Hava öylesine sıcak ve nemli ki, bazen gizli bir buhar bulutu etrafımı sarıp da beni boğazlıyormuş gibi hissediyorum. Gündüz hafif atıştırmalıklar ya da sade bir kahvaltı dışında pek de bir şey istemiyor canım. Akşamı da hafif bir öğünle kapattıktan sonra beynim kısa bir süre içinde tekrarlayan alarmlar veriyor; Tatlı Ye! Tatlı Ye! Tatlı Ye!... Çok düşünmeden, bir güç beni kaldırıp o sıcakta klimasız, hamam sıcaklığındaki mutfağa götürüyor. Çalışma odası ile mutfak arasındaki 13-15 adımlık mesafede beynimden her seferinde şu cümle geçiyor “Ben muhtemelen hiçbir zaman o incecik kadınlardan biri olamayacağım”. Neyse, günün sonunda kendimle bir anlaşmaya varmış olmak da güzel. Yaz boyunca haftada en az 2-3 soğuk tatlı tarifi uyduruyorum kafamdan. Birkaçını saymazsam hemen hepsi harikulade diyebileceğim lezzette. Bir yemeğin daha iyi olacağı fikri söz konusu olunca o berbat aceleci huyumu bir köşeye koyup, bekleyecek gücü kendimde bulabiliyorum. Bardak içinde yaptığım tatlıları mutlaka en az yarım saat buzlukta bekletiyorum ki dondurmamsı bir kıvam alsın ve içimize bir ferahlık versin. Son yaptığım tarifte ev yapımı yoğurt, bal, Hindistan cevizi, Antep fıstığı, mango ve taban olarak glütensiz ince kek kullandım. “Yahu, bu ne güzel tat böyle” diyerek büyük bir iştahla yedik hep birlikte. Fotoğrafını çekmek genelde tabaktaki yemeğin 5’te 4’ünü yedikten sonra aklıma gelir. Keşke fotoğrafını çekip, Instagram’da tarifini paylaşsaydım diye geçiriyorum bir an içimden. Sanki o tarifin kendisi gibi hayatımın geri kalanı ve içinden geldiğim gerçekliğim de çok tatlı ve lezzetliymiş gibi hissediyorum bir süreliğine. Kısa süren o tatlı hissiyatın ardından ağzımdaki tat acılaşmaya başlıyor. Ağzımda ne mangonun ne de Antep fıstığının esamesi kalmıyor.
Aslı İnandık’ın Martha Steward yemek tarifi videoları üzerine yaptığı eğlenceli seslendirmeleri hatırlayanınız vardır eminim. İzlemediyseniz linkini yazının sonunda bulabilirsiniz.* Martha Stewart Yılbaşı Hindisi tarifini anlatırken, Aslı İnandık İngilizce konuşmaları Türkçe olarak şöyle seslendiriyor; “Şimdi tencereye biraz soğan ekleyelim. Muhtemelen bulmakta zorlanmadığınız tek sebzedir, öyle değil mi? Videonun daha ikinci dakikasına bile gelmeden maaşınızın bittiğini tahmin edebiliyorum…” 7-8 yıl önce yayınlanan bu videoları ilk çıktığı zamanlar kahkahalar atarak izliyordum. Videoları hâlâ çok komik ve zeki bir mizaha sahip bulmakla beraber, bugün hatırlamak için tekrar izlediğimde gülemediğimi fark ettim. Dürüst olalım, buradaki anlatımın ezici bir çoğunluk için bu denli gerçeğe dönüşebileceğini ve bu kadar fakirleşebileceğimizi hiçbirimiz tahmin etmemişizdir.
Madem ki gerçekliğimiz bu, ben de sizlere “Açlık Tarifi”nden bahsedeyim. Malzemeler: un, su, yağ.
