Muşlu Şoğer Tonoyan (1901 doğumlu): "İnsanları Malkhas Mardo ahırlarına doldurdular, ahırların etrafını ot yığınlarıyla çevirdiler, üzerlerine de petrol döküp ateşe verdiler. Ailemizden 60 kişi o ahırlarda yandı. [Sv. 2000. Gth. 8, sayfa 61].
Vanlı Varduhi Potikyan (1912 doğumlu): " Birden millet 'kaçın!' diye bağırdı. Karanlıkta, Bekri vadisinin dar bir vadi olduğunu gördük; ırmağa ulaşmadan Kürtler saldırdı. Ermeniler kaçarken ayakları kayıyor ve ırmağa düşüp boğuluyorlardı. Kimisi hayvan sırtında ırmağı geçmek istiyordu, kimisi suya girince, akıntı onu sürüklüyordu. Bağırıyor, inliyor, ağlıyorlardı. Kürtler üzerimize ateş ediyorlardı. Anne çocuğunu unuttu..." [Sv. 2000. Gth. 49, sayfa 128].
Daha sonra meşhur bir kimyacı olan Vanlı Ağasi Kankanyan (1904 doğumlu): "Türklerin eline geçmemek için nice anneler çocuklarını kucaklamış vaziyette o köprüden suya atladı. Yolda öldürülenleri ve ölenleri yol kenarında bırakıyorlardı; çoğu zaman üstlerini toprakla örtmüyorlardı. Ben gömülmemiş ceset görmekten o kadar etkilendim ki, yüreğime bir hüzün çöktü ve bu durum bugüne kadar da sürüyor" [Sv. 2000. Gth. 28, sayfa 98]. (Ermeni Soykırımı ve Tarihsel Hafıza, Verjiné Svazlian, Yerevan, 2004, Gitutyun Yayınevi)
Yukarıdaki alıntılar, soykırımda kurtulan Ermenilerin anlatımları. Kitapta buna benzer daha onlarca tanıklık var. Bu zulme uğrayanlar, yaşadıklarını "büyük felaket" diye tanımladılar.
Bu konuyla ilgili çalışan Ermeni tarihçiler de bu terimi kullandı. 1948'de soykırım teriminin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nde yer almasından sonra, Büyük Felaket'in yanı sıra "soykırım" da kullanılmaya başlandı.
İki terimi aynı metin içinde kullanan çalışmalar da mevcut. Ama konuyu uluslararası hukuk açısında tartışan tarihçiler "soykırımı" tercih ediyorlar.
Daha çok yaşananlarla ilgili olanlarsa, bazen "soykırımı", ama genellikle "büyük felaket" terimini kullanıyorlar. Ancak kimse büyük felaketi, soykırımdan daha azını tarif etmek için kullanmıyor. Yukarda alıntıladığım kitap, her iki terimi bir arada kullanan bir çalışma. Ve "Medz Yeğern" terimini direk soykırım olarak tercüme ediyor. (Kitabın Türkçe çevirisine http://ermeni.org adlı site üzerinden ulaşmak mümkün.) Ermeni örgütlerinin soykırım teriminde ısrar etmesini nedeni, anlaşılacağı üzere, bu terimin uluslarası hukuka dair, bir terim olmasıdır.
Dolayısıyla Baskın Oran'ın yaptığı gibi "Büyük Felaket" teriminin "soykırım" terimine alternatif olarak görmenin veya göstermenin maddi bir temeli yok. Şöyle diyor Oran:
"Çünkü Türk devletinin bugüne kadar izlediği (ve bittabi bize 'hain' diye bildiri yayınlamayı becermiş emekli diplomatlarımızın uyguladığı) zavallı inkâr politikamız sayesinde lök gibi yerleşmiş bir 'soykırım' terimine birdenbire alternatifler çıktı. ABD Başkanı bile özür kampanyamızdaki terimi aynen kullandı. Bu gelişmeler panik yaratıcı."
