Tarih 21 Haziran 2018, Perşembe günü.
Sabah saat 5’te uyanıp apar topar 7 uçağı ile iki arkadaşımla birlikte Ankara’dan İstanbul’a yola çıktık.
Derdimiz, 12 ayı aşkın bir süredir, telefonunda by-lock var iddiasıyla tutuklu bulunan sevgili arkadaşımız Taner Kılıç’ın da sonradan katıldığı Büyükada davası diye bilinen davanın dördüncü duruşmasına yetişmekti.
Aleyhlerinde akıl almaz bir medya karalama kampanyasının işletildiği, daha henüz yargı önüne çıkmadan medya tarafından yargılanan ve damgalanan 11 hak savunucusunun yargılandığı dava idi yetişmeye çalıştığımız.
Daha önceki duruşmalarda Taner’in dışındaki bütün arkadaşlarımız serbest bırakılmış, adli kontrolleri ise bütünüyle kaldırılmıştı. Ama Taner’i içerde tutmaya devam ettiler.
Duruşmaya giderken, bu sefer Taner’i bırakacaklar dedim kendi kendime. Çünkü dosyaya eklenen yeni resmi bilgiler Taner’in kullanıcısı olmadığını ortaya koyuyordu.
İnsan hakları örgütleri olarak hazırladığımız basın açıklamasını İstanbul’dan ve yurtdışından gelen insan hakları savunucuları ile birlikte okuduktan sonra Çağlayan adliyesine girdik. Duruşma saat 11:00'de başlayacaktı. Öğleden sonraya bırakıldığını öğrendik.
İçim kıpırdadı. Kendi kendime “bu galiba iyiye işaret, tutuklamanın devamına karar verecekse niye duruşmayı daha ileri saatlere alsın” dedim. Yola çıkarken ki umudum biraz daha güçlendi.
Saat üçe doğru başladı duruşma. Daha önceki duruşmalarda salon küçük diye bir kısmımızı içeri almıyorlardı. Bu sefer, bariyeri kaldırarak hepimizi içeri buyur ettiler.
Hiçbirimiz dışarı çıkarılmayalım diye iki kişilik yerlere üç kişi oturduk. Bir kısmımız yine ayakta kaldı. Ama ayakta kalanlar dışarı çıksın demedi Mahkeme heyeti.
Umudum biraz daha arttı. “Demek ki mahkeme hepimizin bir şeye şahit olmasını istedi” diye düşündüm.
Açıkça itiraf edeyim, iyi olanı umut ettim.
Duruşma, ilk olarak bir tanığın dinlenmesiyle başladı. Dinlenemeyen tercümanlardan biriydi tanık.
Tanığın sorgulama sırasında memleketin ulusal bütünlüğüne/güvenliğine karşı konuşmalar yapıldı mı sorusuna verdiği “Hayır, öyle konuşmalar yoktu, olsa ben orada 5 dakika bile kalmazdım” cümlesi, “sanıklardan herhangi bir baskı geldi mi size” sorusuna “hayır gelmedi” cevabı ile nihayet gerçekler ortaya çıkıyor duygusunu yaşadım.
Daha sonra asıl ihbarın sahibi olan ve suçlamaları iddianamenin önemli bir ayağını oluşturan gizli tanık dinlendi. Avukatların bütün sorularına “hatırlamıyorum”, bu soru benim kimliğimi ifşa eder” diyerek, kimliği ile ilgili de olmayan hiçbir soruya cevap vermemesi, ayrıca az sayıda soruya verdiği cevapların polisteki ifadesi ile çelişmesi, bunun karşısında Mahkeme heyetinin avukatların belirttiği “Gizli Tanıklıkla” ilgili hukuk metinlerini ve içtihatını uygulamıyor olması biraz tedirginlik yarattı.
Yine de bütün bu çelişkilerin ortaya konmuş olması artık hakikatin üzerine sıvanan balçığın biraz daha kazındığına dair hissiyatımı arttırdı.
