Elimde iki kitap var. 5-8 yaş grubu için hazırlanmış resimli olan bu kitaplarda bütün anneler türbanlı ve bütün babalar sakallı… Dini eğitim amaçlı olduğu sanılan ama aslında dini ideolojik emeller taşıyan bu iki kitabı sizlerle paylaşmak için on kadar nitelikli çocuk kitabını kenara koyuyorum.
2008 yılındayız. Biz çocuk yazını gönüllüleri, evde sadece bulaşık yıkarken çizilen anne figürüyle savaşa duralım, önümüze türbanlı ve evinden dışarı adım atmayan (dış mekânlarda çoğunlukla babalar çizilmiş, öğretmenler de erkek) anne modeli konuyor. Bu iki kitapta metinlerdeki dini öğeleri bir yana bırakırsak, ciddi biçimsel, hatta ırkçı diyebileceğimiz bir hayat betimlemesiyle karşı karşıyayız. Çünkü bu iki kitaptaki resimlerde tüm kadınlar ve erkekler birbirinin aynı… Herkesin tek bir dine inandığı, tek tip giyindiği ve tek tip düşündüğü bir dünya anlatımıyla yaratılan ayrımcılık insanı hayrete düşürüyor.
Türkiye’nin yıllardır tartıştığı türban konusunu görmezden gelmek olası değil. Özellikle de geçenlerde internet haber portalı Bianet’in çocuk sitesinde, 8 yaşındaki Ekin Su’nun “Başörtüsü özgürlük değildir” açıklamasının ardından. Ekin Su, kendini savunma gereği de duymuştu: “Bazıları bana kızabilir ‘Ne saçma şeyler yazmış bu çocuk? Kesin annesi söylüyor tüm bunları…’ diye. Ama ben sadece düşüncelerimi yansıtmak istedim. Unutmayın, benim de düşüncelerimi söylemeye hakkım var!” Buradan şu çıkıyor, türban artık çocuklarca da tartışılıyor.
Bu iki kitabı yazan bir kadın; Hatice Uğur... Hatice Uğur kendi yaptığı işi (yazarlık) bile yok sayarak kadını salt evhanımı olarak biçimleyen modeli yaratırken hiç rahatsızlık duymamış belli ki. Çocukların gözüyle baktığımızda, kitaplarda ortaya konan zaman, mekân, iklim ve canlılar Türkiye’ye o kadar yabancı ki. Hicri takvim anlatılıyor. Develerden ve hurma ağacından söz ediliyor. Yani övgüyle kurulan dünya Arabistan Yarımadası’ndan başka bir yer değil. Peki, bu mekân tanımlamaları bir dünya bilinci amacıyla mı yapılıyor? Elbette hayır! Tarihsel olayların geçtiği toprakların bugünkü ülke adları hiç söylenmiyor. Kafaların nasıl karıştırıldığını anlamak için kitabı okuyan okul öncesi çocuklarına Medine’nin yerini sormak gerek.
Çoğu, anlatımın yakınlığından Türkiye diye cevaplayacaktır. Burada sunulanın, dinin evrensel bir bütünlüğe ulaştırdığı, zaman ve mekân izleği olduğunu sanmayın. Yaşadığı ülkenin fiziki kabullerini yok sayan, ayrılıkçı bir yaklaşım söz konusu. Bu kitabı okuyan ve dindar bir aileden gelen çocukta, bugün miladi takvimin geçerli oluşu, cuma günlerinin tatil olmayışı, türbanın yasak oluşu, sokaklarda develerin dolaşmaması, Medine’nin Türkiye’nin bir ili olmayışı, dilin Arapça değil Türkçe oluşu nasıl bir sarsıntı yaratacaktır kim bilir? “Ağaç yaşken eğilir” inancıyla hareket ederek muhakemeden uzak, ezberci, kuru gelenekçi, kendi ülkesine yabancı yetişen çocuklarımızdan, ülkesinde yaşayan farklı etnik kökenli yurttaşların haklarını korumasını, onların yaşam seçimlerine saygı duymasını bekleyebilir miyiz? Ve bir çocuk kitabı yaparken, ayrımcılığı önceliğe alacak kadar bizi gaddar yapan nedir? Bu, çocukların eline silah vermekten farksızdır.Bu kitaplara yakından bakmaya hazır mısınız?
KANDİL SİMİDİNİ SEVEN MARTI
“‘Haydi Hicri ayları da say bakalım’ deyince şaşırdın kaldın. Nereden bileceksin şimdi? Korkma, annen yardım edecek, onları da öğreneceksin.”
Nereden bileceksin şimdi? diyor yazar Hatice Uğur, kitapta yer alan “On İki Hızlı Kardeş” adlı öyküde. Korkma, diyor onları da öğreneceksin… Zorunlu din dersi gören bir eğitim sisteminde bu “zorunlu” dersler yeterli gelmemiş olmalı ki, uzunca bir künyede okuduğumuz, psikolojik danışman Pınar Koç Yıldırım ve ilahiyat danışmanı Dr. Dilaver Selvi, “Kandil Simidini Seven Martı” adlı kitaba emek vermişler. “Nereden bileceksin?” ve “korkma” diyerek de kendilerini bir kurtarıcı ilan etmişler bile. Okurları nasılsa yaş bir ağaç. Eğmesi, bükmesi kolay. Bu nedenle eğmekten gelen “eğitim” kelimesini hiç sevemedim ben.
