“…Bir çocuğun rüyasında bazen
Bulunur kaybolmuş bir bilya
Kiraz ağaçları sallanır
Güvercinler uçuşur havada…”
Ataol Behramoğlu - Bir Çocuğun Rüyası İçin Şiir
Basit bir küp şeker… Üzerine düşünülecek pek bir esprisi yok gibi geliyor kulağa ilk başta ama ya bilinçaltımızda? Bir yoklayın hafızanızı, bir gidin şöyle çocukluğunuzun soğuk gün ve gecelerine, bir gözünüzün önüne getirin ananenizin ya da babaannenizin evindeki dantel örtülü fiskos sehpaları ve yalnızca misafir geldiğinde ortaya çıkıp fiskosun üzerine ortalanarak yerleştirilen gizemli kristal küp şekerlikleri ve şeker maşalarını. O fiskos ki, önce örtüler muntazam biçimde serilir sehpaya, örtünün dört bir yandan eşitçe sarktığından emin olunduktan sonra örtüyü milim kaydırmamak için pür dikkat ve nazikçe üzerine konur şekerlik; son hamlede ise şekerlik döndürülerek örtüde bir büzgü oluşturulur. Hatırladınız değil mi? İşte o şekerliklerden bahsediyorum. Çocukluğumuzun kristal şekerlikleri ve lüksün sembolü sandığımız küp şekerler.
Fiyatını hiç bilmezdik ama küp şeker konsolda saklandığı karanlık köşeden gün yüzüne çıktıysa o gün çok zengin zannederdik kendimizi. Toz şeker değil de küp şeker sunduğumuzdan misafirlerimize karşı cömerttik. Her misafir bir şekilde bilir, sezerdi bunu; o evde normalde toz şeker kullanılırken küp şekerin kendisine has çıkarıldığını. Kendisine verilen değerin sembolik tezahürünün o küp şekerler olduğunu. Sınıfsal bir ayrımın izleri en makro objelerden en mikrolara kadar nasıl da işler, nasıl da belli eder kendini derinden derinden. O kristal şekerliklere, yine günlük hayatta kullanılmayan, vitrinin yakışıklıları, kristal çay bardakları eşlik eder. Az kullanılmış pasta tabakları, yeni parlatılmış çatal bıçak takımları ve yine konsolda saklanıp yine yalnızca misafir geldiğinde ortaya çıkan desenli peçeteler de yabana atılmamalı. Yine de neresinden bakılırsa bakılsın, o misafir ağırlamalarında aşırıya kaçan, gösterişe varan bir çaba yoktu; narin, saf, iyi niyetli bir saygıdan geçerdi misafire özgü tüm hazırlıkların ve yiyeceklerin yolu.
Misafirlik, yemek ve mutfak kültürü, sosyolojik olarak kendinden menkul değerleri olan olgular. Misafir ağırlama, yemek ve mutfak kültürü ve bunlara bağlı törenler ve ritüeller coğrafyadan coğrafyaya, toplumdan topluma, sınıftan sınıfa, aileden aileye farklılık gösterir. Bunların her biri habitus* simgesidir. Altlarında kültürel ve sınıfsal yazgılar vardır. Bilincinde olunan alışkanlıklar olmaktan ziyade içselleştirilmiş toplumsallıktır hem habitus hem de küp şekerler. Mümkün olduğunca tüketmeme, tüketimi israfa dönüştürmeme, biriktirme, yarınını düşünüp ayağını yorganına göre uzatma, gizliden gizliye cefa çekme ama yeri geldiğinde de cömertleşme tam da orta sınıflara özgü davranışlardı. Şimdilerde tarih sahnesinde parlayan yeni orta sınıf –kavramsal olarak işlevsel olarak anlaşılır bir kavram olduğu için bu nosyonu kullanmayı tercih ediyorum– olarak o günler bizim için nostaljiden ibaret. Çocukluğun o kekremsi misafirlik ritüelleri yerini hedonistik hazlara, gösterişçi israflara, kim kimi en lüks yiyeceklerle ağırlayacak yarışına bıraktı.
Aradan nereden baksam 20 yıl geçti. Ben 28 yaşına geldim. Evlendim, barklandım. Ananemden önce anneme, sonra da annemden bana geçen alışkanlıklar edindim. Bazı alışkanlıkları olduğu gibi kabullendim, bazılarını değiştirmek için gayret gösterdim. Market market gezip toz şeker ve küp şeker arasında öyle dev uçurumlar olmadığını öğrendim ama işin özünün hep, asgari ücretle geçinmek zorunda olmadığımızdan kaynaklandığını da bildim. Orta sınıftan yeni orta sınıflığa evrilmiştik öyle ya. Bu hayatta kendimizden daha değerli kimse yoktu. Hayata bir kere geliyorduk. Kazandıklarımızı gönlümüzce harcamayıp da ne yapacaktık? O şekerlikler, o desenli peçeteler dolapta mı eskiyecekti? Biterse, eskirse yenileri alınırdı. Koltukların da örtüye ihtiyacı yoktu. O örtülerin kalkması için ille de misafirlerin gelmesine hele hiç gerek yoktu.
İlk koltuk takımını 20’li yaşlarının başında, evlendiğinde alan ve anca 50’li yaşlara gelip çocuklarını evlendirdiğinde kendilerine yeni bir koltuk takımını reva gören annelerimizden daha şanslı olduğumuzu hissetmeye ihtiyacımız var sanırım hepimizin. Yine de mutfak rafımda duran ve her gün hunharca tükettiğim küp şekerleri gördükçe içim burulmuyor değil. Bence o küp şeker çok şey anlatır bizim kuşağa.
Yazıyı bitirmeden… Başta Cumartesi Anneleri olmak üzere tüm annelerin Anneler Günü kutlu olsun. (CK/EA)
*Habitus, Pierre Bourdieu sosyolojisinin anahtar kavramlarının başında gelir. Bourdieu’ye göre habitus, “bir konumun içkin ve bağıntısal özelliklerini bütünleşik bir hayat tarzında, yani insanlar, mekânlar ve pratiklerle ilgili bütünleşik bir tercih dizisini dile getiren can verici ve birleştirici kökendir.” (Pierre Bourdieu, Pratik Nedenler, Hil Yayın)
Vikipedia’ya referansla, en basit tabirle habitus şöyle özetlenebilir: “Toplumsal faillerin algılama, hissetme, düşünme ve davranma şemaları olarak içselleştirdikleri toplumsallık”.