"Bu kadar önemli bir olayı sık yaşamıyoruz. Davetiyeler tükendi ve insanları geri çevirmek zorunda kaldık. Sanırım bu, bize şimdi hitap edecek adamın itibarının ifadesidir. Başbakanla bundan bir buçuk yıl önce tanıştım. Dotum Cüneyt, şu anda o da burada, bana telefon etti ve bana başbakan olabilecek kişiyle tanışmak isteyip istemediğimi sordu. Ben de, tabii isterim dedim. Onun hakkında çok şey duymuştum, çok şey okumuştum.."
"Karanlıklar prensi" olarak da bilinen Perle'ün takdim ettiği başbakan, Tayyip Erdoğan, az sonra tarihî konuşmasına başlıyordu. Konuşması, "muhafazakâr demokrasi" doktrini de diyebileceğimiz bir yaklaşımla, bu doktrin üzerinden "büyük Orta Doğu"da ("greater Middle East") demokrasinin yeşermesinine nasıl katkı sağlanabileceğiyle ilgiliydi.
Doktrininde özgün bir analiz, özgün bir kavram, hatta özgün tek bir kelime bile yoktu. Bu, soru-cevap faslına geçildiğinde gazetecilerden birinin sorduğu "şu muhafazakâr demokrasi yaklaşımınızı biraz açar mısınız?" sorusuna verdiği ya da veremediği cevapta daha da net ortaya çıkacaktı. Ama Erdoğan yeni bir analiz içermese de, politik konumunu, niyetlerini, "muhafazakâr demokrasi" diye markalanan yeni paketin içinde güzel ortaya koyuyordu. Bir doktrin sunumundan çok bir politik deklarasyon olan konuşmasında, "Türkiye, bölgede ve özellikle Orta Doğu'da, istikrarsızlığı yenmede bir rehber, iktisadi gelişme için bir motor güç, güvenliğin tesisinde güvenilir bir ortak olacaktır" diyordu. Bu üç noktanın altını Amerikan başkanıyla yaptığı toplantının hemen ardından çizmesi önemliydi; söyledikleri özellikle bu nedenle, soyut ya da genel bir lakırdı değildi.
"Derin demokrasi"
Edoğan konuşmasında bir de "derin demokrasi"den bahsediyordu. ''Koruma, değişime ve ilerlemeye engel olmamalı, özü yitirmeden gelişmeye uyum sağlamaya imkan vermelidir "diyordu. Burada "değişime ve ilerleme"ye engel olabilecek "koruma"nın altını çizmesi önemliydi. Bu "koruma" yaklaşımı ile "piyasa ekonomisi dinamiklerinin yakalanamayacağını" vurguluyordu. Devamında, "seçimlere ve belli kurumlara indirgenmiş mekanik bir demokrasinin değil, idari, toplumsal ve siyasal alanlara yayılmış organik bir demokrasinin ideal olduğu"nu belirtiyor, ''Biz buna 'derin
demokrasi' diyoruz'' diye tamamlıyordu. Konuşmasının bu bölümü, gündemdeki "kamu reformu kanunu"nu çağrıştırmıyor da değildi.
Erdoğan, konuşmasında "terör - İslam" ilişkisine de giriyordu. İslam adına şiddete başvuranların İslam'ı temsil etmediğini, çünkü İslam'ın terörizmi asla desteklemediğini belirtiyordu. Soru-cevap kısmında İslam'ın barışçılığı ve şiddete karşı oluşuna daha derinlemesine nüfuz edecek ve Yunus Emre'yle Mevlana'nın düşüncelerine referans verecekti. Hatta bu düşünürlerin şu ya da bu dinden bile bahsetmediğine değinecek, kendileri açısından da asıl önemli olanın "sevgi" olduğunu, farklı inançlardan insanlara farklı yaklaşmadıklarını söyleyecekti.
Bir soru üzerine, "büyük Orta Doğu" terimini de kelimelerinin arasına dahil ediveriyor, bölgedeki anti-demokratik gelişmelerin kurutulması için, "büyük Orta Doğu"ya yönelik adımlar atılmasını ümit ve temenni ettiğini belirtiyordu.
Erdoğan Irak konusunda ise, geçici hükümetin kurulmasına ilişkin sürecin 1 Temmuz 2004 tarihinde başlayacağını söyleyerek "Amerikan takvimi" ile mutabık olduğunu altını çizerek ortaya koyuyordu. Yeni anayasanın hazırlandığını söylüyordu. Bu hazırlıklarda, bir bütün olarak Irak halkının düşüncelerinin ve geleneklerinin göz önüne alınması gerekliliğine dikkat çekiyordu.