“ ‘Bu gece bağışlanma gecesi. Allah’tan bol bol af dileyin’ diye sesleniyor sana. Arkadaşınla ettiğin kavgayı hatırlıyorsun. Bile bile oyuncağını kırmıştın. Büyük bir pişmanlık kaplıyor içini. Üzülüyorsun. Oysa üzülmemelisin. Sen de tüm çocuklar gibi meleksin.” (Syf. 13) Bu paragraf ise tehlikeli ideolojik emellerin ötesinde bir sorun içeriyor. Çocuklar her ne yaparlarsa yapsınlar melektirler… Bu yargıyı okuyan çocuk sizce ne düşünür?
“Evet, gerçekten Ramazan ayı herkes için bir okul gibi. Sabah ezanından akşam ezanına kadar süren bir okul. Gün boyu Kur’an okuyorsun.” (Syf. 21) Burada ise Ramazan ayı bir okul olarak ilan edilmiş. Metinde okul kelimesi yerine bir okul resmi konmuş. Okurdan, arkadaki okul çıkartmasının bulunup asıl yerine yapıştırılması bekleniyor. Yani Ramazan’ın bir okul oluşu epey vurgulanmış. Gün boyu Kur’an okuyan bir çocuk betimleniyor, yüceltiliyor. Tüm gün Kur’an okuyan bir çocuk derslerini, bilimsel deneyleri, kültür sanat etkinliklerini yapmaya, yardımlaşmaya, top oynamaya, koşmaya nasıl vakit bulacak? Bu kitapta çocuktan istenen düpedüz bir din adamı olması. Dini öğretme amacındaki metin, dinin ahlaki kazanımlarından çok, ne kadar kalıplaşmış öğeleri varsa onları ezberletmeye çalışıyor. Bildik efsaneleri anlatıyor, aslında piyasadaki din kitaplarından çok bir şey söylemiyor. Dini, bir düşünce olarak değil taklit edilmesi gereken davranışlar bütünü olarak sunuyor. Günümüz çocuklarının martıların kandil simidini çok sevdiğine inanacağını uman, Müslüman yaşamına dair çizdiği sembollerle, sık sık yerdiği putlara tapınma yoluna kendi eliyle giren bu kitap, amacından da uzaklaşarak çelişkilere dalmaktan kurtulamıyor. Kitapta çizilen tek tip Müslüman portresi, çocuğu, sokakta karşılaştırma yapma yoluna götürecektir. Bu Müslüman portresi Türkiye’nin yüzde 99’unu gerçekten içeriyor mu? Ağaç henüz yaşken, kim daha Müslüman yargısına varma yetisi eline veriliyor ve büyüdüğünde daha “az” Müslümanlardan hesap sorma hakkını bu resimli, çıkartmalı cazip başucu çocuk kitabından alıyor.
Hatice Uğur, Resimleyen: Derya Işık Özbay, +5 yaş, 32 s., Uçan Balon, 2008
PEYGAMBERİMİN YILDIZI
“Söz ettiğim Peygamberimizin amcasının oğlu Ali. Henüz küçücük bir çocuk iken Peygamberimize inanan Ali. Kıskandın mı yoksa? Peygamberimize ilk inanan çocuk sen mi olmak isterdin?”
Yukarıdaki alıntıda yüceltilen kıskançlık duygusu için ne demeli? Burada, her şeyden önce kim daha Müslüman yarıştırması apaçık görülüyor. Henüz, çocuğa neden Peygamber’e inanması gerektiği ispatlanmadan, ona doğrudan ve Hz. Ali kadar inanması söyleniyor. Yine bu kitapta Peygamber’in adlarına uzun uzun yer verilmiş. Çocuk okurdan bu adları güzel bulması, sevmesi isteniyor. Peygamber’i adından sevdirmek, icraatlarıyla sevdirmekten daha kolay gelmiş anlaşılan. Peygamber’in hayatının anlatıldığı bu kitapta, Allah’a inancı ve Peygamber’e itaati, çocuğun anlayacağı bir felsefeyle sunma gereği bile duyulmamış. Hayatı yeni yeni öğrenen küçük zihinlere tepeden inme, ezberci bir din eğitimi amacı güden bu kitap, yer aldığı dizideki kitaplar gibi İslamiyet’e salt tarihsel süreçler üzerinden, sığ yaklaşıyor. Peygamber’in çocukları çok sevdiği, namaz kılarken sırtına çıkılmasına hiç kızmadığı, çocuklarla oynamaktan hoşlandığı da kitabın sonlarına doğru anlatılmış.
Yine bu kitabın 22. sayfasında anne ve kız türbanlı resmedilmiş. Ekin Su’nun dediklerini düşünüyorum. Başörtüsü ya da türban özgürlük mü? Saçın kendisinin bir örtü olduğunu söyleyecek felsefeyi kurabilen çocuklarımız var, okullarda karşılaşıyoruz. Burada türban özgürlüktür ya da değildir demeyeceğim. Ancak çocukların başındaki türbanın özgürlük olmadığını Ekin Su kadar biz de bilmeliyiz. Ayrıca kendi çocuğumuza türban takmak ile çocuk kitaplarındaki çocuk kahramanlara türban takmanın ne kadar farklı olduğunu kabul etmeliyiz. Etmekle kalmayıp itiraz etmeliyiz.
Hatice Uğur, Resimleyen: Derya Işık Özbay, +5 yaş, 32 s., Uçan Balon, 2008. (SS/EÜ)