Biraz geriden başlayayım;
Kasım 2023. Gündüz Vassaf’ın Ressamın İsyanı** isimli kitabı ile tanıştığım tarih. Cehenneme Övgü ve Cennetin Dibi dışındaki kitaplarını okumamış olsam da, Ressamın İsyanı kitabını bitirdikten sonra artık hislerimden eminim; Gündüz Vassaf benim için bu ülkedeki “kendini gerçekleştirebilmiş” üç beş aydından biri. Kitabı elimden bırakmak istemiyorum. Bir kitabın değerini, o kitap üzerinde aldığım notların ve bir yer işareti olarak ucunu kıvırdığım sayfaların sayısı ile ölçüyorum. Bana ilham veren her ne varsa onları unutmaktan deli gibi korktuğum için belki de. Ressamın İsyanı zaten kalın bir kitap ve kıvırdığım sayfa uçlarıyla kapağı zor kapanır vaziyete geldi. Kitap, kişisel tarihimde beni en derinden sarsan üç ressamdan biri olan Caravaggio’nun hayat hikayesinin çevresinde şekilleniyor. Hayatı hakkında çok şey yazılmış, oradan oraya sürülmüş, ölümü bir sır perdesi olan ve eserlerinin orijinali ile her karşılaştığımda beni olduğum yere çivileyen Caravaggio’yu Vassaf şöyle tanımlıyor; “Sokağın diliyle aydınların bilgeliğini birleştiren ressam.”*** Sokağın aydını, aydının sokağı tanımadığı yeni dünya düzeninde üretilen çoğu eser kuyuya atılan taşlara dönüşüyor. Vassaf’ın Caravaggio’yu tanımladığı cümle sonrasında geleceğe duyduğum çıldırtıcı merak susmuyor. Bundan 200 ya da 300 yıl sonrasının bir Caravaggio’su olur mu ya da Türkiye’den dünya sanat tarihine geçecek bir Caravaggio çıkar mı? Cevabını bilmediğim ve asla bilemeyeceğim sorularla oyalıyorum beynimi.
Kitapta, kısa bir tarife ve tarifin hikâyesine denk geliyorum. Şimdi olduğum yerin hemen karşı kıyısındaki Siracusa’dan çıkan La Cuccia yani “Açlık Tatlısı”nı şöyle anlatıyor Vassaf;
“Yıl 1646. Siracusa’da kıtlık, Azize Lucia’ya dualar. Beyaz bir güvercinin katedrale girip mihraba konmasıyla aynı anda, fırtınadan kaçan buğday yüklü bir gemi şehrin limanına sığınmış. Öğütüp una çevirdikleri buğdaya zeytinyağıyla su katmış, hemen yemişler. Geminin geldiğinin inanıldığı her 13 Mayıs’ta, Azize Lucia’nın heykeli sokaklarda dolaştırılır, Piazza Duomo’dan yüzlerce beyaz güvercin salınır, tatlılaştırdıkları yemeği de Sicilyalı çocuklara bir kaşık balla ikram ederlermiş.”
Bazı kaynaklarda ise insanların açlıktan bekleyecek halleri kalmadığından, buğdayı öğütmeyi beklemeden suda kaynatıp aceleyle yedikleri yazıyor. Pişirme metotları bize çok şey anlatıyor olsa da bu tarifin nasıl ortaya çıktığı ve içine hangi malzemeleri aldığı çok daha kıymetli. Un, su ve yağ.
Bu tarifi anlamak için Azize Lucia’nın hayatını anlamak gerekiyor. Hikayesini alıntıladığım sitedeki metni özetleyeyim; MS. 200’lü yılların sonlarında doğan Aziz Lucia, her yıl 13 Aralık'ta anılır. Jülyen takviminde en kısa gün olarak kabul edilen bu tarih, Gregoryen takvimiyle 21-22 Aralık'a kaydırılsa da, Lucia'nın ışığı hep parlar. Sicilya'nın Siracusa şehrinde doğan Lucia, dindar bir Katolik olarak büyümüş ve fakirlere yardım etmeyi hayatının amacı edinmiştir. Servetini fakir halka dağıtmasını istemeyen hasta annesini Aziz Agatha'nın mezarı başına götürmeye ikna eder ve mucizevi bir şekilde iyileşen annesi, Aziz Lucia’nın servetini fakirlere vermesini kabul eder. Aziz Lucia’nın bu cömertliği, kötü kalpli nişanlısını deliye döndürür. Nişanlısı onu valiye ihbar eder ve işkenceler görmesine neden olur. Rivayete göre, vaktiyle nişanlısı ona gözlerine aşık olduğunu söylediği için, Aziz Lucia kendi gözlerini oymuştur. Onu geneleve göndermek isterler ancak Aziz Lucia direnir. Hatta öylesine ilâhi bir şekilde korunur ki, yaktıkları alev ona dokunmaz ve kimse onu olduğu yerden onu kıpırdatamaz. Fakat Lucia, iradesinden vazgeçmemiş, Tanrı'nın gücüyle alevlerin ve işkencelerin üstesinden gelmiştir. Nihayetinde boğazından hançerlenerek hayatını kaybeden Lucia, karanlık günlerde bile ışığın ve umudun simgesi olarak anılmaya devam etmektedir.