"Özür diliyoruz" kampanyası hukuki bir tanım peşinde olmadığından "Büyük Felaket" terimini kullanması yerindeydi. Ayrıca yaşananları çağrıştıran bir tınısı olduğu için de isabetliydi.
Ancak bu terimin soykırım teriminden farklı olduğuna vurgu yapınca artık sorun başka bir düzleme taşınmış oldu. Baskın Oran, bu terimin Ermenilerin kullandığı bir terim olduğunu zaten söylüyor, "Çünkü bir kere, Türk insanına 'Senin deden Nazi'ydi!'den başka hiçbir şey söylemeyen 'soykırım'ı kullanmıyoruz, büyük PR (halkla ilişkiler) kolaylığı sağladığını keşfetme öncesinde Ermenilerin kullandığı 'Metz Yeğern'i (Büyük Felaket) kullanıyoruz"
Eğer terimi, Ermeniler1915'te yaşananlara dair literatürlerine almışsa, o zaman onların yüklediği anlama sadık kalmamız gerekiyor. Tabii ki Baskın Oran, 1915'te yaşananların bir soykırım olduğunu kabul etmek zorunda değil, ama Ermenilerin kullandığı terimin anlamını da değiştirmeye hakkı yok.
Oran'ın alternatif arayışları boşuna değil: "Özür dileyenler, tarihteki birtakım hataları kolektif vicdanına yediremeyenlerdir. Sayın Başbakan bizim kampanyamıza dua etsin. Bütün dünya parlamentolarında otomatik kararlar çıkıyordu. Onlar duracak. Diaspora yumuşadı.Dünya basını genosid (soykırım) kelimesini kullanmamaya başladı." (Baskın Oran, Milliyet, 19 Ocak 2009) Yumuşamak bir yana, bu açıklamadan sonra Ermeni örgütleri, haklı olarak özür kampanyasının amacından kuşkuya düştüler.
Çünkü yukarıda söylenenlerin "Ermeni kardeşlerimizin acısını paylaşmakla" bir ilgisinin olmadığı ortadadır. Öyle görünüyor ki Ermeni kardeşlerimizin acısını paylaşmadık, bir kere daha. Üstelik "şahin" ilan edip bir güzel kötekledik. Hatta onlardan da bir özür kampanyası talep edecek kadar ileri gittik.
Trabzon'u ne kurtarır?
"Trabzon'u ancak 'büyük felaket' kurtarır" başlıklı yazısında Baskın Oran, başlıktaki cümleyi şöyle tamamlıyor:
"Ve başlığın tamam olabilmesi için:... Ermenistan'ı da, ancak Trabzon"
Baskın Oran, "büyük felaket" terimini kullanmanın Türkiye-Ermenistan ilişkilerini normalleştireceği varsayımdan kalkıp, Trabzon üstünden yapılacak transit ticaretin Trabzon'daki ekonomik durumu canlandıracağını ve Ermenistan'ın da Türk mallarını daha ucuza alacağı ve dünyaya açılan bir kapısı olacağı için yoksulluktan kurtulacağını savlıyor. Elbette ki Türkiye-Ermenistan arasındaki ilişkilerin düzelmesi, doğrudan ticaretin başlaması iyi bir şeydir. Bunda Ermenistan halkının yararlanması ve Trabzon'da ekonominin canlanması memnuniyet verici bir durum olur. Ama bu diplomasiye dair bir durumdur.
"Ermeni kardeşlerimizin acısın paylaşmakla" ilgili değil.
Sonuç olarak da "büyük felaket" değil, Azerilerin gazı etkili oldu. Zaten milliyetçiliğin yükseldiği her kente bir transit liman yapacak halimiz yok herhalde.
Trabzon'u ve bütün Türkiye'yi kurtaracak olan bu değil, milliyetçiliği üreten sorunların çözülmesidir. Mesela Kürt sorunu, mesela Ermeni sorunu, mesela Kıbrıs sorunu gibi...
*Hüseyin Kalkan, gazeteci