Yaşar Kemal’in her kitabı benim için ayrı bir önem taşır. Umutsuzluğa her düştüğümde, kütüphanemde bulunan bir Yaşar Kemal kitabını mutlaka çalışma masamın üzerine koyarım. “Sevmek, Sevinmek ve İyi Şeyler Üstüne’’ isimli kitabı da böyle bir süreçte okudum.
Kitap Yaşar Kemal’in Baldaki Tuz, Zulmün Artsın, Ağacın Çürüğü’ve Ustadır Arı adlı kitaplarından seçilmiş yazılarından oluşuyor. Yazılar, Türkiye’nin son 55 yılına ilişkin edebi, siyasi ve sosyolojik tahlilleri içeriyor. Bu yazıları okurken ilk aklıma gelen şu oldu: “Türkiye 55 yılda neredeyse hiç yol alamamış.”
Yaşar Kemal 1986 yılında yazdığı Isık Göl Forumunun Önemi başlıklı yazısında Cengiz Aytmatov öncülüğünde düzenlenen uluslararası yazarlar toplantısından bahseder. Yazıda örgütlenmenin, farklı fikirleri bir araya getirebilmenin, bağımsız tartışma ortamlarının oluşturulmasının önemi anlatılır. Yazının bir bölümünde de Büyük İnsanlık ifadesi geçer.
“Nükleer tehlikenin, açlığın, doğanın öldürülmesinin üstüne insanlık bütün gücüyle yürümezse, insanlığın sonu kötü. Büyük insanlık, bütün gücüyle politikacılara yardım etmezse, politikacılara karşın, bu yükün altından, ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, salt politikacıların kalkabileceğine inanamayız.”
Bu Büyük İnsanlıkifadesi Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) İstanbul’da Kazlıçeşme’de düzenlediği Büyük İnsanlık Mitingi’ni hatırlattı bana. HDP Kazlıçeşme’de eşitlikten, adaletten, barıştan, çevre katliamlarından ve politikacıların denetlenmesinden söz ediyordu. Bundan çok daha önemlisi parti kuruluş aşamasıyla birlikte hedefini belirlemişti: “Bütün Türkiye’ye ulaşmak ve herkesi kapsayabilmek”.
Mitingin ismi ve hedefi tamamıyla örtüşüyordu.
7 Haziran seçimlerinde HDP’nin yüzde 10 barajını geçmesiyle birlikte, seçimlerin ertesi günü toplumun büyük çoğunluğunda bir rahatlama ve mutluluk yaşandığını söylemek mümkün. Hak, adalet, eşitlik talepleri seçmenlerin zihninde güçlü bir etki yapmıştı.
Bunun da ötesinde Türkiye’nin demokratikleşebilmesinin aşamalarından biri olan Kürt sorunu da artık siyasal düzlemde tartışılabilme ortamına daha fazla kavuşacaktı. Zaten hali hazırda bir çözüm süreci varken, bu sonuçlar da Türkiye’de Kürtlerin daha eşit bir konuma gelmesini sağlayacak, çatışmalar son bulacak ve toplum olarak güzel günlere adım atacaktık. Yıllardır süren öfke azalacak ve sonunda bu acılar yavaş yavaş bitecekti.
Yaşar Kemal’in Ucuzluk ve Gününü Gün Etme başlıklı yazındaki öfkeyle ilgili söylediği sözlerini en sonunda toplum olarak ciddiye almaya başlamıştık.
“Bana da öyle geliyor ki, öfkeyi bıraksak da, düşünüp taşınsak da, gerçekten kötü olan bu düzenden yakayı kurtarsak… Ne dersiniz, geç kalmadan bu işe hemen başlasak mı ?”
Daha aradan bir hafta geçmeden şiddet olayları acı bir şekilde etrafımızı yeniden sarmaya başlamıştı. Umutlarımız, hayallerimiz yeniden paramparça bir hale gelmişti.
Durumumuzu Yaşar Kemal 1962 yılında yazdığı Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üstüne adlı yazısında özetliyordu.
“ Siz ne derseniz deyin, ben bıktım. Nah burama geldi. Neredeyse öfkeden, çaresizlikten boğulacağım. Kendimi kandırmaya çalışıyorum. İyi olacak, iyi olacak! Başkalarını da kendimle birlikte kandırmaya yöneltiyorum belki, iyi olacak, iyi olacak.”
Gerçekten de durum bu vaziyetteydi. Toplum öfkeli haline geri dönmüştü. Bunun da ötesinde “kandırma’’ sözcüğü herkesin dilinde çok fazla yer edinmeye başlamıştı. HDP’nin insanları kandırdığı, onlara oy veren kesimleri yanılttığı iddiası en fazla konuşulan konular arasındaydı. Kimsenin kimseyle tartışamadığı eski günlere geri dönmüştük. Çatışmalar tekrar başlamıştı.
Bu çatışma hali toplumun her köşesine artık sıçramaya başlamış durumda. Nefret söylemi, tehditler, saldırılar büyük bir çıldırma haline gelmeye başladı. Bundan en fazla zarar gören “Büyük İnsanlık’’ oluyor.
Savaş hali kendisini sadece çatışmalarla göstermiyor. Medyanın üzerinde gerçekleşen baskı, gazetelerde köşe yazarlarının birbirlerine karşı kullandığı nefret dili, politikacıların sert açıklamaları ve sanatçıların susturulmaya çalışılması da savaş halinin başka boyutları.
İleriye doğru gitmemiz için ümit varken tam aksine bütün ümitlerin kaybolduğu, daha da geriye doğru gittiğimiz bir sürece doğru yol aldığımızı düşünüyorum. Ülke sorunlarına kafa yorduğum yazıların çoğunda Yaşar Kemal’den söz etmeyi neredeyse bir alışkanlık haline getirmeye başladım.
Bu yazıyı okuyanlar haklı olarak şu soruyu sorabilirler: Madem öyle neden Yaşar Kemal’i yazmaktan vazgeçmiyorsun, sürekli ondan mı bahsedeceksin bu ülkenin yaşadığı her problemde?
Ben de onlara Yaşar Kemal’in ağzından şu cevabı vereceğim.
“Bir gün konferansta, New York’ta bana sormuşlardı: Sen hep boyuna Çukurova’yı mı yazacaksın? Çok şaşırmıştım bu soruya. Şöyle karşılık verdiğimi anımsıyorum: Yalnız ben mi yazıyorum sanıyorsunuz Çukurova’yı; Tolstoy da, Balzac da Kafka da, Joyce da, Stendhal de Faulkner da Çukurova’yı yazdılar.”
Bütün bu yaşadığımız acılara tepkisini yazıya dökerek göstermek isteyenlerden biri olarak sadece benim mi Yaşar Kemal’i yazdığımı düşünüyorsunuz? (FÇİ/YY)
*Sevmek, Sevinmek İyi Şeyler Üstüne- Seçme Yazılar, Yaşar Kemal, Yapı Kredi Yayınları Mart 2015, İstanbul