"Terör örgütlerinin antrenman alanı gibi" dediği Irak'taki Amerikan askeri varlığı konusunda da, ''Ortada bir bulanık su var, Temizlenmeden ayrılmak olmaz. Bu su, kendi kendini temizlemez. Kendi haline bırakılırsa, bu adımın anlamı kalmaz'' yaklaşımıyla, Irak'taki direniş hakkında ne düşündüğünü oldukça net özetliyordu.
"Skandallar prensi" Perle
Türkiye başbakanının bunları bir AEI etkinliğinde, Richard Perle'ün takdim konuşmasını yaptığı bir konferansta söylemesi, elbette önemliydi. İlk kez bir buçuk yıl önce "Cüneyt'in tavsiyesi" ile görüştürüldüğü Perle, o zaman henüz Pentagon'a yol haritaları çizen Defense Policy Board'un başkanlığından istifa etmiş, "sade üye" konumuna düşmüş değildi. O zaman, Perle'ün dev telekomünikasyon grubu Global Crossings'in danışmanı olması, bunun ahlak dışılığı ve politik sakıncaları henüz Washington'ın gündemine gelmiş değildi. "Siyaset-ticaret" ilişkisinde uluslar üstü bir model oluşturan "Karanlıklar Prensi"nin, bir yandan tüm gizli devlet belgelerine erişime yetkili Pentagon baş danışmanı olarak çalışması, bir yandan da Amerikan devletinin stratejik açıdan çok kritik gördüğü bir fiber optik teknolojisinin Çin bağlantılı bir şirkete satışında arabulucu rolü üstlenmesi , satıştan alacağı komisyon, henüz tartışma konusu olmamıştı.
The New Yorker'dan Seymour Hersh 'ün yazdığı ve skandala dönüşen Perle-Boeing ilişkisi de ilk Erdoğan-Perle görüşmesinde henüz gündemde değildi. Boeing konusu şuydu: Perle, Trireme şirketi adına yatırımcılarla görüşmeler yapıyordu. Silah tüccarı Adnan Kaşıkçı ve Harb Sali Züheyr'le de görüşmüş ve şirketin fonuna katkıda bulunmalarını istemişti. Bu arada bir Trireme temsilcisinin Kaşıkçı'ya yazdığı mektupta da Perle'ün başdanışman olarak konumu vurgulanıyor ve terörizm korkusunun savunma ve güvenlik şirketlerinin işlerini artıracağı belirtiliyordu. New Yorker'a göre, Züheyr, Perle'le yaptıkları toplantıda Irak'ın işgali için alternatif bir plan gündeme getirmek istediğini de söylemişti. Sonuçta şirket fonu için toplam 45 milyon dolar toplanırken, bu paranın 20 milyon doları Boeing'den gelmişti. Emekli amiral David Jeremiah da dahil sekiz Pentagon danışmanının "özel" çalışmalarının Defense Policy Board toplantılarında gündeme getirilmemesi konusunda Perle ve Rumsfeld başından beri hep çok hassas olduğundan mı bilinmez, Perle'ün Trireme ile ilişkisinden diğer danışmanların uzun süre haberi bile olmamıştı.
Erdoğan Perle'le buluştuğunda "Hollinger skandalı" da henüz patlamış değildi. The Daily Telegraph, The Sunday Telegraph, The Jerusalem Post, Chicago Sun-Times gibi gazetelerin sahibi dev medya şirketi Hollinger'ın yönetim kurulu üyesi olan Perle'ün, Hollinger patronu Conrad Black'in 300 milyon doları şirket kasasından başka hesaplara (kendi hesabı ve bir dizi yöneticinin hesapları) transfer edişine kayıtsız ve sessiz kalması, ilk Erdoğan-Perle görüşmesinden aylar sonra gündeme gelecekti. Hollinger ayrıca, Perle'ün ortağı olduğu İngiliz şirketi Cambridge Display Technology'e 15 milyon dolar, Trireme'e ise 3 milyon dolar yatırmıştı.
Bütün bunlar, Erdoğan'ın Perle'le tanıştığı günlerde değilse de, Washington'daki tarihi "Muhafazakâr Demokrasi" sunumundan çok önce ortaya çıkmış, gazete sayfalarına dökülmüş şeylerdi.
"Büyük Orta Doğu"ya "sivil toplum" desteği
Skandalların çok önemli olmadığı, siyaset-ticaret ilişkisinde zaten tüm dünyada ABD'nin öncülüğünde yeni bir döneme girilmiş olduğu söylenebilir. Bu dönemin başlangıcını tesbit etmek başlı başına zahmetli bir iş olsa da, kabaca iki dünya savaşı arasındaki yıllardan başlayarak günümüze ulaşan bir sürece, bu süreçte son 20 yıldır yaşanan "çığrından çıkmalar"a işaret edilebilir.
Ama skandallardan bağımsız olmasa da, skandallar dışında da tarih notlarına ihtiyaç var.