Sonra İzmir’de Şakran kapalı cezaevinde tutulan sevgili Taner’e SEGBİS üzerinden söz verildi. Biraz kilo vermişti arkadaşım. Ama kendi savunmasını yaparken o kadar net, o kadar güçlü, hiçbir ayrıntıyı atlamadan o kadar temiz bir savunma yaptı ki, içimden alkışladım.
Taner’in ardından avukatları söz aldı. Konuyu bir yıldır beklenen siber suçlarla ilgili emniyet biriminden gelmiş olan rapora getirdiler. Emniyet raporunu birkaç hafta önce yollamış ancak Mahkeme heyeti daha net olarak Tanerin telefonunda by-lock olup olmadığına dair ek bilgi istemişti.
Biz duruşmaya girdiğimizde bu ek bilginin gelip gelmediğini bilmiyorduk. Sadece biz değil, avukat arkadaşlarımız da duruşmaya girerken bu bilgiye sahip değildiler.
Mahkeme Başkanı ek bilginin geldiğini duyurdu. Ne diyor diye sordular. “By-lock yoktur” diyor dedi. Hepimiz ağladık. Arkadaşımın dediği gibi “güneş balçıkla sıvanır mı?”
Bu arada tam ne zamandı hatırlamıyorum ama Savcı’nın “tutukluluğun devamı” talebinde bulunduğunu biz salondakiler zorlukla anlayabildik.
Sanki zamansız bir talepti. Çünkü henüz savunmalar tam olarak bitmemişti. Savcı bey ne açık tanığa, ne gizli tanığa soru yöneltmedi bile. Niye böyle yaptığını kimse bilmiyor.
Sonrasında avukatlar tek tek görüşlerini açıkladılar. Bu davanın artık bittiğini, iddiaların çürüdüğünü, zaten hiç açılmaması gerektiğini her zamanki usta, bilgiye dayalı, kanıta dayalı savunmalarını yaptılar.
Yine gözlerimiz yaşardı.
20 dakikalık bir aradan sonra nihayet o an geldi. Hepimizin duygusu Taner’in özgürlüğüne kavuşacağı idi.
Ama heyhat! Karar tutukluğun devamı oldu.
Mahkeme kararını şöyle gerekçelendirdi:
- BTK kayıtlarında by-lock sinyal bilgisinin bulunması,
- cihazda by-lock programı tespit edilememiş ise de, fabrika ayarlarına döndürülmesi halinde cihazda bu programın tespit edilemeyeceği ve bu konuda rapor da açıklık bulunmadığı,
- dijital inceleme raporunda fetöye ait video içeriğinde örgütsel eylem şeklinin anlatımının yer alması,
- internet paylaşımı yapılarak kullanılan cihazda bylock programının tespit edilemeyeceği,
- bylock iddiasını destekleyen BTK kayıtlarının bulunması, atılı suçun katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedenini var olduğu,
Emniyetin siber suçlarla ilgili dairesinin telefonunda by-lock bulunmadığına ilişkin beklenen raporunun alınmasına hiç gerek yokmuş demek ki.
Daha önce dosyaya sağlanan ve sözlü olarak da dinlenen dört adet bağımsız raporun hiç bir kıymeti yokmuş demek ki. Mahkeme bu konuda uzmanmış meğerse. Hiçbir çabanın, hiçbir kanıtın resmi de olsa kıymeti harbiyesi yokmuş demek ki.
Demek ki mahkeme hepimizin bir şeye şahit olmasını istemiş! Adalet diye bir şeyin olmadığına tanık olmamızı istemişler herhalde...
Taner, sevgili arkadaşım, senin de içinde çok kıymetli bir yerinin olduğu Türkiye’deki insan hakları mücadelesini hatırla. Ne çok badire atlattı. Hep üstesinden geldi. Baş edememenin çaresizliğe dönüşmesine izin vermedi.
Sen de vermeyeceksin biliyorum.
Biz de vermeyeceğiz.
Bekliyoruz adaleti! (FS/APA)