İran
Özelikle Iran'ın "güvenlik hinterlandı" kendi sınırları dışındaki güç odaklarında, esas olarak da, bölgedeki İslami hareketlerde ortaya çıkmaktadır. Genel olarak İslamcı güçlerin, özel olarak da örgütlü Şii direnişinin, İran savunmasında stratejik bir yere sahip olduğu kuşkusuz. ABD'yi bugüne kadar İran karşısında temkinli davranmaya zorlayan nedenlerin başında da bu olgu geliyor.
Bir saldırı durumunda Iran rejiminin bölgedeki etkin, örgütlü ve askeri yeteneği azımsanamayacak popüler güçleri, Amerikan çıkar ve hedeflerine karşı harekete geçirme kapasitesi uzun zamandır Washington yönetimini frenlemekteydi. Bu bakımdan, Hizbullah ya da Hamas'ı, İran savunmasının ön cephesi, ilk güvenlik hattı olarak görmek mümkün.
İsrail'in "yumuşatma" saldırısı
Aynı zamanda, bu güçler, ABD açısından, saldırı sonrasında da, cephe gerisi direnişin odakları olarak algılanmaktadır. Daha da önemlisi, ABD tarafında, saldırı ve sonrasında, savaşın boyutlarını, cephe genişlik ve derinliğini esaslı biçimde ABD aleyhine değiştirebilecek bir manivela olarak da görülmektedir İslamcı örgütlenmeler.
Bu nedenle, İsrail'in Hizbullah ile Hamas'ı vurması, askerlik bilimi bakımından, ana saldırı başlatılmadan, topçu ateşi ve hava saldırılarıyla, düşman savunma mevzilerinin dövülerek "yumuşatılması", savunma hattının yarılması öncesinde askeri olarak zayıflatılması, politik/psikolojik açılardan da çökertilmeye çalışılması anlamına gelmektedir. Ardından sıra, İran'a, asıl hedefe gelecektir.
Suriye
Suriye açısından ise, bu saldırının asıl etkileri politik yıpratma, genel Arap direniş cephesinden yalıtma, umarsız bir felç durumunda tutma ile ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, "terörü destekleme" suçlamasıyla Suriye'ye karşı bir harekatın meşruiyet temeline de yeni harçlar eklenebilmektedir.
Şimdi Suriye rejimi, bir yandan Arap direniş odaklarıyla, öte yandan da İran'la olan ilişkilerini askıya almaya zorlanmaktadır. Bu ülkeye karşı büyük psikolojik savaş da eşzamanlı olarak devreye sokulmuştur. İsrail ve ABD her fırsatta çatışmalardan doğrudan Suriye rejimini sorumlu tutan açıklamalarla Esad'a sopayı göstermekte, bir yandan da, İran ve İslamcı güçlerle ilişkisini koparttığı ölçüde hedef alınmayacağı söylemiyle havucu da uzatmaktadırlar.
Filistin
Elbette bu durumda İsrail'i sadece bir parasız asker olarak görmek doğru değildir. ABD'nin bastıramadığı ya da denetim altına alamadığı radikal odaklara karşı tetikçilik Siyonist Devlet'in geleneksel politikasıdır ama bu sefer efendiyle jandarmanın çıkarları tam uyuşmaktadır.
İsrail, Filistin Direnişi'ni teslim alma stratejisinin çökmesini, doğru biçimde, Hamas'ın direnişinin yükselişine bağlamaktadır. Bir uydu Filistin Devleti'ne yaşamsal ihtiyacı olduğunu, direnişi ancak böyle kontrol edip sulandırabileceğine ve zamanla da sönümlenmesini gerçekleştirebileceğine inanan İsrail devleti, Hamas'ın iktidara gelmesiyle bu düşün yıkıldığını gördü. Hamas'ın imhası, şimdi Filistin Direnişi'nin tasfiyesi ile eşanlamlı olmuştur İsrail bakımından.
İsrail, 1978 yılında Güney Lübnan'ı işgal ettiğinde sadece bölgede yaşayan Hıristiyanlarca değil, Şiilerce de iyi karşılanmıştı, yardımlar görmüştü. Ne var ki, işgal ve ardından gelen 1982 saldırısı ile Şiilerin örgütlü askeri gücü Hizbullah, Siyonist vahşete bir halk tepkisi olarak doğdu.
Aradaki 1979 Humeyni Devrimi süreci daha da hızlandırdı. Daha sonra esas olarak Hizbullah'ın askeri mücadelesi sonunda, o zamana kadar "yenilmez" sanılan İsrail Güney Lübnan'dan çekilmek zorunda kaldı. Hizbullah, İsrail'i, arkasındaki ABD'yi ve Lübnanlı faşist güçleri yenilgiye uğratmış, Siyonizm'in Lübnan'da yerleşme heveslerini hüsrana uğratmıştı. Birkaç mezra ile Güney Lübnan'da sıkışıp mevzilenen İsrail şimdi yeni bir genişleme hamlesi yapıyor.
Anlaşılan odur ki, bölgeye iki (Türkiye de becerebilirse üç) koldan yapılması planlanan büyük saldırının ilk salvolarıdır bütün bu olanlar... (HG/TK)
* Haluk Gerger'in yazısındaki ara başlıklar, bianet tarafından eklendi.