Erdoğan'la Perle'ün tanışması, "International Advisors Inc." (IEI) şirketinin Türkiye hükümetinin temsilcisi, bir nevi yabancı ajansı ya da lobicisi olarak tescil edildiği 1989 yılından 13 yıl kadar sonra gerçekleşmişti. Ronald dönemi savunma bakan yardımcısı Perle'ün mimarı olduğu, sağ kolu -şimdiki savunma bakan yardımcısı- Douglas Feith'in başına geçtiği IEI, o yıllarda "ABD-Türkiye savunma endüstri işbirliği" ile ilgili hedefleri belirleme işini yürütürken, Erdoğan henüz 35 yaşındaydı. Refah Partisi'nden milletvekili seçilmesi ve hemen ardından mazbatasının Yüksek Seçim Kurulu tarafından elinden alınmasına iki, İstanbul'a belediye başkanı olmasına beş, şiir okumaktan mahkûm edilmesine sekiz, hükümlü olarak Pınarhisar Cezaevi'ne girmesine ise 10 yıl vardı. Perle'ün Türkiye'ye sağladığı muazzam askeri yardıma karşılık 1990 - 94 arasında yaklaşık çeyrek milyon dolar danışmanlık parası aldığı (Amerikan Foreign Agent Registration Act uyarınca yasal olarak açıklanan) o dönemde, bölgede "anti-demokratik gelişmelerin kurutulması"nda Amerikan yönetimi elbette herşeyden önce Türk genel kurmayı ile yoğun işbirliği içindeydi. Perle o dönemde, 2003 başlarında tezkere reddi ile darbe yediği söylenen meşhur "ABD-Türkiye-İsrail stratejik ortaklığı"nın temellerini atan kişiydi diyebiliriz.
Perle, Erdoğan'la ilk görüşmesinden kısa bir süre önce, Aralık 2001'de de, dev Amerikan silah şirketi United Defense Industries'in ortağı olduğu FMC Nurol Savunma Sanayi A.Ş. (FNSS) yönetim kurulu toplantısı için Ankara'ya gelmişti . 11 Eylül 2001'i izleyen günlerde, herhalde yeni bir dönemin yeni olanaklarını tartışmak ve stratejik kararlara katkıda bulunmak üzere..
İlk Erdoğan-Perle görüşmesinden yaklaşık dört yıl önce, görüşmeyi ayarlayan Cüneyt (Zapsu) ve şimdi AKP milletvekili olarak TBMM'de Milli Savunma Komisyonu'na başkanlık eden, Deniz Ticaret Odası eski yönetim kurulu başkanı Cengiz Kaptanoğlu, Amerikan-Türk İş Geliştirme Konseyi'nde birlikte çalışıyorlardı .
Hem ticari hem de politik açıdan bu kadar etkin olan, bu kadar başarılı işlere imza atan Perle'ün bugün "derin devlet" yerine "derin demokrasi"yi, onun "sivil" önderini onurlandırması şaşırtıcı değil. Temsilcisi olduğu politik gelenekte, bir an seçilmiş hükümetler, hemen sonra o hükümeti deviren darbeciler, ardından da gene seçilmiş hükümetlerle yakın ilişkiler kurulmasından daha sık rastlanan, daha doğal bir şey yok. Darbecilerin ve seçilenlerin, temsil ettikleri kesimlerin çıkarları adına, kendi çıkarları adına bu karanlık politik geleneğin kurmaylarıyla işbirliği yapmasında da yadırganacak bir şey yok.
Bugünlerde belki tek ve asıl yadırganması gereken, düşünmeden başka sermayesi olmayanların, varoluş nedenleri "araştırmak, düşünmek ve yorumlamak" olanların, bu işbirlikleri arasında dev farklılıklar, sıçramalar, kopuşlar ve hatta "iyileşmeler" görebilmesi. Bunların bir bölümünün bugünlerde, Irak'ta ve "büyük Orta Doğu"da "büyük demokratikleşme süreci"ni başlatacak Amerikan idaresinin çabalarına, "sivil toplum" adına destek vermeyi gündemlerine alabilmiş olması. "Hani şu Amerika beterin beteri bir şeydir gerçi, ama askerin vesayetinden, derin devletin illetlerinden kurtulmamıza yardımcı olacaksa, varsın olsun bari" diyebilmeleri. Osmanlı geleneğinin mirası olan baskıcı, hak ve özgürlük taleplerini tankla ezici, sermayede payı olmayanlara karşı oyalayıcı, sindirici devlet yapısının alternatifi, şirket-ticaret modelinin bu bölgedeki en şahin temsilcisi olmaya aday politik hareketin iktidarı olabilirmiş gibi. (ŞA/EK)
_______________________________________
Not: Tayyip Erdoğan'ın AEI'daki konuşması kısmen AKP Web sitesinde bulunabilir. "Büyük Orta Doğu" konusunda ise Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar'ın Paul Wolfowitz'le yaptıkları röportaj tavsiye edilir.