektöre TL kredisi açması zorlaşıyor.
* Reel sektör de döviz kurundaki oynaklık nedeniyle dövizle borçlanmak istemiyor. Mali açıdan desteklenemeyen reel sektör maliyetlerini düşüremediği için talebi de canlandıramıyor. KDV tahsilatı talepteki daralmanın bir başka göstergesi.
* Talebi canlandırmak için bir başka yol ise faizlerin yükseltilmesi ve servet artışı yoluyla harcamaların yükseltilmesi. Ancak buna da hem borçlanma maliyetinin yükselmesi hem de reel sektörün durumu izin vermiyor.
IMF "in" , büyüme "out"...
1998 yılından bugüne IMF ile uygulanan programların yarattığı ortak bir sonuç var: Düşük büyüme. Türkiye 2004'e kadar IMF ile götüreceği bu programda da aynı kadere boyun eğdirildi.
IMF ile Yakın İzleme Anlaşması'nın yapıldığı 1998 yılı da dahil edildiğinde, Türkiye'nin son 4 yılının ekonomik büyüme ortalaması sıfırın altında, yani negatiftir.. 1994 sonrasına bakıldığında ise 8 yılın 4 yılı ekonomik daralma yılları olup, bunun 3 yılının dip noktası (yüksek oranlarda) sıfırın altında yani negatiftir.
Özetle, IMF yönetimi altında Türkiye ekonomisi gerilemiş, büyümeyi unutmuş, bu perspektifini yitirmiştir...
Son 8 yılının yarısı küçülme ile geçen Türkiye'nin ertelenemez acillikte büyümeye ihtiyacı var. Bugün Türkiye toplumu için, görülmedik boyutlardaki işsizliği azaltmak, hanelere giren geliri bir ölçüde artırabilmek, yoksulluğu frenleyebilmek için acil büyüme gerekiyor Türkiye'ye. Hem de en az yıllık yüzde 7-8 oranında büyüme.. Dolayısıyla, her tür gelecek perspektifinde "büyüme" sürecin odağında yer almalı.
Gelin görün ki, toplumun acil beklentileriyle IMF'nin öncelikleri örtüşmüyor. 2004'e kadar dizayn edilen yeni programda da önemli olan büyümeden önce, "istikrar, daha doğrusu öncelikle borçları ödeyebilmek." Büyüme ise IMF'nin öncelikli hedefi değil.
Türkiye bu yıl da büyüme hedefini tutturamayıp daralmayla karşı karşıya kalırsa 2. Dünya Savaşı ve 1979-1980'deki darbe ortamından bu yana ilk kez iki yıl üst üste küçülmüş olacak.
Hatırlatmakta fayda var... Arjantin de, parametrelerde istikrar sağlamasına rağmen, üst üste üç yıl büyümeye geçemedi ve iflasa sürüklendi.(NU)