La Cuccia yani “Açlık Tatlısı” tarifine geri döneyim. Tarifin modern dünyadaki yeni içeriği şöyle; tahıl, ricotta peyniri, şeker, çikolata parçacığı, fıstık, şekerlenmiş kabuk portakal, buzlu kiraz.**** Tarif epey zenginleşe de, üstüne yeni renkler de eklense, yapılış amacı ve arkasındaki hikâye değişmiyor. Evet, belki bu tarih kendi içinde fazlaca mucize ve ilâhi güç barındırıyor ama açlığın bir gerçek olduğunu değiştirmiyor. Tıpkı şimdi olduğu gibi, MS. 300’lü yıllarda da ezilenin yanında olmayı tercih etmek büyük bir suçtu. Caravaggio, ölümü göze alarak gerçeği görmeyi ve iyileştirmeyi tercih eden Aziz Lucia’nın gömülüşünü resmeder. Yüzyıllar sonrasında gördüğümüz bu resim, bir ânı, bir gerçeği göstermenin çok ötesindedir.
1646’daki tarif ne ise, geçtiğimiz Aralık ayında mutfakta aynısını pişirdim. Un, su ve yağ. Tarihte geçen iki farklı pişirme metodundan biri olan buğdayı haşlamayı değil, un halini hamura dönüştürmeyi tercih ettim. Üç malzemeyi birleştirdikten sonra fırına attım. Güzelce kızaran tarihi tarif La Cuccia’dan ağzıma bir parça attım. Ben bu tadı çok iyi biliyorum dedim kendi kendime. Vartolu ailemin geleneksel olarak Hızır’ı anmak için, hayır niyetiyle dağıtmak üzere yaptıkları Kete tarifinin aynısıydı. O tarif de yokluğun iliklere kadar hissedildiği bir zaman diliminde ortaya çıkmış olmalı. Tıpkı Siracusalıların yaptığı gibi, bu keteyi eğer evde varsa bir parça bal sürerek çocuklara verdiklerini öğrendim sonrasında. Tek fark, ailemin bu tarifin orijinalini hiç bozmamış olması. Kim bilir, belki de açlıkla olan birliktelikleri İtalyanlara göre daha uzun sürdüğü içindir.
Biz sıradan insanlar bir kurtarıcının veya bir mucizenin geleceği umuduyla gerçeğin üzerine çikolata parçaları serpip, fıstıklar da atsak, “gerçek, orada bir yerde”. Caravaggio bir kurtarıcı aramaz, hakikati kendi biçimiyle, ustalıkla arar. Gündüz Vassaf da bir kurtarıcı arayışında değildir, onun hakikatinin ve beraberinde getirdiği sır dolu yaşamının peşine ustalıkla düşer. Çünkü tek kurtarıcı, hakikatin ta kendisidir. Hakikat; yemeğine un, su ve yağdan başka katabilecek hiçbir şeyi olmayan milyonların varlığıdır. La Cuccia yani “Açlık Tatlısı”nın orijinal tarifinde olduğu gibi; çikolatasız, portakalsız ve fıstıksız.
* Bütçenizin Yetmeyeceği Bir Yılbaşı Yemeği | Aslı İnandık |
** Ressamın İsyanı | Gündüz Vassaf |2023 | Everest Yayınları
** * Şimdi değilse ne zaman? | Hatice Balcı | Mayıs 15, 2023 |Edebiyat Haber
**** Cuccìa Santa Lucia
(KA/AS)